​VENEDİK'TEN BİR OSMANLI BAKIŞI

Tarık ÇELENK 17 May 2017

Tarık ÇELENK
Tüm Yazıları
Osmanlı tarihini köpürterek değil de içselleştirerek dikkatlice okuyanlar için, bir türlü bitmeyen savaşlar, yenişemediğimiz ve pek yenemediğimiz devletler vardır.

Osmanlı tarihini köpürterek değil de içselleştirerek dikkatlice okuyanlar için, bir türlü bitmeyen savaşlar, yenişemediğimiz ve pek yenemediğimiz devletler vardır.

Yıkılış periyodumuzda Rusları pek yenememişiz daha doğrusu sırtımız pek minderden de kalkmamış. İngilizlere de hakeza öyle. Ancak Güneşi batmayan imparatorluğun canını bayağı da acıtmışız.

Almanlar ve Slavlara uzun dönem üstünlük sağlamışız, yenişemediğimiz zamanlarda olmuş.

Devleti alinin çökerken Ruslara hep yenilmesi veya duraklama devrinde Almanlarla yenişememesi bir noktaya kadar anlaşılabilir bir şeydir. Ancak 5 kıtanın tartışmasız ihtişamlı imparatorluğunun 14-17 yüzyıl gibi yükseliş ve zirveye oynadığı dönemlerde şu Venedik gibi küçücük bir İtalyan şehir devletçiğiyle baş edememesini hiç bir zaman anlayamamışımdır.

Dostum Murat Soycengiz ile gezi programımızı yaparken endüstri devriminden önce Avrupa ticareti, kent devletçikleri ve Rönesans’a odaklanan bir program yapalım demiştik. Güzergahı Münih, İnsburg, Verona, Venedik, Floransa ve Bologna olarak belirledik. Buralarda Krallara, İmparatorluklara ve Papalığa kafa tutan Kent devletçiklerini ve burjuvazinin izini sürmeye çalıştık.

İnsanın aklına gelen doğal bir soru, Roma gibi hukuk ve merkezi bir yapının üstüne kurulan bir sistemin ardından, nasıl oluyor da bu kadar yerel şehir devletçikleri ortaya çıkabilmesiydi.

Soycengiz bunu Alman ve Gotların istilasına bağlıyor. Ama burjuva kent devletçiklerinde ticaret hukukunun olmasını da Roma mirasının avantajı olduğunu da hatırlatıyor.

Ticaretin zorunlu kıldığı uzlaşma, güvenlik ve hukuk bölgede 12. yüzyıldan itibaren başta Venedik, Floransa, Bologna, Milano ve Bayern gibi Burjuva kent soyluların yönettiği şehir devletçiklerini oluşturmuş.

Venedik ve Floransa gibi merkezler Akdeniz ticaretini elde tutmuşlar. Venedik donanması finansal gücü ve zenginliği ile Osmanlıyı bayağı uğraştırmış Preveze zaferimiz İnebahtı, Kıbrıs ve Rodos savaşlarımız hep belleğimizde bu anlamda yer etmişti.

Venedik Cumhuriyeti dar nüfusuna karşın 2000 kişilik senato ile 300 kişilik bir üst meclisi seçiyorlar, onlarda ülkeyi yönetecek 10 kişilik konsey üyelerini belirliyorlar. Hakimler konseyi bağımsız ve şehirden uzak bir yerde yaşamak zorunda. Ayrıca ahlak ve seçim yasalarını denetleyen bağımsız başka bir konseyde var. Başka bir ilginç nokta asker alma daireleri, burada alınacak askerlerin şehirle bir çıkar ilişkilerinin olup olmadığı ilkesi var. Anlayacağınız tam bir katılımcı karşılıklı çıkar ilişkisi olan bir Burjuva demokrasisi .

