Okul çağındaki çocuklar arasında sıkça karşılaşılan ancak çoğu zaman göz ardı edilen bir sorun olan akran zorbalığı, yalnızca bireysel davranışlardan ibaret değil; aynı zamanda sosyal çevrenin ve dijital kültürün şekillendirdiği çok katmanlı bir problem olarak karşımıza çıkabilir. Zorbalık, artık yalnızca fiziksel müdahalelerle sınırlı değil; sözlü, duygusal, sosyal ya da dijital yollarla da gerçekleştirilebiliyor. Kimi zaman bir lakap, kimi zaman bir paylaşım çocuklarda derin yaralar açabiliyor. Bu yaralar çoğunlukla görünmez; çünkü mağdur çocuk, yaşadıklarını paylaşmakta zorlanır, utanç duyar ya da bu durumun kendi hatası olduğuna inanır. Oysa bu zorbalık, bir çocuğun psikolojik gelişimini etkileyebilecek kadar güçlü olabilir. Düşük öz güven, sosyal geri çekilme, okul başarısında düşüş, anksiyete bozuklukları ve uzun vadede travmatik izler bırakma riski oldukça yüksektir.
Zorba olarak tanımlanan çocukların büyük bir kısmı, aslında kendilerini ifade etmenin ya da dikkat çekmenin başka yollarını bilmeyen bireylerdir. Evde ya da çevresinde şiddeti model alan, duygularını bastırmak zorunda kalan, kabul görmek için güç göstermeye mecbur hisseden çocuklar, akranlarına karşı zorlayıcı davranışlar sergileyebilir. Bu noktada cezalandırıcı yaklaşımların kalıcı çözüm üretmediği açıkça görülüyor. Çünkü sorun yalnızca davranış değil, o davranışın arkasında yatan ihtiyaç ve ihmal. Bu yüzden çözüm, çocuğun davranışlarını değil, nedenlerini anlamaya çalışmakta yatıyor. Aileler, çocuklarıyla kurdukları ilişkiyi yeniden gözden geçirmeli; öğretmenler, sınıf ortamında duygusal güvenliğin sağlandığı, farklılıkların kabul gördüğü bir atmosfer oluşturmalı. Sessiz kalan, görmezden gelen ya da normalleştiren her davranış, zorbalığın sürmesine neden oluyor. Bu nedenle çocukların yalnızca mağdur ya da zorba olmamaları değil, izleyen olarak da sorumluluk taşımaları gerektiği erken yaşta anlatılmalı.
Siber zorbalık da ergenlik döneminde çocukları en çok etkileyen formlar arasında yer alıyor. Sosyal medya hesapları üzerinden yapılan alaycı yorumlar, izinsiz paylaşımlar ya da tehdit içerikli mesajlar, çocukların sosyal çevresinde itibar kaybına yol açarken; çoğu zaman kendilerini savunabilecekleri bir zemin de bırakmıyor. Bu durumun çözümü, sadece dijital kısıtlamalar getirmekle olmuyor. Çocuklara dijital okuryazarlık kazandırmak, çevrimiçi ortamlarda da etik davranışları benimsetmek gerekiyor. Ailelerin bu dünyaya yabancı kalmayıp çocuklarıyla bu mecralar üzerine açık bir iletişim kurması büyük önem taşıyor.
Eğitim sisteminde ise zorbalık, çoğunlukla disiplin suçu olarak değerlendiriliyor. Ancak bu yaklaşım, davranışı cezalandırırken duygusal nedenleri göz ardı ediyor. Oysa akran zorbalığını önlemek için empati kurma, duygusal farkındalık geliştirme ve kapsayıcı okul politikaları oluşturma gibi daha bütüncül stratejilere ihtiyaç var. Finlandiya gibi bazı ülkelerde uygulanan bütüncül programlar, zorbalığın yalnızca mağduru değil, tüm öğrencileri etkilediğini kabul ederek her çocuğun bu döngünün dışına çıkmasına yardımcı oluyor. Türkiye’de ise bu konuda atılan adımların yaygınlaştırılması, sadece bir okul politikası değil, toplumsal bir farkındalık meselesi haline getirilmeli. Çünkü bir çocuğun sessizce yaşadığı dışlanma, uzun vadede toplumun temel yapı taşlarına işlenmiş bir adaletsizlik olarak geri dönebilir. Eğitim, yalnızca bilgi aktarmak değil; güvenli, adil ve saygıya dayalı ilişkileri inşa edebilen bireyler yetiştirmektir. Akran zorbalığına karşı gerçek bir mücadele de ancak bu anlayışla mümkün olabilir.