Vakıf Katılım web

TARİH UNUTMAZ

Recep GARİP 15 Tem 2022

Recep GARİP
Tüm Yazıları
Bir Kurban Bayramı'nı daha geride bıraktık. Kuşku yok ki her kurban kesen mümin-Müslüman aileler, kurbanı bir kez daha İbrahim as.'ın oğlu İsmail'i kurban edişini gözlerinin önüne getirdi.

Bir Kurban Bayramı’nı daha geride bıraktık. Kuşku yok ki her kurban kesen mümin-Müslüman aileler, kurbanı bir kez daha İbrahim as.'ın oğlu İsmail'i kurban edişini gözlerinin önüne getirdi. Koç, sığır ve deve cinsinden (çift tırnaklı) kurbanlıkları kurban ederek aynı his ve duygularla Allah’a takva yönünden yaklaşmanın gayreti içinde oldular. Allah buyruğu ve resul ölçüsünün hayatı nasıl tanzim ettiğini görebiliyoruz böylesi toplu ibadetleri yaparken. Her kurban kesen müminin, kurban ibadetini yerine getirirken tıpkı namaz, oruç, zekât ve hac gibi, hayır ve hasenat gibi, adaletin ve hakkın üstün tutulması gibi, sadakayı cariye usulünden yapılan iyilikler gibi aklımıza, kalbimize, yüreğimize, elimize, gözümüze, gönlümüze ve kulağımıza dokunduğunu ifade etmeliyiz.

Kesilen kurbanların kan ve etinin Allah’a ulaşmadığı takvamızın, teslimiyet sahibi olma gayretimizin ulaştığını elbette idrak etmeye çabalıyoruz. Takva sahibi olabilmek için kuşkusuz Kuran ve sünnete uymak, her günümüzü bu kurallar bütünü içerisinde geçirmek icap ediyor. Mümin olma vasfını hayatımızın merkezine koymamızı söylüyor dinimiz İslam. Fakirin, yoksulun, yolda kalanın, öksüz ve yetimlerin görülüp gözetilmesini oruç tutarken, bayram yaparken daha çok hatırlıyor ve yardıma daha çok meylediliyor. Oysa bütün ibadetlerin birbirini tamamladığını da elbette biliyoruz. Evrensel anlamıyla insanlara armağan edilen Ramazan ve Kurban Bayramlarının ardından hayat bütün hareketlilikleriyle kuşkusuz devam ediyor. İnişleri ve çıkışlarıyla, sosyal hadiseleri ile ekonomik çıkmaz ve açmazlarıyla, dünyanın genelinde gözüken dengesizlikleriyle, vurdumduymaz-acımasız-zalimlerin zulümleriyle toplumları ve insanlığın dengesini bozmayı sürdürüyorlar. Bunları konuşmadan, düşünmeden ve arka planlarını okuyamadan vakit geçmiyor, günler tamamlanmıyor.

Bayram öncesi Türk sinemasının çok önemli karakterlerinden Cüneyt Arkın'ı da kaybettik. 400'ün üzerinde filimde başrol de oynamış Türk Sinemasının en güçlü dünya çapında aktörlerinden biriydi. Mekânı cennet olsun. Son yıllarda yapılmış olan bir söyleşiyi dinlerken duygulandırmıştı. İfadesi aşağı yukarı şöyleydi; "Ben Anadolu insanına kurban olayım. Anadolu insanı var ya insanı insan yapar. İnsana kimlik, karakter, ahlak verir. Sizi değiştirir, dönüştürür üzerinde yaşadığınız toprağın değerinde size değerler katar. Beni evirip çevirip bugünkü gördüğünüz, tanıdığınız, sevdiğiniz Cüneyt Arkın'a dönüştürdü. Ben Anadolu'ya kurban olurum. Eğer bugün bir Cüneyt Arkın varsa beni Anadolu insanının yüreği bu günlere taşıdı..." buna benzer ifadelerdi söylediği.

