Seçimlere yaklaştığımız bu süreçte CHP'den henüz böyle bir "vaat" gelmedi fakat Yılmaz Özdil'in yaşadıklarına bakacak olursak "her devrimin önce kendi çocuğunu yiyeceğinin" ilk fragmanını yayınladılar.
İnsanın aklına ister istemez Gürsel Tekin’in 7 Haziran seçimleri öncesi söylediği sözler geliyor. İktidar medyasını kast eden Tekin, “8-9 Haziran’da ilk işimiz bu kirli gazetelerin tamamına el koymak olacaktır” demişti.
O dönem AK Parti tek başına iktidar olacak çoğunluğu sağlayamadı. Davutoğlu partinin genel başkanıydı ve çok uğraşmasına rağmen (bunu ben demiyorum CHP’lilerin kendisi söylüyor) CHP’yle koalisyon da gerçekleşmemişti. Dolayısıyla Gürsel Tekin’in “hayalleri” suya düştü.
Seçimlere yaklaştığımız bu süreçte CHP’den henüz böyle bir “vaat” gelmedi fakat Yılmaz Özdil’in yaşadıklarına bakacak olursak “her devrimin önce kendi çocuğunu yiyeceğinin” ilk fragmanını yayınladılar.
BASİT BİR ELEŞTİRİNİN SONUCU
Özdil’le paralel düşen herhangi bir siyasi perspektifim yok ama bir meslektaşımın ifade özgürlüğünü sonuna kadar savunuyorum. İşin ironik tarafı Yılmaz Özdil’in haklarını savunan pozisyonda benim olmam. Çünkü bu linç kampanyasının özü Sözcü televizyonundan kovulmasıyla başladı, ardından birkaç gün daha süren linçin sonunda Sözcü gazetesindeki yazılarına da son verildi.
Her şey gözümüzün önünde gerçekleşti ve o meşhur cümleyle “hepsi oradaydılar”. Sözcü ekranlarında “Meral Akşener masayı dağıttı demek bir gazeteci ahlaksızlığıdır” sözünün doğrudan CHP’yle bile ilgisi yok. Üçüncü sınıf dünya ülkelerinde dahi bu basit sözün üzerinde durulmaz, okunur geçilir. Ama Özdil’in yazısından da anlayacağımız üzere öyle bir kampanya yürütüldü ki bu baskıya da dayanmak mümkün olmadı.
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ KISITLAMAYI MI VAAT EDİYORLAR?
Kimin sözü hatırlamıyorum ama “demokratik bir anayasadan daha çok o anayasayı hazırlama sürecindeki çoğulculuk önemlidir” derler. Bugün geldiğimiz noktada da daha iktidara gelmeden bir cümlelik eleştiriyle insanları yaka paça işinden uzaklaştıran bir partinin iktidar olduktan sonra yapacaklarıyla ilgili minik bir spoiler var burnumuzun dibinde.
Yıllarca muhalif medyada AK Parti’ye karşı duruşuyla bilinen ve Türkiye’nin en çok okunan yazarlardan biri olan Yılmaz Özdil’in bu yaşadıklarını basın özgürlüğüyle ilişkilendirmek mümkün müdür?
İnanın bu yaşananlardan sonra İTÜ’den tarihçi dostum Barış Ertem’in dediği gibi Yılmaz Özdil’in yeni kitabının ismi “Aslında Vahdettin de Biraz Haklı olabilir” olsa yeridir.
Bu talep rasyonellikten uzak
Seçime girecek olan partiler ittifaklarını güçlendirme arayışlarına devam ederken geçtiğimiz gün siyaset kulislerini meşgul eden bir haber çıktı. Yeniden Refah Partisi Cumhur İttifakı’na katılmak için “6284 sayılı yasanın aile bütünlüğünü bozucu hükümlerinin ayıklanmasını” talep etmişti.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık da bu gelişmenin üzerine “6284 sayılı kanunun ruhuyla ve mevcudiyetiyle varlığı son derece önemlidir. Varlığının tartışmaya açılması dahi bizce kabul edilemez” açıklamasında bulundu.
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair kanun İstanbul Sözleşmesi’nin kazanımlarından biri. Ve mevcut şartlarda o hükümlerin yerine daha iyi bir madde gelmediği sürece ayıklanmasını talep etmenin rasyonel bir tarafı yok.
Ayrıca “aile bütünlüğünü bozucu hükümler” nelerdir? Bu ifadenin altyapısı da belirtilmiş değil. Kime ve neye göre?
Bugüne kadar İstanbul Sözleşmesi’yle alakalı yapılan tartışmaları da anlamsız buluyorum. Bu sözleşme ne tüm kötülüklerin anası ne de her soruna çözüm sağlayan bir metin. Üzerinde yapılan yaygara da zaman kaybından başka bir şey değil. Sonuçta mahkeme salonlarında sözleşme değil, kanun esas alınıyor.
Kanunun eksik ya da boşluk oluşturabilecek tarafları tartışılabilir ama yerine konacak daha iyi bir tasarı yoksa altyapısı oluşturulmadan birtakım maddelerin toplumsal uzlaşı olmadan ayıklanmasın talep etmek (böyle bir şey varsa) politik gerçeklikten de uzak maalesef.