Sıcak bir hafta sonunda yapılabilecek en güzel şey bence serin bir kapalı mekanda güneşin batmasını beklemektir. Sokağın kıvrıldığı köşede ki Kültür Merkezi'nden daldım içeri. Yeni yazarların yer aldığı bir söyleşi de rastladım "Gülcan Aksoy'a".
Gülerek
bahsediyorlardı ilk kitap maceralarını, samimi ve içtendiler. Öykü Kitabını
imzalatırken Gülcan Ukşal Aksoy'a, biraz daha yakından tanımak istedim
kendisini.
O halde
serin bir içecek eşliğinde sizlerde buyrunuz okumaya...
Edebiyat hayatında ne zamandan beri var? Ne zamandır
yazıyorsun?
Yazmak denildiğinde önce kalem ve kâğıt geliyor
insanın aklına ama ben kalem ve kâğıt olmadan hatta okuma yazma bilmediğim
dönemde bile yazıyordum aslında. Çocukken kurguladığım ve içinde yaşadığım
renkli düş dünyalarım vardı.
Gerçek anlamda yazmaya günlük tutarak başladım.
Kurgusal anlamda yazmaya başlamam ise oldukça geç oldu. Hayattaki pişmanlığım…
İlk öykülerle başladın sanırım, blog açıp öykülerini
yayınladın, değil mi?
Yazım atölyelerinin şimdiki kadar çok olmadığı
zamanlarda, bir öykü atölyesine katılmıştım.
Böylece öykü yazma serüvenimde başlamış oldu. Öyküler birikince, “Ne
yapmalıyım?” diye düşünmeye başladım. Bir de o dönem yazdığım her şey bana
şaheser gibi görünüyordu, çok kıymetliydi her bir öyküm. Tam da o dönemde
ekranda edebiyatla hiç ilgisi olmayan bir programa bakarken, adam bana dönüp;
“Neden cevap bile alamayacağınız yayınevlerinin kapısında bekliyorsunuz ki?
İnternet diye bir şey var ve kendinize bir blog açarak bir sürü insana
ulaşabilme imkanınız var. Üstelik de bedava!” dedi. Sanki yayının ortasında
sırf bana seslenmek için zamanı durdurmuştu. Araştırdım ve bir öykü blogu
açtım. Her gün kaç kişi girmiş diye heyecanla açıyordum sayfamı. Güzel bir
başlangıçtı benim için.
Dünyanın çeşitli yerlerinden insanların yazdığım
öyküleri okuması tanımadığım bir sürü insanın öykülerim hakkında yorumlar
yazması çok keyifli ve çok da özeldi benim için.
İlk kitap! Ve ilk imza... Gülcan Ukşal Aksoy o gün
nasıldı?
İlk kitabım bir romandı. Onca öykü yazdıktan
sonra roman yazmış ve birçok yayınevine göndermiştim ama hiçbirinden olumlu ya
da olumsuz bir geri dönüş alamadım. Hayal kırıklığı yaşıyordum. Öte yandan
birçok yeni yazar arkadaşımın kendi kitaplarını kendi paralarıyla bastırdığını
duyuyordum ama araştırmıyordum da. Öyle ya mutlaka bir geri dönen olacaktı.
Sonra yayınevlerinin kağıda gelen güncellemelerle yeni yazarlardansa bilindik
yazarları tercih ettiklerini fark ettim.
Yine bir gün can sıkıntısıyla elimdeki telefonda
çevirdiğim videolardan birinde (edebiyatla hiç ilgisi olmayan bir video
olduğunu belirtmeliyim) adam , “Beş kuruş ödemeden yazdığınız kitapları
bastırabileceğinizi biliyor musunuz?” dedi.
İlk romanım: Gök Gürültüsü'nü böylece KDY’den
yayınlattım. Basılı, üstünde adımın yazılı olduğu bir kitap büyük bir heyecan
yarattı tabi. Eşe, dosta, akrabaya
kitaplarımı imzaladım. Sonuç? Hepsi bu!
Ne olmasını bekliyordum?
Ağaca ve buluta benzemeyen bir şey olmalıydı ama
olmadı.
Türkiye’de yazar okurdan çok mu sence? Okur kitlesini
nasıl değerlendiriyorsun?
Buna gülüyorum çünkü öyle, yazanlar, yazmaya
çabalayanlar okurlardan çok fazla. Bazen kimin için yazıyoruz diye düşünüyorum.
Yazmak için harcanan emek bir yana, kendinizi hayattan çekmeniz gerekiyor,
yaşamayı erteliyorsunuz. Karşılığında herhangi bir maddi beklentiniz de olmadan
üstelik, hatta anlattığım gibi bir bütçe ayırarak. Tek istediğiniz birilerinin
okuyup anlattığınız hikayeyi düşlemesi. Yani sizi anlaması.
