TOPLUMUN İKİNCİ BEYNİ: SOKAKLAR

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Bağırsakların ikinci beyin olması meselesi, düşünmek için beyni yerine bağırsakları kullanmak anlamına gelmiyor.

Son dönemlerde çok popüler olan bir tanım var. Bu tanım, bağırsaklarımızın ikinci beynimiz olduğu söylüyor. Bu tanımın ne kadar doğru bir yaklaşım olduğunu bilimsel gelişmelerin ışığında netlik kazanacak. Ancak şu da var ki, bu yaklaşım hayatını beynine ve aklına göre yasamayanlarla, beynini çok kullanmak istemeyenler arasındaki ayrımı, ikincilerin lehine açmış durumdadır. Onlar, nasıl olsa bir tane daha beynimiz varmış, deyip pek kullanmadıkları akıllarını iyice bir kenara bırakıp hayatlarını yiyip içmeleriyle başlayan ve midelerini merkeze alan “sindirim ve boşaltım” süreci ekseninde yaşamaya daha ağırlık verebilirler.

Oysa mesele bununla kalmıyor. Bağırsakların ikinci beyin olması meselesi, düşünmek için beyni yerine bağırsakları kullanmak anlamına gelmiyor. Bu yazının ana fikri açısından baktığımızda, bu tanım, bağırsaklarımızın neyle meşgul olduğu, neyi sindirdiği ve vücûdumuza besin olarak ne aktardığı konusunun, bizim düşüncelerimizi ve düşünce becerimizi etkilediğine işâret ediyor. Yâni bağırsaklarımız düşünemiyor ve ilham bağırsaklarımıza gelmiyor, ama beyne ilham gelip gelmeyeceğini, beynin hayvânî işlevlerin ötesinde, insânî yâni entelektüel, sanatsal, bilimsel ve edebî ürünler ortaya koymasında bağırsakların sağlıklı çalışması etkili oluyor. Bunu şu basit örnekle açıklamak mümkün: Hazımsızlık sorunumuz varsa, yediğimiz içtiğimiz şeyler sindirilmiyor ve şişkinlik yapıyorsa, beynimiz bunlarla meşgul olur ve insânî işlevler yapamaz. Hatta sağlıklı bir uyku uyumak bile mümkün olmaz. Gece defâlarca uyanıp tuvalete gittiğimiz için uykumuzu alamayınca ya yorgun ya da asabî oluruz.

Sokaklar ve bağırsaklar

Esas konumuza gelirsek, şehrin sokaklarının bağırsaklara benzediğini söyleyebiliriz. Bağırsakların vücudumuzun sağlıklı çalışması için bu kadar önemli olması gibi, sokaklar da toplumun sosyal ve ruhsal sağlığı için benzer bir öneme sâhiptir.

Sokağa çıkıp gözlemci bir niyetle baktığımızda şunları rahatlıkla görebiliriz:

İnsanlar kaldırımda nasıl yürüyor? Kaldırımın doğru tarafında, başkalarının yürümesini engellemeden, yaya trafiğini aksatmadan yürüyorlar mı? Etraflarında sanki hiç kimse yokmuş gibi olur olmaz yerde durup yolu tıkıyorlar mı? Yüksek sesle konuşup diğer insanları rahatsız ediyorlar mi? Yürüyen merdivenlerde sıra beklemek yerine yürünen tarafta durarak diğer insanların yürüyerek çıkmasına mâni oluyorlar mı? Toplu taşıma araçlarına binince buldukları ilk boşlukta durup geçişi engelliyorlar mi? İnecekleri duraktan önce kapıya yaklaşmak yerine, otobüs durakta durduktan sonra kalkıp otobüsün hareket etmesini engelliyorlar mi? Her durakta birkaç dakika gecikmeye sebep olan en az biri çıkıyor mu? Durakta beklerken akbilini hazırlayamayıp otobüse binince çantalarında akbil arayıp diğer yolcuların binmesini ve otobüsün yola devam etmesini engelliyorlar mi? Kaldırımlarda kenarda beklemek yerine, kelimenin tam anlamıyla "yolun ortasında" dikilip sokakta "babasının tarlasında" dolaşıyormuş gibi davranıyorlar mı?

