​ÖLÜRÜZ BELKİ AMA BİZE "YASAK" İŞLEMEZ!

Murat BAŞARAN 04 Tem 2017

Murat BAŞARAN
Tüm Yazıları
Tek Parti zulmünün, millete dinini yasak ettiği yıllar.

Tek Parti zulmünün, millete dinini yasak ettiği yıllar.

Sami Ramazanoğlu Hazretlerinin talebesi Kayseri Yahyalılı Hacı Hasan Efendi gençlere Kur’an-ı Kerim ve din öğretecek. Her gün iki tanesini seçer, birini sağına, birini soluna alır çarşıya doğru yürüyüş yapar ve o esnada ne öğretebilirse öğretmeye çalışır. Bir zabit görüp bir şey sorarsa çarşıya alışverişe gidiyorlarmış havasıyla…

Evden çarşıya her gün defalarca yürüyüşler. 

Çünkü evler basılıyor. Ahırlar aranıyor. Nefes aldırılmıyor. 

Başka bir örnek Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerinden… Aynı baskı döneminde üç talebesini alıyor, ticari bir taksiye biniyorlar. Ciddi bir para verip, “Evladım, bizi bu para kadar İstanbul’da dolaştırıver…” diyor. Ve Kur’an dersi o taksi yolculuklarında icra ediliyor. 

O yıllarda Fransa’da yaşanan bir hadise de aslında durumun vahametini ortaya koyar. CHP’nin tahsil için yolladığı gençlerden biri orada vefat eder. Getirilmesi çok zor. Orada defnedilecek. Fakat hiçbiri bu işin nasıl yapılacağını bilmiyor. Sonunda Türkiye’de yaşamış Ermeni bir papazın tarifi ve yardımlarıyla vefat eden genci İslami usullere göre defnediyorlar. 

Mete Tunçay’ın veciz tespiti akla geliyor önce:

“Türk insanı ticareti Alman hukukuna göre yapar. Suç işlediği zaman İtalyan hukukuna göre ceza alır. İdari işler Fransız kanunlarına göre yürür. Evlilik, boşanma ve sair aile hukuku İsviçre kanunlarına göre düzenlenir. Öldüğü zaman ise İslam hukukuna göre gömülür.”

“Mecelle”ye dünya hayrandır halbuki. 

Aslında bu karmaşanın daha doğrusu trajedinin sonucu, zulme rıza gösterenler için Mina Urgan’ın “Tanrıya şükür ateistim” ifadesinde kendisini bulmuştur. 

1935 ile 1950 yılları arasında Türkiye’de hiç Kur’an-ı Kerim basılmaz. Günümüzde her yıl 1,5 milyon civarında basılıyor.

O zamanlar acaba millet mi dinsizdi, devlet mi?

1934’te Matbuat Genel Müdürü Vedat Nedim Tör’e Eşref Edip resmi bir yazı ile müracaat edip Peygamber Efendimiz’in hayatını yazıp bastırmak istediğini ifade eder. 

Demek ki herhangi bir kitap yazmak, bilimi put edinen rejimde izne bağlı…

Kendisine Vedat Nedim Tör’ün resmi cevabı şu şekildedir:

“Biz her ne şekil ve suretle olursa olsun memleket dahilinde dini neşriyat yapılarak dini bir atmosfer oluşturulmasına ve gençlik için dini bir zihniyet fideliği vücuda getirmeye taraftar değiliz.”

O sıralarda liselerde okutulan Medeni Bilgiler Kitabı 364. sayfasında yer alan satırlar çağdaşlaşma gayretlerinin örneğidir:

“Türk, İslamiyeti kabul ettikten sonra Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Allah ve Peygamber uğruna kendi ruhunu, benliğini, hayatını unutmuş, sonucu alçaklık olan, esaret olan aşağılık bir hedefe sürüklenmiştir.”

Kazım Karabekir’in “Paşalar’ın Kavgası”ndan:

“İsmet İnönü şöyle dedi, Türk milleti Müslüman olarak kalmaya devam ettiği müddetçe güvende olmayacaktır. İngiltere ve Batı’nın samimi dostluğunu kazanamayacaktır. Bulgarları kendimize örnek almalıyız.”

Yine “Paşaların Kavgası”ndan:

“19 Ağustos 1923… Ankara İstasyon binasında İslam’ı yok etme toplantısı. Ve İsmet İnönü’nün ifadesi: Elimizde kuvvet varken bütün hocaları kaldıralım.”

1933’te Sofya Büyükelçisi Tevfik Kamil Koperler yıllık izin için Türkiye’ye geliyor. İnönü ile aile dostudurlar. Ziyarete gidiyor. Sohbetin bir yerinde Başvekil’e şöyle diyor:

-Biraz da manevi gelişmeye hizmet etsek!

İsmet Paşa’nın cevabı:

-Hala böyle şeyler düşünüyorsunuz. Biz 30 sene sonra Türk gençliğinin kafasını Allah, Peygamber gibi boş laflardan ve kavramlardan kurtarmış olacağız.

30 yıl demişken, Recep Peker’i hatırlamamak olmaz. 

Meclis zabıtlarına geçen ifade şöyle:

“Dini memleketten kaldırmak için 30 seneye daha ihtiyacımız var. Benim dinsizliğim taassup derecesindedir.”

Recep Peker’e devam; yıl 1946, yine meclis zabıtları. Mecliste komünizm ile mücadele üzerine konuşuluyor. Henüz hadiseyi kavrayamamış vekillerden biri söz alıp komünizmle ile ilgili mücadele için “dine biraz revaç verelim” diyor. 

Peker hışımla kalkıp söz istiyor ve tarihe geçen sözü haykırıyor mecliste:

“Zehirle zehir tedavi edilmez!”

Hani saftirik Marie Antoinette, ekmek isteyen halka “Ekmek bulamıyorlarsa, pasta yesinler” demiş ya…

Recep Peker Kayseri’de arabasının önünü kesip “Ekmek bulamıyoruz” diye yalvaran halka arabasından inip fırça atıyor: “B.. yiyin…”

Ne 28 Şubat 1000 yıl sürdü…

Ne 30 yılda dinimizi unuttuk…

Fakat aradan neredeyse 100 yıl geçti, CHP bu milleti anlayamadı…

Neden iktidarsız olduklarını da…

Yürüyün…