YOLDAŞIZ, BEYDAŞIZ, BEKTAŞIZ, BEKTÂŞÎYİZ

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Hacı Bektâş Veli'nin gerçek müridleri; Üçler'i, Yediler'i, Kırklar'ı yoldaş bilip attıkları adımda eriştikleri her beldeyi, dosta cennet, düşmana cehennem kıldılar.

Bir Muharrem ayını daha yaşıyoruz. İnşllah idrak edebiliyoruzdur. Muharrem’i idrak etmez, Nûr-ı Muhammedî emânetini taşıma zincirindeki ikinci neslin iki halkasından biri olan Hz. Hüseyin’i anlamaktır; O nurun ışığı ile bakmaktır. Işığı görmek, nasip kısmet işidir. Kimisi arkasından gelen ışığın düşürdüğü gölgeye bakıp intizar eder. Kimisi, gözü ışıktan kamaşınca iyice kör olur; a'ma gezer.

Bu yüzden, ışığa bakmayı bilmek gerek. Bilmeyene öğrenmek gerek. Öğrenmek isteyene öğretmek gerek. Derdi aydınlık olan münevverler, bin yıldır bir davânın peşindeler. Aydınlık elektrikten gelmeye başlayalı beri, parlaklığı “aydın” zannetmek gafleti, mârifet zannedilir oldu. Elindeki ışığı kendisi zannedenler, aydınlatmak yerine bakanları kör etti.

Nice yüz yıllardır ışıkla karanlığa gömülmüş, gözlerimiz kamaşmaktan kör olmuş hâldeyiz. Etrâfa bakındıkça, gözlerimiz yanıyor ve yaşı kurumuyor. Ama bu yaş, gözyaşı değil; âdeta göz kanı.

Yanlış gitti bir şeyler ve yanlışta ısrar ediliyor. “Güneşi paltosunun astarı içinde kaybeden” gâfiller gibi, aydınlanan yerlere değil, aydınlatan ışığa bakıp kör oluyoruz. Alevi tutmaya çalışıp yanıyoruz.

Ateşi tutmayı bilmek gerek

Horasan erenlerinin Ahmed Yesevî Ocağı’nda yanan ateşten tutuşturdukları meşâlenin ışığı yanmaya devam ediyor.

Orta Asya’dan başlayan yolda, bir ok atımı mesâfeyi hedef tutup emin adımlarla ve fütüvvet azmiyle yol alanların gayreti ve mârifeti dağları yol, ovaları oba eyledi.

Hacı Bektâş Veli’nin gerçek müridleri; Üçler’i, Yediler’i, Kırklar’ı yoldaş bilip attıkları adımda eriştikleri her beldeyi, dosta cennet, düşmana cehennem kıldılar.

En büyük güçleri tevâzu oldu, ama ne baş ne de boy eğmediler zâlimin tehdidine. Lüzûmunda baş verdiler, ama yollarına halel getirmediler ve laf ettirmediler.

Ateşi bilenler, beğendikleri beye bağlandılar; beydaş oldular. Yürüdükleri yolda attıkları her adımda zaman içinde Bektaş oldular. Kendilerine Bektâşî denildi.

Çerağını Ahmed Yesevî’nin ocağından tutuşturan Sultan Bektaş’ın müridleri, beğenmeyi bildiler ve esas kabul ettiler. Beğendiklerini başa getirip beyleri bildiler.

Bektaş, vatandaştır

Allah sevgisi, yâni Kut bilgisine dayanan Türk töresinde, devlet, törenin yaşandığı beldedir. Töreyi bilip tâbi olan devletin hizmetine lâyık olur. Devletin başı, beydir. Bey, beğenilen ve güvenilen kişi demektir. Bey olacak kişinin cinsiyeti önemli değildir. Devleti temsil eden beye tâbi olanlar, aynı bey etrâfında toplanıp “beydaş” yâni “bektaş” olurlar. Bektaşlığın günümüzdeki karşılığı, aynı toprağı vatan bilmektir; vatandaşlıktır.

Osmanlı bunu bildiği için, fütüvveti Bektâşîliğe bağlamış, kellesini koltuğuna alan yeniçerileri Bektâşîliğe tâbi kılmıştır. Gerçek Bektâş yenicileri, gittikleri yeri talan değil, âbâd ettiler. Yeniçerilerin beydaşlığı bozulunca fütüvvet de durmuştur.  

Türk, töresi olan demektir. Bey, töreden ayrılırsa beyliği biter. Bektaşlar, yeni bir bey seçerler. Bey, geçicidir, ama beylik ve bektaşlık bâkidir. Bu yüzden Türk devletinin ismi değişse de bâki ve pâyidâr kalır.

Son yıllarda türlü isimler altında gruplandırılıp bölünmeye çalışılan milletimizi birleştiren ırk değil, yol olmuştur. Bektâşîler, Mevlevîler, Rifâîler, Kadirîler, Nakşibendîler, Bayrâmîler, Halvetîler, Uşşâkîler, Şâzelîler, Ekberîler ve daha niceleri, aynı yolda yürüyegelmiştir. Bu yolun durağı yoktur; istikameti vardır. Bu yola dâhil olan, yoldaş ve beydaş olur. Yoldan çıkanın yoldaşı ise şeytan olur.

Şimdilerde “tabela yoldaşlığı” hevesine kapılanların beyleri bey, yolları yol değildir. Yolu yol olmayanların, gösterdikleri hedef de belâ ve musibetten başka bir şey olamaz. Anadolu irfânının önce dallarını budayanlar, onun yeniden yeşermesini önlemek için, artık köklerine kastetmektedir.

“Bir olalım, iri olalım, diri olalım” diyen Hacı Bektaş Velî’nin arkasına saklanıp iş çevirenler birliğimize, iriliğimize ve köklerimize kastedip diriliğimize saldırmaktadır.

“Asıl körlük, nankörlüktür” diyen Hacı Bektaş Velî’nin ocağına çöreklenenler, bu ocaktan lokma yemek yerine, körlerin mutfağındaki aşa sevdalanmaktadırlar.

‘Erkek, dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde” diyen Hacı Bektaş Velî’yi marka zannedenler, kökü dışarıda olan cinsiyet havarilerinin peşine takılıp rengârenk bayraklar açmaktadır.

Bunlar gibi hokkabaz ve düzenbazlara, başka mecrâlarda söylenecek çok başka sözler var ama, Hacı Bektaş Velî, bu gibileri yüzyıllar öncesinden şöyle deşifre etmiş: “Âdem sûretinde olan herkes, Âdem değildir.” Yâni, bektâşî sûretinde olan herkes de bektaş değildir.

Cümle canların, gönüldaşların, yoldaşların, bektaşların ve gerçek ihvânın âşûrası mübârek olsun, kut getirsin.