İskandinav refah modeliyle övülen İsveç, son yıllarda dikkat çekici bir ekonomik tabloyla karşı karşıya. Ülkedeki milyarderlerin toplam serveti, ülkenin yıllık gayri safi yurt içi hasılasının yüzde 31’ine ulaşarak dünya genelinde dikkat çekici bir rekor kırdı. Şu an 45 milyardere ev sahipliği yapan İsveç, kişi başına düşen milyarder sayısında ABD’yi bile geride bıraktı.
Ancak bu artışın temelinde üretim değil, miras yatıyor. Gayrimenkul ve madencilik gibi spekülatif sektörlerin ön plana çıkması, üretime dayalı ekonomik büyümenin geri planda kaldığını gösteriyor.
Ekonomi Üretmek Yerine Devralıyor
Uzman analizlerine göre İsveç’teki servetin yaklaşık yüzde 70’i miras yoluyla nesilden nesile aktarılıyor. Teknoloji ve sanayi gibi katma değeri yüksek alanlar yerine, atadan kalma servetlerle zenginleşme eğilimi öne çıkıyor. Bu tablo, üretim ve yenilik odaklı ekonomik büyümeyi zayıflatırken, zengin-yoksul uçurumunun daha da derinleşmesine neden oluyor.
Vergi Politikaları Zengini Daha Zengin Yapıyor
Geçmişte varlıklı kesime yönelik vergi yükünün hafifletilmesi, özellikle de miras vergisinin kaldırılması, sermaye sahiplerinin servetlerini korumasını ve artırmasını kolaylaştırdı. Düşük konut vergileri, hafif sermaye vergilendirmesi ve düşük faiz oranları da bu eğilimi destekleyen diğer unsurlar arasında yer alıyor. Bu durum, üretime dayalı değil, birikmiş sermayeyi elinde tutanların daha fazla kazandığı bir ekonomik yapı oluşturuyor.
Toplumsal Sessizlik: Servet Uçurumu Konuşulmuyor
İsveç kamuoyunda bu servet eşitsizliği beklenen ölçüde gündem oluşturmuyor. Göç, güvenlik ve sosyal entegrasyon gibi meseleler gündemi meşgul ederken, devasa servet birikiminin oluşturduğu sosyal dengesizlik görmezden geliniyor. Uzmanlar, bu sessizliğin uzun vadede ciddi toplumsal huzursuzluklara kapı aralayabileceği uyarısında bulunuyor.
Adil Paylaşım ve Üretim Temelli Ekonomi Şart
Ekonomistler, zenginliğin yalnızca miras yoluyla değil, üretim ve yenilikle desteklenmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Üretim temelli ekonomik yapının teşvik edilmesi, hem sosyal adaleti güçlendirecek hem de uzun vadede ülke ekonomisini daha dirençli hale getirecektir.
Türkiye’nin izlediği milli üretim ve kalkınma stratejileri, bu noktada örnek bir model olarak öne çıkıyor. Yerli üretimi, sanayi yatırımlarını ve istihdamı ön planda tutan politikalar, sadece bugünü değil, geleceği de garanti altına alan adımlar olarak dikkat çekiyor.