Kitabımı hediye ettiğim insanlarla tekrar
karşılaştığımda gözlerinin içine bakıp bir şey söylemelerini bekliyordum. Tek
satır bile okumamış olduklarını anlamak çok zor olmuyordu. Cep telefonlarındaki
kısa videoları kaydırarak izlemek oturup kitap okumaktan çok daha keyifli
çünkü. Bu yüzden her şeyi elinin tersiyle itip düş peşinde koşanlar, hala kitap
okuyarak hayal kuranlar çok kıymetli benim için. Okur sayısı ne yazık ki az ve
giderek de azalacak. Belki ileride matbu kitaplar antika olacak.
Kim bilir?
Bir öykü yarışmasında ödül de aldın. Onaylanmak nasıl bir
his? Sana ne hissettirdi?
Evet. Okurlar ile imza günlerinde söyleşilerde
buluşsak da insanın usta isimlere ulaşıp yazdıklarına dair değerlendirme alması
zor. Bunun en kolay yolu sanırım; 'yarışmalar'. Seyhan Livaneli Öykü
Yarışması'na bu niyetle katıldım.
"Unutulan Kasaba ve Uzak Baharlar" adlı öykümü yolladığımda
sonucu merakla beklemeye başladım. İlk beş finalist arasında olduğumu
öğrendiğimde benden mutlusu yoktu. Bu benim için yeterliydi. Sahneye çıkıp
ödülümü aldığımda çok keyif aldım. Bir otorite tarafından onaylanmak güzel; doğru
yolda olduğunuzu hissettiren bir haz.
Fakat madalyonun ters yüzünden de bahsetmeden
geçemeyeceğim. Şöyle ki; çok öykü yarışması yapılıyor ve buradan gelen
sonuçların karşılığı öyle az ki sektörde, ödüller ancak ödülü alanı etkiliyor,
camiada bir önem arz etmiyor. Bir de tabii bazı yarışmaların tarafsızlığı
konusunda da şüpheye düşüyor insan. Tek öykü ile katılım sağlanan yarışmalar
için değil ama roman katılımıyla gerçekleşen yarışmaların başvuru tarihiyle
sonuç tarihinin arasının 1 ay gibi kısa bir süre olması düşündürücü doğrusu.
Bu kadar kısa sürede bunca başvurusu olan o
romanların gerçekten okunup değerlendirilmesi imkânsız gibi geliyor bana.
Edebiyat dünyası kitapları nereden takip ediyor? Tanıtım
ya da PR'a bakışın ne? Kitabın reklamı olur mu?
Edebiyat dünyası belli başlı yayınevlerinden
çıkan kitapları takip ediyor. Beni çok
kötümser bulabilirsiniz ama müthiş bir eser çıkarmış olsanız bile şansınız
yaver gitmemişse o dünyaya giremiyorsunuz. Önemli bazı yazarların edebiyat
dünyasına giriş hikâyelerini bizzat kendilerinden dinledim ve şansın ne kadar
büyük bir öneme sahip olduğunu gördüm.
Günümüzde tanıtım, fenomenlere gönderilen
kitabınızın hiç okunmadan kalıplaşmış birkaç kelamla birlikte sayfada resminin
paylaşılmasından başka bir şey değil. Hala gerçek okurun bunlara pirim
vermediğini düşünmek istiyorum. Kendimden pay biçersem hiç öyle bir tanıtımdan
gördüğüm kitabı, merak edip okumadım. Elbette paylaşırken kitabı duyurmak gibi
bir derdin oluyor ama ne yalan söyleyeyim gerçek bir otoritenin kitabımı okuyup
üstüne bir eleştiri, tanıtım yazısı yazması bana çok keyif verir, beni mutlu kılardı.
Yeni kitap var mı peki? Hikâyesi ne?
Yukarıda söylediğim onca şeye rağmen; evet, hala
yazıyorum.
Benim edebiyat alanındaki serüvenim ilk roman "Gök Gürültüsü" ile başladı.
Sonra ikinci kitabım da bir roman olarak geldi; "Neden Kulağını Kestin Vincent".
Üçüncü kitabım bir öykü kitabı oldu. Biriken
öykülerden seçtiklerimi "Hişt hişt
duyan var mı?" adlı dosyada topladım. Arada iki ayrı seçki kitabında
birer öykümle yer aldım; "Umutlu
öyküler" ve "Kent öyküleri". Şimdilerde üstünde çalıştığım
kitabım; felsefi, fantastik bir roman. Arthur Schopenhauer, asal sayılar ve
başı belada, ismini vermek istemeyen bir matematik öğretmeni desem yeterli olur
sanırım. Merak edenler (burada gülüyorum) biraz bekleyecekler; yıl sonuna
yetişmesini umuyorum.
Son olarak "Yazmak" senin için ne ifade ediyor?
Yazmak benim için bir tutku, asla durmayacağımı
biliyorum. İyi edebiyatın bir gün yerini bulacağına duyduğum inançla yazmaya da
devam edeceğim.