YENİ DÜNYADA KÜLLİYE KURAN KOCA REİS!

İrfan ÇİFTÇİ
Tüm Yazıları
1995'te Tercüman'ın başyazarı Taha Akyol, muhafazakâr geleneğin ülkeye hizmet yordamını anlatan bir yazı kaleme almıştı.

1995'te Tercüman’ın başyazarı Taha Akyol, muhafazakâr geleneğin ülkeye hizmet yordamını anlatan bir yazı kaleme almıştı. Hatırladığım kadarıyla, memlekete hizmet şevki ve iştahının muhafazakâr liderlere özgü bir haslet olduğunu Menderes ve Özal'ın yaptıkları açılışlarından örnekler vererek anlatıyordu. O arzunun, hevesin nasıl bir duygu olduğunu, ne tür bir enerji yaydığını ve nasıl hissedildiğini tam da o günlerdeki bir küçük salonda minik sergi açılışımızda yaşayacaktım. Tayyip Bey'in İBB Başkanı ve bizim de Kültür İşlerini yürüttüğümüz “İstanbul’un altın yılları”…  T.Z.Tunaya'da bir sergi açılışı yapıyorduk. 20 küsur metrekarecik minik bir sergi salonunda son derece mütevazı bir seçkin topluluk gelmiş. Biz ise kalabalık toplansın diye Başkan'ı ağırlama faslını uzatmaya çalışıyorduk. Hali pürmelâlimize halimize adeta nazire yaparcasına hadi getirin makası diye yekindi. Ardından öyle bir nidayla  “ya Allah, Bismillah” diye dünyayı avuçlarcasına, o minicik sergiyi, sanki Mars’ı fethe gidecek roketi ateşliyormuş gibi, çok büyük bir eseri, devasa bir tesisi açıyormuş gibi iştahla, coşku ile açtı. Sanırım orda bulunan herkese dalgalanan sinerji sirayet etmiştir. T.Akyol'un meramını o zaman cuk diye oturtmuştum. Tayyip Bey, Menderes-Özal geleneğinden tevarüs eden bayrağı tırmandırdığını, karizmatik liderliğini, efsaneleşecek aşkının boyutlarını o minik salonda da faş etmişti.   Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan'ın Amerika'da açtığı muhteşem külliye bugünden geleceğe atılmış tarifsiz bir adım. Uzun yıllar içine kapanıp paslanan ve Özal’la birlikte dışarı açılan Türkler; dünyanın dört bir yanına temas edince köklerindeki “alperenliğe” dokundu. Son 20-25 yıldır birçok ülkeye gittiğimizde masumane ve cesur çabaları gördük. Kendi imkânlarıyla aldıkları metruk kiliseyi, klasik ribat gibi kullananları, hafta sonları bir takım festivallerle kendi kültürünü yaşatma ve etrafına anlatma gayreti içindeki Anadolulu gençleri. Sözünü ettiğim bu oluşumlar bildiğimiz gurbetçilerin anavatanla olan simbiyotik ilişkisinden oldukça farklıydı. Üstelik Kazakistan'dan, Brezilya'ya kadar bir çok yerde paralellerin bu hasbi gayretlerin içine sızıp ülke imkanlarını kullanarak diyalog, birlikte yaşama vs popülist kavramlarla sulandırmasına rağmen. Türk toplulukları, kendi imkânlarıyla becerdikleri bu gayretlerde, 2003 sonrası TİKA ve son yıllarda TRT, Yunus Emre Enstitüsü başta olmak üzere Dışişleri ve birçok kurumlarıyla devletin şefkatini hissetmeye başladı. Bir Almancı ailenin çocuğu olarak Avrupa'nın birçok şehrinde artık dışarıyla ilişkisi mescide gidip gelmekten ibaret kalmış babamın arkadaşlarının (birinci nesil gurbetçiler) çoğundan şu sözleri duyuyorum: “bayram namazlarında konsoloslarımızı. Elçilerimizi gördük, gayri ölsek de gam değil” diye. Bugünkü bu gerçeği yıllar önce tahayyül etmiş, Nazım Hikmet’in 

“Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm 

ölsem gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstat?” diye Abidin Dino'ya şipariş verdiği bizim insanımızın mutluluk portresini gönlünde duyan usta bir el demek ki çalışıyor. Okyanus ötesindeki bu medeniyet hücreleri, dünya durdukça bu idrak üzere yaşayan insanımızın mutluluk resimleri vermesine vesile olacak. Aynı zamanda sadece bir ibadet hane değil, klasik geleneğimizde var olan “hayat içinde mabet” anlayışının çağdaş yorumu şeklinde örülen bu eserler manzumesi bugünün ihtiyaçlarına verilen kültürel cevaplar içeriyor. Bizim değerlerimiz ilk kez Okyanus ötesindeki yenidünyada günlük hayattan izole edilmiş uyduruk mono blok “yerleşke” olarak değil, hayatın içinden tecessüm eden ‘külliye’ ile temsil ediliyor. Yarınlara, bu medeniyet kervanı yürüyecek vesselam!