TRAGEDYA'NIN DOĞUŞU

Mavi ÇINAR 17 Ara 2018

Mavi ÇINAR
Tüm Yazıları
"Ne kadar çok acı çekmesi gerekmişti, bu kadar güzel olabilmek için."

Apollon: Tanrılar içerisinde en Yunan olan, tıp sanatını insanlara öğreten ve o ışığın tanrısıdır ki onda karanlığa hiç yer yoktur…

Dionysos: Olympos’a giren son tanrı, bir ölümlünün tam da ölürken doğurduğu ölümsüz…

Yunan mitolojisindeki aklın ve insanın iç dünyasının yüceliğini kendisine dayanak yapan “Apollon” savı ile sezgilere dayanan, doğa yasalarının rasyonalitesini çiğneyen diyebileceğimiz “Dionysos” savının çatışma halidir hem kitap hem bütünü ile Nietzsche.

Ve bu çatışma olmalıdır!

Bu çatışma olmasa o sancı oluşmazdı çünkü beklenen doğum için!

Çünkü Hristiyanlığın ve diyalektiğin öldürmesinden daha önce, Sokrates’in öldürdüğü tragedya, Sokrates’in kuramcı insanı elinde esirdi Nietzsche’ye göre.

Bu yüzden, Nietzsche’nin, 25 yaşında yazdığı, toplam 25 bölümden oluşan, orijinal adı, “die geburt der tragödie aus dem geiste der musik” olan bu eser, bir nevi anlam eşiğidir kendisinden sonra ve önceye. Zira Yunan diye bir şey var ise bu iki kavramın tanışması ile üzerine konuşulabilir olmuş hatta estetiğin temeli bu iki kavramı anlamakla mümkün olmuştur; Apollon ve Dionysos.

Çünkü bu iki görüş insanın siyahla beyazı gibidir. Akılcı olana dayanan ve karşısındaki ruh, Hegel’in zıtlarından doğan ahenk gibidir. 

Çünkü bu andan itibaren estetik, sanatın önünden yürümeye başlar ve tıpkı Yunan gibi tragedya da zıddından doğar.

"mantıksal bir çıkarsamayla ama sezginin anında oluşan keskinliğiyle, sanatın sürekli gelişiminin Apolloncu ve Dionysoscu bir ikiliğe bağlı olduğunu anladığımızda estetik bilimi için çok şey yapmış oluruz: yaradılışın, bazen araya giren uzlaşmalara rağmen sürekli çatışan cinsiyet ikiliğine bağlı olması gibi...”

 

*****

Hayran ve düşman sayıları belki birbirini ağdırmaz ama etki alanı inkar edilemez kitaplardandır “Tragedyanın Doğuşu”.

Mesela; Troçki pek bir sevmiştir, tanıyanlar sebebini bilir. Ama düşüncedaşı Lenin, Nietzsche’nin düşüncelerinin bolşevizme aktarılmasını sakıncalı bulur. Buna karşılık,  Tragedyanın Doğuşu‘nun bir kopyasını kişisel kitaplığında ve bir adet Zerdüşt’ü Kremlin ofisinde tutuğu söylenir. Lenin’in, yeni Sovyet devletinin her yerine yapılmasını hüküm niteliğinde emrettiği “Tanrıya meydan okuyan kuleler”de bulunan vasiyetinin, bu eserin esini olduğu da birçok makalenin konusu olmuştur.

Gerçek olan ne varsa rasyonel rasyonel olan ne varsa gerçektir, diyen Hegel’den gelir Marksist’lerin suyu ekmeği aslında. Ama ağır basan rasyonalitenize rağmen zihniniz doyum sağlamıyorsa. Ya da “bütün olup biten istencin görülenidir” diyen Schopenhauer güdük kalıyorsa biriktirdiklerinizi taşımaya, “Tregedianın Doğuşu” aklınızı bitimsizlik ilkesi ile çalıştırır, besler. Tıpkı fenomolojinin bakış açısı gibi.

"Tragedya öldü! Şiir sanatı da onunla birlikte yitip gitti! Defolun gidin siz de, sararıp solmuş, bir deri bir kemik kalmış taklitçiler! Gidin Hades'in dibine, gidin de doya doya yiyin orada, eski ustanın kırıntılarını!" derken de zaten neyin “kramp” olduğunu net ifade eder.

Çünkü sınırları sevmeyen bir rasyonelin öğrenmesi gereken ilk şey; rasyonalite sadece ruhunuzu değil aklımızı da sınırlar şayet tek başına şiar edinilirse.

Melankoliye batıp, evreni, sürekli bir uhrevi tılsım etrafında döndürme saçmalığı, varoluşu anlamaya çalışmak için tek başına ne kadar komik görünüyorsa; akıl da öyledir. Zaten bu “akıl”; Arapçada da kuma çakılan bir kazığa bağlanmış devenin sınırlı olduğu alana karşılık gelmekteydi sanırım. Buradan “akıl her şey değil” kılıfı ile akli olan ne varsa reddedip uhrevi olanın peşinde romantik bir edebiyatta takılanlara gün doğmasın çünkü akılcılığı reddederek değil, ipini çözerek düşünmeyi salık verir Nietzsche.

Daha özgür kılarak!

Kazığı sökerek!

Bu yüzden “Doğuş” en doğru isim olmuştur.

Çünkü bu, çatışma görünümlü uzlaşıdan fırlayıp gelen ahengin sarhoşluğu kendisinden sonra gelen zıddını dahi büyüsü altına almıştır.

Bu yeni bir oluşun doğuşudur!

*****

Ve müzik!

Bir müziğin ruhundan bahsedilecekse Nietzsche için; dost mu düşman mı olduğu çok bilinemeyen, hatta aleni bir kıskançlık ve haset ile bol bol bahsi geçen Wagner’in müziğidir diye yerleşir okuyucuya.

Sokrates’i ezip parçaladıkça müziğini tragedyadan doğuran bu estetik görsel, sahnede gerçekleşir pek tabi. Bordo, kalın kadifeden perdeleri olan dev bir sahneye hayranlıkla bakan, küçücük bir koltuğa ilişmiş izleyicisindir. Koroya kinaye yaparken, kitle ruhuna ve içinde kaybolduğun kalabalığa atıflar duyarsın. Sarsar!

Hiç kimse yoktur ki “Tragedyanın Doğuşu’nu” okusun ve açıp Wagner dinlemesin. Ben Nietzsche ile de Wagner ile de lisedeki felsefe hocam aracılığı ile 15 yaşında tanıştım. Ve bütün müzik duyargam, yazar çıtam, sıradan olan her şeyin üzerinde algıladı ise bugüne kadar tüm sesleri ve tüm satırları, bu konuda kitabın hakkını teslim ederim.

Geç kalınmaması gereken bir buluşmadır bu kitap! Ve yanında bir kütüphane sömürülmedikçe iliklerine kadar, anlaşılmayacak olan…

İçsel bir yolculuk ile yeniden doğuş mitidir.

Ve sırf bu yüzden, bildiğin ne varsa unutup okunması gereken üç beş kitaptan biridir.