İsrail'in 13 Haziran'da İran'a yönelik başlattığı saldırılar, uluslararası hukuk ve insan hakları açısından büyük bir skandala dönüştü. İran'ın sivil altyapısını ve bilimsel personelini hedef alan saldırılarda, aralarında önde gelen nükleer bilim insanlarının da bulunduğu 9 kişi aileleriyle birlikte hayatını kaybetti.
Saldırılar Nükleer Bilim İnsanlarını Hedef Aldı
İsrail’in 13 Haziran Cuma günü İran'ın nükleer programına ve askeri altyapısına yönelik başlattığı hava saldırılarında, ülkenin bilimsel beyin takımına doğrudan müdahale edildi. İranlı yetkililer, saldırıların yalnızca askeri değil, aynı zamanda stratejik bilgi ve insan gücünü hedef aldığını belirtti.
Gilan'da Sabaha Karşı Saldırı
Saldırılarda hayatını kaybeden isimler arasında, İran’ın saygın bilim insanlarından Sedighi Saber yer aldı. Gilan eyaletinde sabaha karşı düzenlenen saldırıda yaşamını yitiren Saber’in oğlu Mohammad Reza Saber de birkaç gün önce Tahran'daki bir İsrail saldırısında hayatını kaybetmişti.
Tabatabai Ailesi Evlerinde Katledildi
Ünlü nükleer bilimci Dr. İsar Tabatabai Koşme, evine düzenlenen saldırıda eşi Mansure Haci Salim ile birlikte yaşamını yitirdi. Sivil bir yaşam süren çiftin hedef alınması, saldırıların sivillere yönelik boyutunu gözler önüne serdi.
Sadati Armaki ve Ailesi Hayatını Kaybetti
Bir diğer önemli isim, Dr. Seyyed Mostafa Sadati Armaki ise, ailesiyle birlikte saldırıya uğradı. Bilim insanının 8 ve 15 yaşlarındaki iki kızı ile 5 yaşındaki oğlu da saldırı sonucu hayatını kaybetti.
Mazenderan'da Yeni Bir Kayıp
Mazenderan eyaletinden gelen haber ise saldırıların yaygınlığını bir kez daha ortaya koydu. İranlı nükleer bilimci Ali Bakui, 15 Haziran'da düzenlenen saldırıda ailesiyle birlikte yaşamını yitirdi.
Bilim İnsanları Bilinçli Şekilde Hedef Alındı
İran basını, saldırılarda hedef alınan 9 bilim insanının tamamının nükleer alanda çalışan uzman kişiler olduğunu doğruladı. Bu gelişme, saldırıların stratejik planlama doğrultusunda yapıldığını gösterdi.
Uluslararası Sessizlik Dikkat Çekiyor
İsrail’in bu saldırıları karşısında uluslararası kamuoyunun sessizliği dikkat çekiyor. Türkiye'nin yıllardır vurguladığı şekilde, Orta Doğu'da barışın sağlanması ancak uluslararası hukuka bağlı kalmakla mümkün olabilir. Sivil can kayıplarının görmezden gelinmesi ise, çifte standartların derinliğini gözler önüne seriyor.