YAHYA KEMÂL, SİLİKON VÂDİSİ'NE GİTSEYDİ…

Doç. Dr. Can CEYLAN
En zor zamanda, yenilginin kaçınılmaz olduğu anda bile Allah'tan ümidini kesmeyen ve "Hayır olandadır" sözünü şiâr edinen bir zihniyetin söz ustalarından da aksi beklenemez.

Türkçemizin güncelleyici isimlerinin başında gelen Yahya Kemâl Beyatlı’nın hayât hikâyesini roman-biyografi tarzında kaleme alan Beşir Ayvazoğlu kitabına “Bozgunda Fetih Rüyâsı” ismini vermiştir. Bu ismin ilhâmını da yine dilimizin önemli bir usta ismi Sezai Karakoç’un bir şiirinde geçen “Bozgunda bir fetih düşü” ifâdesinden almıştır. Sezai Karakoç’un şiiri şöyledir:

"Ya da yıkılmış atlar, ölüm çığlıkları

İçinden çekilen karanlık bir akşam

Ve güneş, karanlık bir kilise gibi sönen

-Yahya Kemâl mi?

-Ha evet, Yahya Kemâl;

Bozgunda bir fetih düşü.

Şimdi ben bozgunu yaşayan bir ulus gibi

Bozgununu yaşayan ulusum gibi

Gömülüyorum yabancı bir geceye"

Sezai Karakoç’un bu şiirinde umutsuzluk değil, olsa olsa hüzün vardır. Çünkü Sezai Karakoç da tıpkı Yahya Kemâl gibi aynı ontolojiden beslenir ve benzer dünya görüşüne sâhiptir. “Sürgün ülkeden başkentler başkentin” başlıklı şiirinde “yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır” diyen birinin kaleminden umutsuzluk dökülmesi düşünülemez.

En zor zamanda, yenilginin kaçınılmaz olduğu anda bile Allah’tan ümidini kesmeyen ve “Hayır olandadır” sözünü şiâr edinen bir zihniyetin söz ustalarından da aksi beklenemez.

Yahya Kemâl, koca bir imparatorluğun çöküşüne, doğduğu toprakların elimizden çıkmasına şâhit olmuş biri olarak yeise kapılabilirdi. Ama o, ölümü anlatırken bile “Artık demir almak günü gelmişse zamanda” ifâdesiyle bir gemi yolculuğuna benzetecek kadar vahdeti idrak etmiş bir yazardı.

Aynı neslin diğer önemli isimlerinden, millî şâirimiz Mehmet Âkif de aynı zihniyeti “Korkma” diye seslenerek dışa vurmuştur. Bediüzzaman Said Nursî de, öğrencileri büyük bir umutsuzluk içindeyken “Çay koy Keçeli, yeniden başlıyoruz” diyerek aynı zihniyeti ifâde etmiştir. Aynı bakış açısını Necip Fâzıl’da “Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir” sözleriyle görürüz.

Bu toprakların ekmeğini yiyip suyunu içen ve düşündüğünü hakkıyla yazıya dökebilen herkes aynı şeyleri yazacaktır. Ama Yahya Kemâl’in Türk-İslâm çizgisindeki duruşu bir rol model teşkil etmektedir. Bu rol model, sâdece Yahya Kemâl’in ve hatta sâdece Türk-İslâm anlayışının yapısını değil, var oluşun ve varlığı devam ettirmenin şifresidir.

Silikon Vâdisi kültürü

Bu okuduklarınızla Silikon Vadisi’nin ne ilgisi var, diye düşünebilirsiniz. Oysa bu zihniyet ve anlayış, dünyânın düzenini yeniden kuran anlayışın çıkış yeri olan Silikon Vâdisi’nin çalışma şeklidir.

26 Ocak 2020 târihli “Silikon Vâdisi’nde dava adamı olmak” başlıklı yazımda adı geçen Şahin Boydaş ile TRT Radyo-1’deki İnsan ve Anlam programındaki konuşmalarımızdan anladığım kadarıyla Silikon Vâdisi’nin kültüründe, sürekli ve kesintisiz bir başarı elde etme üzerine kurulu bir çalışma plânının işlemez. Defâlarca başarısız olmak, defâlarca iflas etmek, defâlarca ay sonunu getirememek ve ofis masraflarını bile son günde ödemek ya da ödeyememek, Silikon Vâdisi’nde çalışmak için kazanılması gereken tecrübelerin başında geliyor.

Silikon Vâdisi âdeta, “bozgunda fetih rüyâsı” görmek gibi, zarar ederken kâr etmeyi düşünmenin sıradan olduğu bir yerdir. Silikon Vadisi’nde yatırımcıların zarar etme ihtimâli yüzde doksan olan işlere yatırım yaparlar. Ama bütün paralarını tek bir girişime yatırmak yerine, yirmi işe yatırırlar. Bunlardan on dokuzu başarısız olsa bile birinin başarılı olmasıyla yatırımlarının karşılığını yüzlerce kat almasını alacaklarını bilirler. Silikon Vâdisi’ni oluşturan, geliştiren ve ayakta tutan kültür budur. Bu anlayışı herhâlde şiir olarak yazmak istesek, “yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer” ifâdesinden daha iyi anlatamayız.

Yeni dünyâ düzeni elimizin altında

Bizler, bizden aldıklarıyla bizim dünyamıza hâkim olanların hayrânı durumundayız. Oysa o hayrânı olduğumuz dünya, bizden aldığı varlık anlayışı bunu sağlamaktadır. Elimizde bulunan hâzinenin haritasına hurda kâğıt mualemesi yaptığımızın bile farkında değiliz. Bunun farkında olsak o haritanın daha nicelerinin sayfa sayfa, cilt cilt kütüphânelerimizde olduğunu da anlarız. O kütüphâneler öz dilimiz ve o dille yazılan nice edebiyat şaheseridir. Bu şaheserler, başka bir dile tercüme edildiklerinde, ifâde güçlerini kaybetseler de özlerinde cevheri dışa vurmaktadır.

Bu yüzden yazının başlığını burada, “Yahya Kemâl Silikon Vâdisi’ne gitseydi…” yerine, “Yahya Kemâl Silikon Vadisi’nde” şeklinde düzeltmek gerekmektedir. Yahya Kemâl Türkçe’nin şâiri olmasına rağmen, söyledikleri insanlığa hitap ettiği için onun anlattıkları nerede olursa olsun, Silikon Vâdisi’nde bile karşılığını buluyor.

Hz. Mevlânâ’nın kıymetini de dünya Nicholson ve ardından Coleman Barks’ın çevirilerinden tanıyıp öğrendikten sonra, yâni “onlar seviyor diye” sevmeye başlamıştık. Yahya Kemâl’de ise onun şiirlerinin “oryantalist” filtreden geçirilip önce İngilizceye sonra da Türkçeye çevrilerek sunulmuş hâlini değil, hangi kelimeyle ifâde edilirse edilsin, dünya görüşünü ve varlık anlayışı görüyoruz.   

Yahya Kemâl hayattayken Silikon Vâdisi olsaydı ve görseydi, hiç şaşırmaz ve yabancı hissetmezdi. Bana öyle geliyor ki, “Benim şiirle anlattıklarımı burada yazılım üzerinden oluşturdukları yaşam şekliyle gösteriyorlar” derdi.