Birleşmiş Milletler, kuruluşunun 80. yıldönümüne bir kez daha savaşların ve barış çağrılarının gölgesinde giriyor. 24 Ekim 1945’te, İkinci Dünya Savaşı’nın yıkımının ardından, barışı korumak ve insanlığın ortak geleceğini güvence altına almak hedefiyle kurulan örgüt, 80 yıl sonra hâlâ bu amacını ne kadar yerine getirebildiği sorusuyla karşı karşıya.
Savaş Sonrasının Umudu
BM, 26 Haziran 1945’te San Francisco’da imzalanan BM Şartı’yla hayat buldu. 50 ülkenin imzaladığı bu belgeye kısa süre sonra Polonya’nın katılmasıyla üye sayısı 51’e yükseldi. O günün dünyasında amaç açıktı: yeni bir dünya savaşını önlemek, uluslararası barış ve güvenliği korumak, ülkeler arasında dostane ilişkileri geliştirmek ve ekonomik-sosyal işbirliğini güçlendirmek.
Türkiye, bu yeni düzenin kurucu üyeleri arasındaydı. 24 Ekim 1945’te yürürlüğe giren şart, yalnızca yeni bir diplomatik dönemin değil, aynı zamanda uluslararası hukukun ve çok taraflılığın da temellerini attı. Bugün, 193 üyesiyle BM, gezegenin neredeyse tamamını temsil eden tek örgüt konumunda.
Türkiye’nin BM’deki Yeri
Kuruluşundan bu yana BM’ye güçlü destek veren Türkiye, örgütün temel sütunu olan barış ve güvenlik, kalkınma ve insan hakları alanlarında aktif rol oynadı. Türkiye, dört kez BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği yaptı (1951–52, 1954–55, 1961 ve 2009–10).
Eski AB Bakanı ve Büyükelçi Volkan Bozkır’ın 2020–2021 döneminde BM 75. Genel Kurul Başkanlığı görevini yürütmesi, Türkiye’nin uluslararası sistemdeki ağırlığının sembollerinden biri olarak görülüyor. Ayrıca İstanbul’un BM kuruluşlarının bölgesel merkezlerinden biri haline gelmesi UNDP, UN Women, UNFPA, UNHCR ve diğer 10 kuruluşla birlikte Türkiye’nin BM vizyonunu somutlaştırıyor.
Türkiye, sadece diplomatik platformlarda değil, sahada da BM’nin bir parçası. Hâlihazırda barışı koruma operasyonlarına personel katkısı sunan Türkiye, uluslararası barışın korunmasında aktif bir unsur olmaya devam ediyor. 2016’da İstanbul’da düzenlenen ilk Dünya İnsani Zirvesi, BM-Türkiye işbirliğinin tarihsel bir kilometre taşı olarak kayıtlara geçti.
İnsani Müdahale ve BM’nin Zayıf Halkaları
Ancak 80. yılda BM’ye yöneltilen en büyük eleştiri, idealist bir vizyonla kurulan sistemin büyük güçlerin çıkarları karşısında etkisiz kalması. Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesine tanınan veto hakkı, BM’yi çoğu zaman felç ediyor. ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere’nin çıkar dengeleri, insani krizlerde BM’nin hareket alanını daraltıyor.
Ruanda Soykırımı (1994), Srebrenitsa Katliamı (1995), Kosova (1999) ve Libya (2011) müdahaleleri, bu zaafın tarihsel örnekleri olarak BM’nin hafızasında derin izler bıraktı. 1994’te Ruanda’da 800 binden fazla insanın göz göre göre katledilmesine rağmen BM’nin sahadaki asker sayısını azaltması, “bir daha asla” ilkesinin en büyük ihlali olarak tarihe geçti. Aynı şekilde Srebrenitsa’da BM’nin koruması altındaki bölgede sekiz bin Boşnak sivilin öldürülmesi, örgütün “barışı koruma” kapasitesini sorgulattı.
Gazze ve 21. Yüzyılın Vicdanı
BM’nin 80. Genel Kurulu’nda bu yılın en hararetli gündem maddesi, Gazze’deki insani krizdi. Dünya liderlerinin çoğu, “insani müdahale” ya da “barış gücü” çağrılarıyla kürsüye çıktı. Ancak bu çağrılar, tıpkı geçmişte olduğu gibi Güvenlik Konseyi’nin siyasi duvarına çarpıyor. ABD’nin İsrail’e koşulsuz desteği, Rusya ve Çin’in Batı’nın “insani müdahale” söylemine kuşkuyla yaklaşması, Konsey’i kilitleyen temel etkenler.
Sonuçta, BM’nin Gazze’de anlamlı bir eylemde bulunması neredeyse imkânsız hale geliyor. Genel Kurul’un “Barış için Birlik” mekanizması teorik bir seçenek olarak dursa da, pratikte böyle bir müdahaleyi yürütecek siyasi irade ve askeri kapasite mevcut değil.
Reformun Eşiğinde Bir Teşkilat
BM’nin mevcut yapısı, 1945’in güç dengeleri üzerine inşa edilmiş bir düzeni temsil ediyor. Ancak bugün dünya farklı bir yerde. Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkeleri daha güçlü bir temsil talep ediyor; Avrupa merkezli karar mekanizmaları sorgulanıyor. Güvenlik Konseyi’nin genişletilmesi, veto hakkının sınırlandırılması ya da kaldırılması yönündeki tartışmalar her geçen yıl daha da güçleniyor.
Türkiye de bu reform çağrısının öncülerinden biri. Ankara, BM’nin “tüm insanlığın umudu olma” misyonunu sürdürebilmesi için daha kapsayıcı ve adil bir yapıya kavuşması gerektiğini savunuyor.
80 Yılın Ardından: Umut mu, Hayal Kırıklığı mı?
Birleşmiş Milletler, 80 yıl önce insanlığın en büyük trajedisinin küllerinden doğdu. Bugün hâlâ milyonlarca insan, savaşların, açlığın, göçün ve adaletsizliğin pençesinde. BM, bazen umut, bazen hayal kırıklığı oldu. Ancak hâlâ dünya barışını temsil eden en geniş platform olma özelliğini koruyor.
Belki de soru artık “BM görevini yerine getirebiliyor mu?” değil, “uluslararası toplum, barış için gerçekten birlikte hareket etmek istiyor mu?” olmalı. Cevap ne olursa olsun, BM’nin 80. yılı, insanlığın kendi vicdanına tuttuğu aynayı bir kez daha karşımıza koyuyor.