Vakıf Katılım web

​TAÇ BİZİM!

Osman ATAMAN 19 May 2017

Osman ATAMAN
Tüm Yazıları
On yıllar önce futbolda özellikle milli takımlar seviyesinde sürünürken maalesef zavallı spikerlerimizin teselli bulduğu bir cümle ve tonlama hala kulaklarımda yankılanıyor:

On yıllar önce futbolda özellikle milli takımlar seviyesinde sürünürken maalesef zavallı spikerlerimizin teselli bulduğu bir cümle ve tonlama hala kulaklarımda yankılanıyor:

Taç bizim!

Topun o an bizde olabilmesine sevinmek hali bu. 

Taç bizim de, peki sonuç ne olacak?

Bizim bir şehrimiz kadar olan ülkelerle yaptığımız müsabakalarda alınan beraberlikler büyük teselli sayılıyordu. Mağlubiyetler ise “yenildik ama ezilmedik” başlıklarıyla idare ediliyordu.

Sonra şükür ki aştık bu ezik psikolojiyi.

Galatasaray’ın UEFA şampiyonluğu, milli takımımızın dünya üçüncülüğü gibi bize level atlatan mutluluklar artık başarı açısından ciddi birçok sonucu bile küçük görecek kadar çıtamızı yükseltti. 

Bir zamanlar yenilgiye alışık ve beraberliğe razı olan halimiz galibiyetin bile güzel oyunlu, seyir zevkli olanını arıyor. 

Fakat dış politikada henüz futboldaki gibi komplekslerimizi üzerimizden atabilmiş değiliz. 

Bize “Malta’ya 3-0 yenilmek” gibi gelen iki talihsiz fotoğraf, ki biri rahmetli Ecevit’in Clinton karşısındaki pozu, diğeri İsrail Büyükelçimizin alçak sandalyede oturtulması içimize fena işlemiş ve halâ sonuçtan çok topun kimin ayağında olduğuna odaklanıyoruz.

Baba Bush’un Özal’ı evinde kabul etmesi, Tayyip Bey’in bacak bacak üstüne atması dış politikanın gerçeklerini ve muhtemel sonuçlarını görmemizi perdeleyen zaferler gibi algılanıyor. 

Halbuki fotoğraflara yansıyanları hiçbir millet bizim kadar umursamıyor. 

Elbette bir göstergedir belki fakat büyük resmin içinde küçük bir detaydır sonuçta. 

Fotoğraflara yansıyanları bir kenara bırakıp şunu görebilmeliyiz: Biz bugüne kadar hep oyun kurdurmamak veya oyunu bozmak üzerine pasif bir politikaya mecbur kılınıyorduk. Buna alışıktık. 

İlk defa çok ciddi süreçlerin içinden geçerek sancılı ve kanlı faturaları göze alıp oyun kurmayı ve masada aktif olarak yer almayı deniyoruz. 

Kendi sahamızda defans yaparken boğulmuyor, rakip sahada bizim istediğimiz oyuna mahkum etmeye çalışıyoruz rakibimizi. 

Bu çok ciddi bir dönüşüm. 

Böyle bir dönüşüm yaşanırken, fotoğraflardan anlam çıkarmak yerine sonuca odaklanmayı ve kazanan olmayı hedeflememiz lazım.

Fakat alışkanlıklarımızdan kurtulamıyoruz.

O ezik alışkanlıklardır ki, “sadece 22 dakika sürdü” dedirtebiliyor veya fotoğrafa bakıp maçı kazanmış havasına sokabiliyor. 

Elini sıktı mı, sıkmadı mı? Ne olacak?

Görüşme kaç dakika sürdü? Bir ay sürse ne değişir?

İyi ama Trump, Tayyip Bey’i uğurladıktan sonra arkasını dönüp gitmiş.  Ne yapacaktı? Arkasından bir sürahi su mu dökecekti? 

Yapmayın. Yapmayalım. 

Futbol gerçekten bir oyun sonuçta. 

Dış politika ise hayatımızı ve geleceğimizi belirliyor. 

Ve asıl problemimiz basit bir oyunu hayat kadar ciddiye alırken, hayati bir meseleye fanatizm katıp sulandırabiliyoruz. 

Şimdi sormak lazım eğer bir cevabı varsa:

Maç kaç kaç?