YENİDEN OSMANLI- III: OSMANLI'NIN İHYASI TÜRKİYE İKTİSADİ AKLA UYGUN MUDUR?

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Biliyorum, bu bizim insanımız için çok duygusal bir konu…

Son iki yazımda Osmanlı’nın İhyası konusunu incelemiştim. İlk yazıda ihya edilecekse son dönem Osmanlı’nın bizim milliyetçi – muhafazakâr camia ile organik bağı olabileceğini, klasik dönem Osmanlısının bizim milliyetçi – muhafazakâr camiayı oluşturan Anadolu Türkleri için çok da ecdat sayılamayacak bir devşirmeler bürokrasisinin güdümünde olduğunu yazmıştım. O yazıda bizim milliyetçi – muhafazakâr camianın Osmanlı algısındaki çarpıklığı anlatmıştım. İkinci yazıda diğer Müslüman halkların ve özellikle Arapların Osmanlı algısını deşifre etmiş ve onlara göre Osmanlı’nın ne ifade ettiğini irdelemiştim. Buna göre de Osmanlının ihyasına en çok Arapların karşı çıkacağına değinmiştim. Bugünse daha farklı bir açıdan olayı tahlil edeceğim: Farz-ı muhal bütün İslam ülkeleri bizim liderliğimizi kabul etseler, AB benzeri bir iktisadi ve siyasi oluşum gerçekleşse, Türk Devlet Reisi de Eyüp Sultan’da kılıç kuşanıp Ayasofya’da Cuma namazı kılıp Halife ilan edilse, bu durumun Türkiye için yararlı ve akılcı olup olmadığını tartışacağım. Biliyorum, bu bizim insanımız için çok duygusal bir konu… Ama bu tür meselelerde akıl yerine kalple hareket ettiğimiz içindir ki, çoğu zaman çıkmaz içinde kalıyoruz.

Yukarıdaki senaryonun geçerli olduğunu düşünelim. Bugünkü AB benzeri bir Müslüman Toplumlar Konfederasyonu kurulmuş olsun. Bu birlik ortak para ve ortak maliye politikasının uygulandığı bir entegrasyon süreci olsun. Böyle bir durumda Türkiye’nin iktisadi ahvali, bizim “yerli ve milli ahalimizin” psikolojisi ne olurdu? Bakalım…

Bir ekonomik entegrasyon sürecinde, eğer her türlü üretim faktörü (sermaye ve işçi) serbest dolaşımdaysa, yine hem ortak para politikası (tek para birimi – Avro benzeri) hem de ortak maliye politikası (bütün ülkelerde tek elden vergi toplanması ve tek elden kamu harcaması) uygulanması durumunda entegrasyon en zengin ülkelerden en fakirlere servet ve gelir akışına yol açar. AB’de bu durum farklıdır. Orada tek para politikası halen tamamlanmamıştır, tek maliye politikası da yoktur. Bu ise zenginlerin (Almanya’nın) diğerleri aleyhine daha zenginleşmesi anlamına gelir.

Eğer Osmanlı ihya edilecekse, bugünkü şartlar içinde diğer ülkelerin buna razı olması için Türkiye ile entegrasyondan menfaatleri olması gerekir. Bu da Türkiye’nin emekçilerinden, girişimcilerinden, vergi mükelleflerinden toplanacak parayla Afganistan’ın, Irak’ın, Suriye’nin, Somali’nin ihya edilmesi anlamına gelir. Yetti mi? Daha durun yeni başlıyoruz… Dünyada güvenlik sorunlarının en fazla olduğu, her nevi eşkıyanın boy gösterdiği, uyuşturucu ticaretinden beyaz kadın ticaretine gayr-ı kanuni işlerin en fazla vuku bulduğu coğrafyada güvenliği sağlamak kimin görevi olacaktır? Tabii ki, bu coğrafyada ordu denebilecek tek güç olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin. Bu coğrafyada açlıkla, salgın hastalıklarla mücadele edecek kurumsal yapı hangisidir? Tabii ki Türk Sağlık Bakanlığı. Türkiye’de çok küçük bir azınlık olan radikal selefi İslamcılarla fikir bazında kim mücadele edecektir? Diyanet İşleri Başkanlığı. Yani kendi memleketimizin bunca kalkınma sorunu varken, bu kadar senedir PKK ve FETÖ gibi teröristlerle mücadele ederken bir de bu geniş coğrafyanın sorunları ile uğraşmak ciddi bir finansal kayba, yüzlerce insanımızın kaybına ve Türkiye’nin enerjisinin boşa harcamasına yol açacaktır. Dahası şu anki halimizi finanse etmek için ciddi bir parasal kaynağa ihtiyaç varken, bu emperyal projenin finansmanı nereden gelecektir? Daha doğrusu bu kaynak musluğun başını tutan ABD, AB, Rusya ve Çin’den gelir mi? Cevap olumsuzdur.

Eğer bu entegrasyonda (yani ihya edilmiş Osmanlı İmparatorluğu’nda) emek dolaşımı serbest olacaksa, o takdirde, insan göçünün yönü bellidir: Ben birkaç istisna haricinde, hiçbir Türkün para kazanmak için Mogadişu’ya, eğitim için Bağdat’a, yaşamak için Karaçi’ye, dini yaşamak için de Riyad’a gideceğini zannetmem. Ancak aksi geçerlidir. Yani yıkılmış Irak, Suriye, Afganistan, Somali ve Libya’dan (bugün olduğu gibi kaçak değil, anasının ak sütü gibi helal ve yasal yollardan) Türkiye’ye sökün edecek binlerce “Yeni Osmanlı vatandaşını” milletimiz “ensar” gibi bağrına basabilecek midir? Muamma… Üstüne üstlük, haramzade Körfez Emirlerinin para babası kodamanlarının satın alacağı Türk firmaları da cabası…

Ticarete gelince… Şu anda Devletimizin doğru politikalarıyla hızla gelişen Silah Sanayimiz dışında yüksek katma değerli mal satacağımız ülkeler ihya edilmiş Yeni Osmanlı ülkeleri değildir. Belki inşaat sektörümüz bundan nemalanır. Ama Türkiye’nin bu süreçte değişecek emek yapısıyla ticaretimizde aslan payı düşük katma değerli giyim ve gıda sektörü olabilir. Belki –düşük bir ihtimal de olsa- tesettür modasına da İstanbul yön verebilir. Öyle ya Cemil İpekçi veya Muammer Ketenci kreasyonunun Kahire, Sana, Şam ve Kabil moda evlerinin favorisi olacağı aşikârdır.

Ez cümle… Böyle bir birlik bizi iktisadi olarak geriye götürür. Teknolojide geri kalmamıza, üretimde katma değerimizin düşmesine, gelecek göçlerle milli kültür ve kimliğimizin bozulmasına yol açar. Hiçbir akıl baliğ Türk böyle bir akılsızlığı kabul etmez. Ama iş farklı şekilde aksettirilmektedir. Mehter marşları eşliğinde fütühat hayalleri canlandırılmaktadır. İnsanlarımız akılları ile değil ama kalpleriyle harekete teşvik edilmektedir.

Son söz de şu olsun: Osmanlıyı ihya etmeye gerek yoktur. Çünkü zaten kurumları, halkı, kültürü ve yaşam tarzıyla Osmanlı bizatihi Türkiye Cumhuriyeti’dir.

Hayırlı Cumalar.