13 Ağustos’ta Ankara’da imzalanan Türkiye-Suriye askeri iş birliği mutabakatı, Ortadoğu’nun kırılgan dengelerini sarsacak türden bir gelişme olarak öne çıkıyor. Bu tarihi adım, sadece askeri bir anlaşma olmanın ötesine geçerek, enerji güvenliği, jeopolitik denge ve bölgesel ittifakların geleceği açısından büyük yankı uyandırdı. Özellikle İsrail ve ABD destekli SDG için mutabakat, bölgede kurmaya çalıştıkları yapının temellerini tehdit ediyor.
türkiye’den teknik destekle yeniden yapılandırılan suriye ordusu
Mutabakatın merkezinde, Suriye ordusunun yeniden yapılandırılması ve “tek devlet, tek ordu” prensibine dayalı bir güvenlik mimarisi yer alıyor. Türkiye’nin Şam’a sağlayacağı askeri eğitim, danışmanlık, lojistik destek ve teknik yardım, sadece bir iş birliği değil, aynı zamanda bölgedeki askeri güç dağılımının yeniden kodlanması anlamına geliyor.
Milli Savunma Üniversitesi’nde başlayan teknik temaslar, Suriye Savunma Bakanlığı heyetinin ihtiyaç analizi için Türkiye’ye yaptığı ziyaretlerle derinleşti. Bu temaslar sonucunda, yeni Suriye ordusunun eğitim ve danışmanlık sistemlerinetleşmeye başladı. Bu durum, Şam yönetiminin yeniden güç kazanmasının önünü açarken, bölgede statüko oluşturmaya çalışan aktörlerin planlarını sekteye uğratıyor.
enerji hatları ve terörle mücadelede stratejik kırılma
Ankara-Şam iş birliği, yalnızca askeri değil; aynı zamanda enerji jeopolitiğinde de radikal bir dönüşüm yaratma potansiyeline sahip. Özellikle Deyrizor ve Haseke gibi enerji kaynakları bakımından zengin bölgelerde, SDG’nin kontrolü altında bulunan petrol ve doğalgaz sahaları, İsrail’in dolaylı nüfuz alanı haline gelmişti.
Ancak Türkiye-Suriye hattında kurulması muhtemel alternatif enerji koridoru, İsrail, Yunanistan ve GKRY'nin Doğu Akdeniz'de kurmak istediği enerji denklemine ciddi bir alternatif sunabilir. Uzmanlara göre, 200 milyar metreküplük doğalgaz rezervinin yeniden işletilmesi, bölgedeki enerji kartlarını baştan dağıtacak bir gelişme olabilir.
sdg'nin geleceği pamuk ipliğine bağlı
Özellikle SDG açısından mutabakat, varoluşsal bir tehdit anlamı taşıyor. ABD desteğine rağmen, merkezi Suriye ordusuna entegre edilmemeleri durumunda Türkiye'nin askeri harekat seçeneğini masada tutması, örgütün hareket alanını daraltıyor. Ankara’nın kararlı tutumu, Şam’ın egemenliğini yeniden tesis etmesi için güçlü bir zemin oluşturuyor.
İsrail ise bu gelişmelerden ciddi anlamda rahatsız. SDG, İsrail için sadece İran’ın milis ağlarına karşı değil, aynı zamanda Türkiye’ye karşı kullanılan bir vekil güç olarak kritik bir rol üstleniyor. Ancak Ankara-Şam iş birliği sayesinde bu denklemin bozulması, İsrail’in bölgedeki stratejik derinliğini kaybetmesi anlamına geliyor.
bölgesel istikrar yeni bir mimariyle şekilleniyor
Türkiye ve Suriye’nin attığı bu adım, yalnızca terörle mücadele açısından değil, bölgesel istikrarın inşası için de yeni bir kapı aralıyor. Ortak güvenlik anlayışı, enerji paylaşımı ve toprak bütünlüğüne dayalı bu modelin başarıya ulaşması halinde, Ortadoğu’da dış müdahalelere karşı daha dirençli bir yapı kurulabileceği öngörülüyor.
Gelişmeleri yakından izleyen stratejistler, bu mutabakatın sadece iki ülkenin değil, tüm bölgenin geleceğini yeniden şekillendirecek güce sahip olduğunu belirtiyor. Türkiye'nin aktif rolüyle hayata geçen bu yeni güvenlik konsepti, aynı zamanda Batı’nın bölgedeki vekil politikalarına karşı güçlü bir yanıt niteliği taşıyor.