Her şey bu kadar mıydı? diyebilirsiniz. Evet aslında bu kadardı ve "nerede kalmıştık…" mottosuyla yoluna devam eden bir ülke var artık önümüzde. Bu seçim öyle bir seçim oldu ki tüm ezberleri altüst etti, toplumun iradesini sandığa yansıttığı en demokratik seçim olma özelliğini de beraberinde getirdi.
Piri Reis Üniversitesi'nin mezuniyet gününde yaşananları izleyince bir kez daha ikna oldum. Neye ikna olduğumu birazdan anlatacağım. Ama önce yaşananları bir hatırlayalım.
Geçen gün "modernlerin" başkenti Bağdat Caddesi'nde otururken arka masamda konuşulanlara kulak verdim. Yanlış hatırlamıyorsam, üç kişilik bir arkadaş grubuydu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Muharrem İnce'ye, Meclis seçimlerinde ise HDP'ye vermekten bahsediyorlardı. Erdoğan'ı devirmenin formülü olarak bunu öngörüyordu müzmin muhaliflerimiz, "modernlerimiz"…
Siyaset sahnesine, gazete köşelerine, dergilere, mecmualara bakıyorum da gençlerle ilgili yazılan yazıların anlamsızlığı ve klişe cümlelerden oluşması gözüme ilk çarpan gerçeklerin başında geliyor.
"Birileri bir fitne, fesat kaynatıyor. Bu ne biliyor musunuz? Oyumu Cumhurbaşkanıma vereceğim ama parlamentoda AK Parti'ye vermeyeceğim.
Laflıyorduk. Sokağın bir köşesinde. Çayından bir yudum alırken, "oyum Erdoğan'a oğul, o var olmalı, ülke için…" diyordu. Gözlerine baktım, "Amca neden Erdoğan?" dedim. Pek varlıklı biri değildi, ama uğruna öleceği ailesi ve ülkesi vardı. Konuşmasının her cümlesinde bunu söylüyordu.
Nihayet Abdullah Gül konuştu ve 24 Haziran'daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmayacağını açıkladı. Geç kalmış bir açıklama olduğunu söylemek mümkün. Zaten hayatında elde etmiş olduğu tüm makamları Erdoğan'a borçlu olan Gül'ü bitiren kendisinin ismi her tarafta konuşulurken sessiz kalması oldu.
Devlet Bahçeli'nin erken seçim çağrısına, AK Parti olumlu yanıt verdi ve Türkiye 24 Haziran'da sandık başına gidiyor.