“Kuşkusuz her canlı ölümü tadacaktır”. Ölüm, Allah'ın geçici olan bu dünya hayatından ebedi hayata geçiş törenidir. Fert anlamında her birey günlük neler yaptığına baksın, nelerle uğraştığına, ne kadar Allah’a kul Habibi Hazreti Muhammed’e ümmet olduğuna baksın. Amellerimiz yani eylemlerimiz ne kadar yüzümüzü ak edecek-etmeyecek ona bakalım. Cüneyt Arkın'ın sözleri düz lakin içten, samimi, hüzünlü bakışlarıyla içli olarak bu ifadeleri bana hatırlattı. Gidenler gitmesi gerektiği için gidiyorlar ve vakti gelende her birimizin dönüşü de orasıdır. Tarihi filmlerini izlediğimiz yıllar (1970’li yıllar) tarihi, tarihin hareketliliklerini, bu topraklar uğruna şehadete koşan Türk milletinin kahramanlıklarını Cüneyt Arkın, Tamer Yiğit, Serdar Gökhan gibi aktörlerden hayranlıkla izleyerek öğrendik. Gördüğümüz oydu ki bize okutulan tarihle filmlerdeki tarih aynı şeyi söylemiyordu. Son on yıldır bu ve benzeri dizilerle yeniden kendimizi idrak etmeye başladık. Dünyaya bizim tarihe, insana, ilme, irfana ve doğaya bakışımız budur diyebileceğimiz diziler yeniden ruhumuzdaki kirlenmişliği kaldırıp atıyor. Kuruluş Osman, Diriliş Ertuğrul, Uyanış Büyük Selçuklu, Payitaht Aldulhamid, Barbaros Akdeniz’in Kılıcı, Destan gibi dizilerin ciddi olarak takip edildiğini biliyoruz. Tarihimizin sayfalarının aralanmaya gayret edildiği bu türden dizilerin, düşünce ve sanat eksenli filim ve dizilerle devamının gerektiğini de ifade etmiş olayım. Gayret edenlere şükran borcumuz vardır.

13.yüzyıldan Yunus Emre'miz şöyle ifade ediyor;

"Kişi bile söz demini

Demeye sözün kemini

Bu cihân cehennemini

Sekiz uçmağ ede bir söz"

Sözü öyle söylemeli ki hikmeti içinde barındırsın. Kötü-kem sözden (kem bakış) uzak duran bu geçici cihan cehennemi sayılan dünyaya aldanmayan, kanmayan cennetin sekiz kapısından içeri girsin diye bizleri uyandırıyor. Dünya hayatına nasıl bakmamız ve yaşamamız gerektiğine dair işaretleri alıyoruz bu dörtlüklerde. Bakınız Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethinden sonraki "ilk Şeyhülislamı olan Ahmet İbn-i Kemal Paşa ne güzel söylemiş;

"Kısmettir gezdiren yer, yer seni "

Arşa çıksan akıbet yer, yer seni

Onun için onun adı yer oldu

Önce besler, sonra kendi yer seni"

"Kitap, peynir değil ki çürüsün" diye söze başlıyor. “Peynir için buzdolabı, kitap için insan ve kütüphane gerekiyor”. "Bir Şansım Olsa" da şimdi sahaf sahibi olan çöp topladığı dönemlerde bir yazma eserle hayatı değişen Kemal Beyin ifadesi bu. Programı sinema sanatçısı Ayşegül Günay sunuyor. Çöpten bulduklarıyla kendini keşfediyor. Çöplükte tarihi yazma bir eser buluyor ve kendini değiştiriyor. Kitaplardan müteşekkil bir dünya kuruyor kendisine. Eski eserler alıp satıyor ve “kitap okumayan da hayır yoktur” diye bahsediyor. Biz ölürüz, insanlar ölür lakin sanat asırlar boyu nesillerden nesillere devredilerek yaşar. Her şeyin öncesi ve sonrası var. Seksenli yıllardan bu yıllara ne çok değişti insan. Oysa ezgilerimiz, marşlarımız ve ilahilerimiz aynı şuurla yollarımıza ışık tutmayı sürdürüyor.

Bir de kadim dostlarımızdan masallar, hikâyeler ve asıl itibariyle çocuklar için şiirler yazan Mevlana İdris Zengin’imiz vardı. Onlarca çocuğa el ve gönül bıraktı. Onlarca çocuğun saçlarını okşayarak onları selamlayıp kucakladı. Şefkat, merhamet ve sırları onda keşfedebilirdiniz. Mekânın cennet olsun kıymetli kardeşim. Ne güzel ifade etmişsin;

“Sana bakmak toprağa bakmak kadar güzeldi
Sert şarkılar vardı yanaklarında

Sabahın sisini dalgın atlara yükledim
Senin şehrine vardım saçlarını aradım boşuna
Sen yoktun bir şey yoktu
Bütün dillerde yalan söyledim sana inanmak için

Sen gittin tarih bitti milat neyi açıklayabilir
Sana bakmak toprağa bakmak kadar güzeldi…”

15 Temmuz Şehitlerimizle, Ülkemizin sınırsız topraklarında hayatlarını seve seve feda eden isimsiz kahramanlarımızı Çanakkale Geçilmez ruhuyla selamlıyor rahmetle, minnet ve şükranlarımla yâd ediyorum. Ruhları için Fatihalarımız ve dualarımız her daim onlar içindir.

www.recepgarip.com