VATANDAŞ BÜYÜMEYİ NEDEN HİSSETMİYOR?

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Geçtiğimiz dönemde açıklanan verilere göre Türkiye ekonomisi 2021 yılı ikinci çeyrekte (Nisan – Mayıs – Haziran ayları) yüzde 21 büyümüştü.

Geçtiğimiz dönemde açıklanan verilere göre Türkiye ekonomisi 2021 yılı ikinci çeyrekte (Nisan – Mayıs – Haziran ayları) yüzde 21 büyümüştü. Bütün iktisatçıların ortak görüşü de 2021 yılı toplam büyüme oranının yüzde 9 civarında olacağı yönünde. Ancak çarşıda – pazarda esnaf komşularım ve yakın çevremde bana sıkça sorulan bir konu var: “Ekonomi yüzde 21 büyümüş, ama benim gelirim artmadı! Bu nasıl büyüme, Hocam?!” Bu soruya cevap vermek isterim ama cevabı vermeden önce bazı kavramları açıklamam gerekir.

 YÜZDE 21’LİK VEYA YÜZDE 9’LUK BÜYÜME NEYİN BÜYÜMESİ?

Bizlere üç ayda bir TÜİK tarafından açıklanan milli gelir aslında bir ekonomideki yerleşiklerin açıklanan dönemde ürettiği ve sattığı mal ve hizmetlerin toplam değeridir. Buna cari milli gelir adı verilir. Eğer bir ülkede enflasyon ihmal edilemeyecek kadar büyükse, cari milli gelir toplam üretim artışı kadar fiyat artışlarını da yansıtır. Bu yüzden cari milli gelirin çeşitli yöntemlerle enflasyon etkisinden arındırılması gerekir. İşte bu işlemin sonunda açıklanan milli gelir “sabit fiyatlarla veya reel” milli gelir olarak açıklanır. Yüzde 21’lik büyüme 2020 yılının ikinci çeyreğine göre 2021 yılı ikinci çeyreğinde reel milli gelirin artış oranıdır. Hatırlayalım, 2020 yılı ikinci çeyreği, yani Nisan – Mayıs – Haziran aylarında bütün dünya ekonomisi gibi Türkiye ekonomisi de pandemi nedeniyle ciddi bir kapanmaya girmişti. Nakliye imkânları kısıtlandığı için ithalat azalmıştı, sokağa çıkma yasağı nedeniyle birçok küçük esnaf ciddi zarara girmiş veya iflas etmişti. Bu dönemde benim çevremde birçok sabit gelirli ve esnaf ciddi bir borç yükü altındaydı. Bir sene sonra 2021 ikinci çeyreğinde kapanma tedbirleri sonlandı. Bütün dünyayla birlikte Türk ekonomisinde de, bu, ticaretin canlanması ve alış verişin artmasıyla sonuçlandı. Aslında bu anormal bir dönemden normal döneme geçiş sürecidir. Pekiyi bu bir senelik kapanmanın yol açtığı borçlar silinmiş midir? Hayır, aksine anapara + faizle bu borçların ödenme süreci başlamıştır. Yani yüzde 21’lik büyüme içinden alınan borçların ödenme etkisinin düşülmesi gerekir. Burada unutulmaması gereken bir nokta da Türkiye ekonomisinin 2018’den beri bir kriz içinde olduğudur. Aslında, yapılan hesaplara göre, 2021 yılında yüzde 9’luk bir büyüme olsa dahi, reel milli gelirin 2018 krizi öncesindeki seviyeye ulaşması ancak 2022 ikinci çeyreği sonrasında gerçekleşecektir. O da 2022 yılında yüzde 5 ve üzeri bir büyüme sağlanırsa… Kısaca özetlemek gerekirse, hiç borcu olmayan ve orta düzeyde gelire sahip vatandaşın 2018 yılındaki durumuna gelmesi için daha 6 aya yakın zaman vardır. Burada ortalama vatandaşın gelirinin Türk ekonomisi kadar büyüyeceğini varsaymaktayız, bunu da bir köşeye not edin.

Bu bilgilere rağmen, birçok vatandaşımız hiç borcu olmasa dahi gelirinin yeterince (yani TÜİK’in açıkladığı ölçüde) artmadığını gözlemlemektedir. Bunun sebebi nedir? Milli gelirin harcamaların toplamı olduğundan bahsetmiştim. Bu harcamalar nedir? Kısaca tüketim, yatırım, kamu harcamaları ve ihracatın toplamından ithalatın çıkarılması ile elde edilen yekûndur. Tüketim harcamaları vatandaşların başta kira, doğal gaz, elektrik gibi konut harcamaları olmak üzere, gıda, giyecek, ulaşım, iletişim ve boş zaman (eğlence ve tatil) harcamaları gibi her türlü harcamalarını içerir. Yatırım harcamaları firmaların makine alımları, bakım ve donatım harcamaları, bina ve fabrika inşaatı ve teknoloji yenileme harcamalarından oluşur. Kamu harcamaları, devletin (yol, baraj, köprü ve bina inşaatları gibi) altyapı yatırımları, maaş ve ücret ödemeleri, güvenlik (terörle mücadele ve yurt dışı askeri harekâtlar) harcamaları ve idari masraflar (Cumhurbaşkanlığı ve hükümetin idari personeline ayrılan konut, her türlü makam araçları, toplantı ve konferansalar ve devlet kurumlarının maaş harici yönetim giderleri) toplamından oluşur. İhracat içinde dışarıya satılan sanayi ve tarım ürünleri dışında turizm gelirleri de bulunur. Bunların toplamından yapılan ithalatı düşerseniz kabaca milli gelire ulaşırsınız. Durumundan şikâyetçi ortalama vatandaşın yaşam standardını belirleyen temel harcama tüketimdir. Cumhurbaşkanlığı ve hükümetin idari harcamaları bürokrasi ve devlet yönetimindeki bir avuç insanın etkilendiği harcamalardır. Yatırımlar kısa vadede vatandaşın yaşam standardını çok etkilemez. Ancak güvenlik herkesin yaşam standardını etkiler. Burada bakılması gereken üretilen milli gelirin ne kadarının ortalama vatandaşın alım gücünün artmasına neden olduğudur. Pekiyi Hocam, öyle veya böyle milli gelir artınca, bu durum vatandaşın tüketiminin artmasına ve yaşam standardının yükselmesine yol açmaz mı? Burada kritik nokta harcanabilir gelir ile milli gelir farkıdır. İsterseniz bunu da açıklayayım.

