1880’lerin Kudüs’ünde bir su tünelinin duvarında ortaya çıkan Siloam Yazıtı, günümüzde sadece bir arkeolojik buluntu olmanın çok ötesinde. Her satırı, hem İsrail’in ideolojik temellerine hem de Türkiye-İsrail ilişkilerinin diplomatik gerilimlerine ışık tutuyor. Tabletin bulunduğu yer, yazıldığı dil ve anlatılan hikâye; hepsi, modern Orta Doğu'nun çetin jeopolitik denklemlerini yeniden kurguluyor.
Bu nedenle, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu başta olmak üzere pek çok İsrailli liderin Türkiye’den bu taşı neden ısrarla talep ettiğini anlamak, yalnızca geçmişi değil bugünü de çözümlemek anlamına geliyor.
İbranice'nin en eski sesi: Kudüs'ün taşına kazınan 2700 yıllık mesaj
Siloam Yazıtı, Kral Hizkiya döneminde Kudüs'ün su ihtiyacını karşılamak amacıyla açılan ve İncil'de de adı geçen Şiloah Tüneli'nin kazı sürecini anlatıyor. Fenike alfabesiyle yazılmış bu yazıt, sadece bir mühendislik başarısını belgelemiyor; aynı zamanda Kudüs’ün Yahudi tarihindeki yerine dair fiziksel bir kanıt olarak kabul ediliyor. Ve tam da bu nedenle, İsrail için arkeolojik değil, ideolojik bir sembole dönüşüyor.
Ancak yazıt, 1882’de Kudüs Osmanlı toprağıyken İstanbul’a getirildi. Bu da Türkiye’nin “bir tarihi mirasa el koymak değil, korumak için” yazıtı İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne aldığını gösteriyor.
Netanyahu’nun diplomatik teklifleri neden karşılık bulmadı?
Netanyahu, 1998 yılında dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’a yazıtın iadesi karşılığında İsrail müzelerindeki Osmanlı eserlerini önerdi. Ancak Türkiye bu teklifi kibarca reddetti. Sonraki yıllarda da benzer teklifler tekrarlandı. Kudüs Belediye Başkanı, İsrail Cumhurbaşkanları, Kültür Bakanları… Hepsi farklı dönemlerde bu tableti talep etti. Her defasında Türkiye, “Yazıt bizim topraklarımızdan çıkarıldı, mülkiyeti bize aittir” duruşunu bozmadı.
Bir dönem, sadece kısa süreliğine ödünç verilmesi fikri konuşuldu. Ancak Gazze'de artan İsrail saldırıları ve bölgedeki politik gerilimler, bu olasılığı da ortadan kaldırdı.
Sadece bir taş değil: Kudüs’ün sahipliğine dair tarihi bir iddia
İsrail, yazıtı yalnızca tarihi bir belge olarak değil; Kudüs üzerindeki egemenlik iddialarının “kanıtı” olarak kullanmak istiyor. Netanyahu’nun “Bu bizim şehrimiz Erdoğan, sizin değil” sözleri de bu anlayışın dışavurumu niteliğinde. Ona göre, yazıtın varlığı ve içeriği Kudüs’ün 2700 yıl önce Yahudilere ait olduğunu gösteriyor ve bu, İsrail'in modern ulusal kimliğini meşrulaştırıyor.
Ancak Türkiye, Kudüs’ün çok katmanlı tarihini ve Osmanlı’nın 400 yılı aşkın yönetimini hatırlatarak, bu tek taraflı yoruma itiraz ediyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise Kudüs'ü "bizim şehrimiz" olarak tanımlayarak bu kültürel mirasa sahip çıkıyor.
İstanbul'daki bir tabletin uluslararası siyasetteki ağırlığı
Yazıt, bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor. Üstelik sadece sergilenen bir eser değil; diplomatik yazışmalarda, uluslararası zirvelerde, hatta spor müsabakalarındaki gayriresmî sohbetlerde bile konu oluyor. 2018’de İsrail Kültür Bakanı’nın Gaziantep’te iki fil karşılığında tablet takası önerisi bile hafızalardaki yerini koruyor.
Tarihçi Erhan Afyoncu, yazıtın Kudüs'ün dışında, Osmanlı egemenliğinde çıkarıldığını ve İstanbul'a “çalınmasın diye” getirildiğini vurguluyor. Ona göre, bu eser yalnızca Yahudi değil, Osmanlı ve Türk tarihinin de bir parçası.
İade mümkün mü? Yoksa bu bir kültürel egemenlik meselesi mi?
Türkiye’nin resmi duruşu net: Yazıt bir Osmanlı mirasıdır ve İsrail’e devri söz konusu olamaz. Ancak bu durum, İsrail tarafının yazıtı almaya yönelik baskısını azaltmış değil. Her yeni diplomatik yakınlaşma döneminde konu yeniden açılıyor, yeniden kapanıyor.
Görünürde bir arkeolojik eser gibi dursa da Siloam Yazıtı, tarihi kimlik, egemenlik ve kültürel aidiyet gibi derin meselelerin sembolü haline gelmiş durumda. Netanyahu’nun ısrarlı taleplerinin arkasında da, sadece müze vitrinlerini değil, Kudüs'ün kime ait olduğu sorusunu şekillendirme arzusu yatıyor.