YILMAZ ÖZDİL VE ATHENA GÖKHAN

Funda ÖZKALYONCU
Tüm Yazıları
Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.

Yılmaz Özdil bir kitap çıkardı, Mustafa Kemal Atatürk'ü anlatıyor.

Kitap özel basım, koleksiyon kitap adı altında, 2 bin 500 TL. 23 Ocak, sabah 09.05’de satışa çıktı ve 1881 adet kitap, sadece internet üzerinden satıldı..

Bütün rakamların anlamı var.

Kitabın özellikleri var, özel yazılmış, kağıdı özel, baskısı özel, ciltlenmesi el ile yapılmış.

Kitabin kapağında yazar Yılmaz Özdil'in adı yok, sadece Mustafa Kemal Atatürk adı ile çıkmış.

Ve sadece 3 saatte tamamı satılmış, tükenmiş, bitmiş.

Tüm dünyada, böyle koleksiyon adı altında ve çok pahalı satılan bu tür kitaplar var.

Ben bu kitabı alır mıyım, hayır; almayı hiç düşünür müyüm, hayır.

Yılmaz Özdil'e karşı olduğumdan değil, yok Atatürk'ü rant için kullanıyormuş falan, onun üzerinden para kazanacakmış falan, ben hiç oralarda değilim.

Kitap çok pahalı, popüler ve ben tartışmalı hiçbir şeyin alıcısı olmam ondan.

Ben Sözcü okuyucusu da değilim, 24 saat muhalif olmak ya da yandaş olmak bana göre değil.

Çok yorucu bir hayat algısı olarak düşünürüm, hayatı böyle sırtımda bu algı ile yaşamak istemem, o küfe bana çok ağır gelir, taşıyamam.

Saplantı haline bir adama kafayı takıp, onun üzerinden hayatı takip edip muhalif de olamam.

Yorulurum hemen ben.

Dünya tatlısı, herkesin çok sevdiği, bayıldığı, benim de çok sevdiğim, Athena Gökhan Özoğuz, Twitter’da yazmış, "vay vay kitap 2 bin 500TL’ye satılmış, sayfaları altındanmıymış, Atatürk bilse, hiç istemezmiş, onun anlayışına tersmiş, bu Atatürk üzerinden rant sağlamakmış" falan diye.

Tabi orada kıyamet kopmuş, iki tarafta birbirlerine demediğini bırakmamışlar.

Adam, zaten yazar, bir dolu kitapları var, istediğini yazar, istediği kitabı çıkarır, istediği fiyatı koyar..

İsteyen alır, isteyen almaz.

Şimdi Yılmaz'da dese ki, yahu Gökhan, sende O Ses Türkiye'de 5 yıl jüri oldun.. Orada hem çok eğlendin, hem çok iyi para kazandın.. Ben senin aldığın parayı öğrendim, biliyorum, haftada 90 bin TL almışsın.

Bu beş sene içinde kırmızı düğmeye basıp döndüğün, benimle çalış diye ikna ettiğin çocuklardan hangisi albüm çıkardı, hangisini vokal olarak yanına aldın, hangisi çok ünlü oldu ve sahnelere çıkıp para kazanıyor.

Hiç yok değil mi?

Gencecik çocuklar ne hayallerle oraya geliyor, aileleri ne ümitlerle oraya geliyor, sonuç hiçbir şey, dese.

Hayaller, ümitler hep yalan, dese.

Orada da yarışmacıların rantı falan dese.

Yolun açık dediğiniz gariban yarışmacıların, yolunun açık olmadığını bile bile dese.

Bak Gökhan’ım, senin bir konserden aldığın paraya karışmam, onun hesabını hiç yapmam ama, jüri konusunda benim de bir matematik hesabım var, dese.

Peki asgari ücret ne kadar biliyor musun, senin bir haftada aldığın parayı asgari ücret ile çalışan bir işçi 10 sene falan çalışıp bütün aylıklarını üst üste koysa, falan diye hesaplar yapsa ve sorsa.

Ne diyeceksin?

Şimdi, bir kömür ocağı işçisi çıksa, yahu ben ağır işçiyim, bir aylık maaşım, 2 bin150 TL, bilmem kaç yüz metre de havasız çalışıyorum, senin kitabın da ayıp, senin jüri paran da ayıp dese, çok haklı olur değil mi?

O sektör, bu sektör falan anlamam ben, alın teri ile çok zor kazanılan paralar vardır haybeden, şansına kazanılan paralar vardır. 

Yılmaz Özdil'i sevmem.

Çok akıllı, çok entelektüel, kalemi tartışmasız çok kuvvetli.

Ama ben.

Fikirlerine, yazdıklarına, muhalifliğine, arkadaşım dediği, babası öldüğünde mezarına toprak atmış Muharrem İnce'ye yazdığı çok ağır yazı nedeniyle de değil.

Benim için, tuhaf bir gülüşü var, tuhaf bir gülümsemesi var, insanı acıtır gibi..

Olan bitenden üzülür gibi değil de, size oh olsun! der gibi.

Sanki elini uzatsan tutmayacak da, akılsız insan diye itekleyecek gibi hissederim.

Fikirlerinden eminim, ama duygularından emin değilim.

Funda'nın aklındakiler…

Yılların türkücüsü, İzzet Altınmeşe'nin oğlu varmış adı Fırat'mış, dizilerde falan oynuyormuş..

Ben ilk defa duydum.

İstanbul'da Bebek’te, popüler, ünlü bir mekanda kız arkadaşı ile kavga ediyor, dışarıya çıkıyorlar, sokakta kadını köşeye sıkıştırıyor, girişiyor.

Magazin kameraları yakalıyor, genç adam, montunu kapüşonunu kafasına sıkı sıkı geçirmiş...

Size ne, ben magazin malzemesi değilim, aşık olduğum kadınla tartışamaz mıyım, senin adın ne?, falan diye saçma sapan cevaplar veriyor.

Bakın yüzüme, o benim yüzümü ne hale getirdi diyor, adamın yüzü çizik içinde.

Kızın arkasından koşuyor arkadaşlar, cevap vermiyor. Hızlı hızlı kaçıp gidiyor.

Madem adam seni dövdü, durup anlatsana..

Şimdi ne diyelim?

Kadınlar da artık dayak yemiyor, onlar da erkeklere sağlam girişiyor.

Kadın erkek ilişkilerinde, akışında karşılıklı dayak, tokat, itiş kakış var.

Bu dayak, itiş kakıştan sonra, bu çiftler barışıyorlar, kol kola giriyorlar.

Bunun adını koyalım mı?

Ben biliyorum, ama burada koymayacağım.

... Profesör Celal Şengör, "organ bağışına karşıyım, el alemin dangalağını yaşatmanın ne alemi var" demiş.

İnanılmaz değil mi?

Koskoca profesör kayış kaydırmış.

Bizim ülkemizde 30 bin organ bekleyen, küçük çocuk, büyük herkes bekliyor.

Gerçekten hayat kurtaran en önemli ve insanı bir şey bu.

Ne ayıp koskoca profesör, organa ihtiyacı olan tüm insanları dangalak diye tanımlıyor.

Ama düşündüm de çok haklı.

İnsan bu adamın yüzüne bakınca, dediklerini duyunca, gerçekten dangalaklara organ bağışı yapmamak lazım.

Çok haklısın hocam.

Dangalak dolu.