TÜRKİYE CUMHURİYETİ BÜTÜN MİLLETİN ORTAK DEĞERİDİR

İsmail ÖZCAN 30 Eki 2016

İsmail ÖZCAN
Tüm Yazıları
Günümüz cumhuriyetleri için en büyük risk demokratikleşmek değil, demokratikleşmemektir.

29 Ekim 2016, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 93. yılı Cumhuriyet kurulalı yedi yıl sonra bir asır olacak. Bir rejim, bir kurum, bir kuruluş için yüz yıla ermiş olmak; onun artık iyice yerleştiğinin, kökleştiğinin bir belgesidir. Yüz yıla ulaşmak; bütün tarihi hareketler, değişimler, devrimler için çok önemli bir kilometre taşıdır. 

Türkiye Cumhuriyeti, 20. yüzyılda yıkılan monarşi rejimleri yerine kurulan cumhuriyetler içinde en şanslı olan cumhuriyettir. Çünkü bu cumhuriyet her ne kadar tepeden inme bir karar ve iradeyle kurulmuşsa da Türk milleti bu rejimi benimsemekte tereddüt göstermemiştir. Kurulmasından bu yana sahneye çıkan hiçbir siyasal hareket cumhuriyet karşıtı bir tutum benimsememiştir. Cumhuriyeti yıkmaya yönelik başka türlü güçlü bir örgütlü hareket de görülmemiştir. Yıkılan monarşinin varisi konumundaki kişi ve çevrelerden de ne düşünce, ne de eylem planında bir karşı çıkış söz konusu olmuştur. Birinci meclisin güçlü ve bilinçli muhalif hareketi 2. Grup bile cumhuriyet karşıtı bir tavır almamıştır. Özetle, kurulduğundan bu yana cumhuriyeti yıkmayı, monarşiyi diriltmeyi ciddi bir ideoloji haline getiren ne bir akım ne de bir hareket görülmüştür. Kısaca Atatürk’ün “en büyük eserim” dediği Türkiye Cumhuriyeti, geniş bir toplumsal kabule mazhar ve tüm toplumun ortak değeri olmuş bir cumhuriyettir. Bu yüzden bizim cumhuriyetimiz şanslı bir cumhuriyettir.

Cumhuriyet; egemenliğin millete ait olduğu, devlet başkanı da dâhil ülkeyi yönetecek kadroların belirli dönemler için seçimle belirlendiği bir rejimdir. Seçim mekanizması devrede olmasına rağmen cumhuriyetlerin çoğu otoriter bir rejim olarak sahneye çıkmışlardır. Bununla birlikte cumhuriyet, her türlü monarşinin ve tanrısal referanslı yönetimlerin zıddıdır ve demokrasiye geçişin de en uygun zeminidir. 

Bizim cumhuriyetimizin şansızlığı; zamanı, eşref saati çoktan gelip geçtiği halde ona en çok bağlılık, sahiplik ve bekçilik iddia edenlerin onun özgürleşmesine, demokratikleşmesine karşı çıkmış olmalarıdır. Bugün bile laikliğin tam olarak oturmadığını, çağdaş yaşam tarzının içselleştirilmediğini, cumhuriyetçi bir kültürün istenen seviyede oluşturulamadığını, kısaca homojen bir toplum yaratılamadığını gerekçe göstererek cumhuriyeti demokratikleştirme çabalarını “karşı devrim” eylemi olarak gören yazarlar, aydınlar bulunuyor. Cumhuriyetin en temel, en vazgeçilemez ilkesi olan ve uzun yıllar çok katı, çok radikal bir şekilde uygulanan laikliğin icat edildiği ülkelerdeki gibi özgürlükçü ve demokratik bir yaklaşımla uygulanması yolundaki çabalar, “laiklik elden gidiyor!” feryadıyla karşılanmıştır. Tıpkı Osmanlıda her yenilik, her reform girişiminin “şeriat elden gidiyor!” yaygarasıyla karşılandığı gibi. Cumhuriyetin sivil-asker elitlerinin parolası on yıllarca, “Söz konusu olan laiklikse demokrasinin lafı mı olur?” olmuştur. 

Yine aynı çevreler, “Ekonomik gelişme uğruna cumhuriyet değerlerinden ödün verilemez”, “demokrasinin cumhuriyeti öldürmesine seyirci kalınamaz” gibi iddialarla cumhuriyetin demokratikleşmesini, toplumun her kesimini kucaklamasını, o kesimler tarafından da kucaklanmasını, kısaca çoğulculaşarak evrensel standartları yakalamasını geciktirmişlerdir. 

21. yüzyılda cumhuriyetin bir ortak değer olarak varlığını sürdürmesi, kurucusunun temenni ettiği gibi ilelebet payidar olması için demokratikleşmesi şarttır. Bu yüzyılda demokratikleşmemiş, çoğulculaşmamış bir cumhuriyetin, cumhuriyet rejiminin klasik ideallerini gerçekleştirme şansı bile yoktur. 

Günümüz cumhuriyetleri için en büyük risk demokratikleşmek değil, demokratikleşmemektir.