MİLLİ GELİR VE HARCANABİLİR GELİR FARKI

Bir ekonomide vatandaşların tüketimi harcanabilir gelirlerine bağlıdır. Harcanabilir gelir, milli gelirden vergilerin düşülmesi ve transfer harcamalarının eklenmesi ile elde edilir. Sıradan vatandaşın her türlü harcaması içinde yüzde 18’lik KDV ve bazı harcamaları içinde de minimum yüzde 5 ÖTV bulunmaktadır. Yani ÖTV’yi saymasak bile, sadece KDV yüzünden 100 TL gelirin 18 TL’si vergiye girmektedir. Milli gelir hesaplarına (harcama yönünden) eklenmeyen ama sıradan vatandaşı çok etkileyen bir değişkende alınan kredilerin taksitleridir. Bu da nereden baksanız ortalama vatandaşın gelirinin neredeyse yüzde 10’una tekabül etmektedir. Yani aslında milli gelir 100 birim artıyorsa vatandaşın harcanabilir geliri 72 birim (100 – 18 – 10 = 72) artmaktadır.

“Pekiyi Hocam, TÜİK’in milli geliri hesaplarken enflasyondan arındırdığını söylediniz? Ama ben buna inanmıyorum. Çünkü, açıklanan enflasyon yüzde 20 iken benim enflasyonum yüzde 40-50. Buna ne diyeceksiniz?” Bu soruya cevap verirken, zaten niçin büyümeyi hissetmediğinizi de anlayacaksınız. Bu cevapta kritik nokta nispî fiyat ve nispî ücretlerdir.

NİSPÎ FİYAT, NİSPÎ ÜCRET VE HAYAT PAHALILIĞI

Milli gelir hesaplanırken, ilk önce bütün kalemlerin parasal değerleri hesaplanır. Her bir kalemdeki harcama artışı, doğası gereği, farklı fiyatlardan hesaplanır. Yine hangi sektörde ve ne konumda çalıştığına bağlı olarak vatandaşların gelirleri de farklı oranlarda artar. Örneğin sıradan ve maaşla geçinen bir orta gelirli vatandaşı düşünelim. Bu vatandaşımız maaşıyla iki çocuk okuttuğunu ve evin ihtiyaçlarını sağladığını varsayalım. Böyle bir vatandaşın temel maliyetleri kira, doğal gaz ve elektrik gibi konut masrafları, eğitim harcamaları, gıda ve giyecek harcamalarıdır. Bu temel tüketim mallarının fiyatları yüzde 40 – 50 civarında artmaktadır. Maaşı ise en fazla yüzde 10-15 arası artmaktadır. Bu vatandaşımızın maaşına ek olarak kredi kartı kullandığını varsayalım. İstatistiklere göre, maaşla geçinen vatandaşların büyük çoğunluğu gelirinden fazla harcama yapmaktadır. Yani gelirinin tamamını harcadığı gibi üstüne kredi kartından da harcama yapmaktadır. Belli bir süre sonra, biriken borçlara yapılan ödemeler nedeniyle harcanabilir maaşı daha da düşmektedir. Öte yandan enerji dağıtım şirketlerinden birinin sahibini düşünün. Bir kere enerji fiyatlarının artış oranı bu kişiye gelir yazmaktadır. Aynı zamanda, bu kişinin ciddi bir tasarruf birikimine sahip olduğu ve birkaç da gayr-ı menkulden kira elde ettiğini düşünelim. İstatistikleri göre mevduat sahipleri mevduatlarını büyük oranda dolar cinsinden tutmaktadır. Bu kişinin geliri 2021 yılında kira olarak yüzde 30’a yakın, mevduat geliri olarak yüzde 50’ye yakın (dolar kurunda artış artı dolar mevduat faizi), enerji satış geliri olarak da yüzde 40-50 arasında artacaktır. Doğal olarak bu vatandaşımız ekonomideki büyümeyi reel olarak hissedecek, hem geliri hem de serveti artacaktır.

Milli gelir enflasyondan arındırılırken bütün mal ve hizmetlerin harcamaları TÜFE’yle deflate edilir. O da en son yüzde 20’ye gelmiştir. Bu hesaplama yöntemi doğrudur. Çünkü amaçlanan Türkiye ekonomisinin toplamda büyüme performansını ölçmektir. Ancak herkesin geliri farklı oranda arttığı için kişilerin büyümeden elde ettikleri kazanımlar farklı olmaktadır. Burada sorun büyüme değil, gelir dağılımının bozulması ve nispî ücretlerin (yani maaş ve ücretlerin enflasyon etkisinden arındılmış halinin) düşmesidir. Bu yüzden, bu köşede birkaç yazıdır yazdığım ve EKOTÜRK’te Pazartesi ve Cuma günü “Son Seans” programında tekrarladığım gibi Hükümet’in asgari ücret ile memur ve emekli maaşlarına en az yüzde 30 zam yapması gereklidir. Yoksa sıradan vatandaşın hali daha da kötüye gidecektir.