Floransa denince tartışmasız Medici ailesi var. Bu tüccar aile belirli bir asalete sahip olmayan Giovanni di Bicci den (1360-1429), Bayan Gian Gastone’nın 1737 de ölmesine kadar Floransa’yı ihtişamla yönetmiş. Bicci özellikle eski Yunan düşünürü Platon adına kurduğu kütüphane ve kurumlarıyla sanatçılara büyük destek verdi. Bu yapı özellikle Medici ailesi adına oluşturulan bakış açısını sanat yoluyla ifade edilmesini sağlamıştır. Son Medici Bayan Gastone’nin çocuğu olmadığı için tüm servetini ve iktidarını bir düke devrederken Floransa’nın tüm sanat eserleri Floransa sınırları içinde kalacak maddesini koşul olarak koymuş. Belki de Mediciler Venedik gibi donanmaları olmadığından Fransa ve Almanya gibi krallıklardan sıkça hamiyet talep etmiş ve politik evlilikler yapmışlardır.

Venedik’te Yahudi ve Türk gettosu çok meşhur. Venedik mimarisine de bakınca Türk ve Arap tüccarlardan fazla miktarda etkilendiklerini görebiliyorsunuz. İlk Bankacılık çalışmaları Yahudi gettosunda başlamış, banklarda oturan tefeciler alım satımı kurumsallaştırmışlar. Bankacılık sistemini ilk kuranlarda Floransalı Medici ailesi.

Para ve bankacılığın müşterilerinde oluşturması gereken sürdürülebilir güven duygusundan mıdır bilinmez ama gerek Medici ailesi, gerekse Venedik dükleri sanat ve mimari yönüyle hep ihtişama yönelmişler.

Sanatçılar ve yaratıcı olan her şey finansal olarak desteklenmiş. Bunu da uluslararası alanda sürdürülebilir bir emperyal ticaretin, her zaman yeni buluşlara ihtiyaç duyması olarak açıklamak belki mümkün olabilir.

Michelangelo, Botiçelli ve Da Vinci gibi sanatçıların eserlerine baktığınızda melekut alanını hep dünyaya indirme, empresyonizm (algıcılık) ve dolaylı bir sekülerleşme çabalarını görebiliyorsunuz.

Bu Papalığa karşı iktidar mücadelesi veren Kent soylu tüccarların teşvik ettiği bir durum olarak gözükmektedir. Buna bağlı olarak, paylaşmadan geçemeyeceğim bir durumda, Burjuva devletçiklerinin inşa ettirdikleri ihtişamlı Katolik kiliselerinde haç sembolüne pek rastlayamayışımdır. Adeta buralarda pagan sembolleriyle yaratılmaya çalışan mitolojik dille Vatikan’a karşı bir burjuva tavrı sezinleyebiliyorsunuz. Şu bilgi düzeyimle çözümleyemediğim var olan ezoterik dilde ayrı bir tartışmanın konusu.

Sanayi devrimi ve ticaret yollarının değişmesi üzerine, bu devletçikler tarihteki misyonunu tamamlamışlar. Ancak dünyada bankacılık sistemi, Rönesans-Aydınlanma ve yerel demokrasi gibi konseptlerin temelini de oluşturdular.

Venedik senatosu Osmanlıyla yaptığı anlaşma gereği para öderken Fatih’in muhtemel talebi üzerine Gentille Belliniyi Fatih’in portresini yaptırmak üzere gönderiyor ve Bellini portreyi yapıyor. Fatih Roma’nın mirasına sahip çıktığı gibi Kent soylu devletçiklerinde ne olduğunu da anlamaya çalışıyor. Rivayet odur ki durumun vahametini gören Venedik senatosu Büyük Kartal’ı (Fatih) zehirletiyor.

Venedik'ten, Floransa’ya uzanan bu kadar şehir devletçiklerinin birbirleriyle süren yüzyıllara varan çekişmeleri olmasa, güçlü sistemleriyle  Osmanlı atalarımızın çok daha başlarını ağartacakları bir gerçekti. Bu durumda  anlaşıldığı kadarıyla Allah’ın Osmanlı'ya bir lütfu olmuş.