"Babasının tarlası" örneğine araç trafiğinde de rastlamak maalesef zor değil. Dörtlüleri bile yakmadan aracını gelişi güzel durdurup alışverişe gidenler veya yük indirenler, sokaklardaki ve ana caddelerindeki trafik yoğunluğunun öncelikli sebebidir. Az olsa bile, sorumsuzca park edilen tek bir araç, kilometrelerce uzayan trafik sıkışıklığına sebep olabiliyor. Yolcu almak için istediği yerde durup, yolcu indirecekken yolcu için değil kendisi için “müsait bir yerde” duran ve yol kenarında gördüğü herkesi yolcu gibi görüp korna çalan minibüs sürücüleri ise başlı başına bir makale konusudur.

Üşendiği için çöp torbasının arabasından inmeden çöp konteynırına atan ama tutturamayınca çöplerin etrafa yayılmasına sebep olan lüks ve pahalı araç sâhibi birçok kişi var. Binlerce araç trafikte seyrederken "sadece kendisinin işi ve acelesi varmış" gibi, emniyet şeridinden giden ve trafik polisini görünce sağ şeride "kaynak" yapıp trafiğin akışını bozanları her gün görüyoruz. Uyarıldıklarında ise verdikleri cevap da bir o kadar sorumsuzca: “N'olmuş ki!”

Bu cevabın psikiyatri bilimindeki karşılığı şudur: “Hasta tedâviye cevap vermiyor”. Ancak bu tipler sosyal hayatta var olmaya devam ettikleri için sokaklarımız, çalışamayan bağırsakların gaz yapması gibi, toplumsal aklimizin çalışmasını engelliyor.

Bağırsak parazitleri

Ben tedâviye cevap vermeye niyeti olmayan bu insanlar (!), "bağırsak parazitleri"ne benzetiyorum. Bağırsaklarımızın florasını bozan ve hayâtı bize zehreden parazitler gibi, bu insanlar da sosyal hayâtı yaşanmaz hâle getiriyorlar. Sosyal beynimiz de çalışamıyor ve üretemiyor. Çalışıyormuş gibi yapmak için de televizyon veya cep telefonunun karşısında saatler geçirmekten sıkılmıyor.

Toplumun birinci beyni çalışamıyor

Sokaklarda bunlar ve bunlar gibi binlerce yanlışlıkla karşılaşan (bu yanlışlıkları yapanlar da dâhil) insanlar olarak, bizi diğer canlılardan ayıran aklî eylemler yapamıyoruz. Bu yanlışlıkların sebep olduğu gerginlik, tıpkı hazımsızlık, şişkinlik ve gaz gibi, bizi düşünmekten, yazmaktan, okumaktan, fikir üretmekten, icat yapmaktan kısacası hayatı, yaşanası ve zevk alınan bir süreç hâline getirmekten alıkoyuyor.

Sokaklar toplumun ikinci beyniyken, bu durumda, toplumun birinci beyni olan kurumlardaki ve mekânlardaki aydınlar, sanatçılar, yazarlar, bilim insanları kendilerine yaratıcı düşünme ve düşüncelerini geliştirme zemini bulamıyor. Bu zemin bulunamayınca, bağırsaklardan beyne yanlış mesaj gitmesi gibi, sokaklardan topluma yanlış mesaj gidiyor. Bağırsaklardaki parazitlerin yanlış olduğu gerçeği görülmüyor ve hatta bu yanlışlıklar, “N’olmuş ki” tepkisindeki gibi, normal hâle geliyor. Hatta kaçınılmaz zannedilip onlarla yaşamak için insanlığın aleyhine tâvizler veriliyor. Yanlışlar değil doğrular tepki görüyor, ters karşılanıyor ve kimi zaman sosyal medyada linç ediliyor. En iyi ihtimâlle “İnsanlık ölmedi dedirten hareket” diye haber yapılıyor.

Böylece “yaşamak için yiyen” değil de, sâdece “yemek için yaşayan” insan nasıl obez oluyorsa, toplum da düşünen ve kendini yenileyip geliştiren insanların değil, gün içinde oradan oraya koşuşturup duran ama bir süre sonra bunun anlamsızlığı içinde, sâdece fizikî olarak insana benzeyenlerin oluşturduğu bir sürü ve yığın hâline geliyor.

Bunun tam tersi olunca herkes sanatçı, edebiyatçı, müzisyen ya da mûcit mi olacak? Elbette hâyır. Zâten böyle bir toplum, idealin ötesinde gerçek dışı bir kurguda mümkündür. Ama mümkün olan, ikinci beynin, birinci beynin işlevini yapmasına imkân tanıyacak hâlde olmasıdır. Bundan “ikinci beyin” de kârlı çıkacaktır.