106 Yıl Önce Bir Vapur, Bir Umut ve Sonsuz Bir İnanç Yola Çıktı…
Takvimler 19 Mayıs 1919’u gösterdiğinde, Karadeniz’in sisli ufuklarında beliren Bandırma Vapuru, yalnızca bir gemi değildi. O, umudun taşıyıcısıydı. İçinde bir avuç subay, yorgun ama inançlı yürekler ve bir milletin küllerinden doğma arzusu vardı. Gazi Mustafa Kemal Paşa, işgallerle parçalanmış Anadolu’ya adım attığında, sadece bir komutan değil; bir milletin kaderini değiştirecek liderdi.
Bugün, Samsun’a çıkan o adımın üzerinden tam 106 yıl geçti. O adım, yalnızca bir yola değil, bir millete yön verdi. Ve her 19 Mayıs’ta bu yön, gençliğe tutulan bir meşale gibi elden ele, nesilden nesile taşınıyor.
Kurtuluşun İlk Kıvılcımı: Neden Samsun?
Mondros Mütarekesi’nin ardından Anadolu’nun dört bir yanı işgal altındaydı. İzmir’i Yunanlar, Adana’yı Fransızlar, Antalya’yı İtalyanlar almış; İngilizler Karadeniz’e ve İstanbul’a yerleşmişti. Türk milleti ise yılgın, yorgun ama henüz tükenmemişti. Samsun ve çevresinde Rum çetelerinin kışkırtmalarıyla karışıklık artmıştı. İşte bu noktada İstanbul Hükûmeti, 9. Ordu Müfettişi olarak Mustafa Kemal’i görevlendirdi. Amaç asayişti... Ama o, yalnızca düzeni değil, halkın inancını da yeniden inşa etmeye gidiyordu.
Bandırma Vapuru ve Reji İskelesi: Tarihe Düşülen İlk Adım
16 Mayıs 1919'da İstanbul’dan ayrılan Bandırma Vapuru, 19 Mayıs sabahı Samsun’a ulaştı. Reji (Tütün) İskelesi'ne ayak basan Mustafa Kemal Paşa, tarihî yolculuğun ilk adımını burada attı. Burası, sadece bir kıyı değildi; bir milletin esareti reddedip başını dik tuttuğu noktaya dönüştü.
Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak bastığı an, Türk milletinin esarete karşı direnişinin başladığı andı. 6 gün sonra Havza’ya geçtiğinde ise artık yalnız değildi. Halk onun yanında durmaya başlamıştı.
Havza’dan Amasya’ya, Amasya’dan Erzurum’a: Milletin Uyanışı
Havza'da düzenlenen mitinglerle halk ayağa kalktı. “İzmir işgal altında” diye haykıran sesler Anadolu'nun dört bir yanına yayıldı. Amasya'da, “Milletin bağımsızlığını yine milletin azmi ve kararı kurtaracaktır” kararlılığıyla Milli Mücadele’nin pusulası belirlendi. Erzurum ve Sivas kongrelerinde halkın iradesi en üst makam oldu.
Samsun'da yakılan o meşale, artık yalnız bir kıvılcım değil, koca bir yangındı; esareti silip süpüren, bağımsızlık aşkını körükleyen, bir ulusu ayağa kaldıran bir kıvılcım.
19 Mayıs’ın Gençliğe Armağan Edilmesi: Bir Milletin Geleceğine Duyulan Güven
Atatürk, 19 Mayıs'ı gençliğe armağan etti çünkü o bu milleti yarınlara taşıyacak olanların gençler olduğunu biliyordu. Gençlik, Atatürk için sadece yaş değil, bir bilinç, bir ruhtu. Gençliğe Hitabe’sinde verdiği mesaj açıktı: “Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.”
19 Mayıs, sadece bir kutlama değil; bu görevin hatırlatılmasıdır. Gençliğe düşen, o meşaleyi taşımak, bağımsızlık ateşini sonsuza dek canlı tutmaktır.
Bugün 19 Mayıs: Yüreğimizde Aynı Cesaret, Aynı Umut, Aynı İnanç
Aradan geçen 106 yıla rağmen, 19 Mayıs’ta millet olarak hâlâ aynı heyecanla uyanıyoruz. Okullarda, meydanlarda, yüreklerde o ilk adımın izi var. Atatürk’ün Samsun’a ayak basarken taşıdığı ruh, bugün hâlâ her Türk gencinin içinde yanıyor.
Çünkü 19 Mayıs bir anma değil; bir dirilişin yeniden yaşanmasıdır. Bu toprakların kolay kazanılmadığını, milletin kaderinin kendi ellerinde olduğunu hatırlamanın günüdür.
“Milletler, Üretmezse Yok Olmaya Mahkumdur”
Ondokuz Mayıs Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Kaya Tuncer Çağlayan’ın sözleriyle:
“Milli Mücadele ruhu, sadece savaşla kazanılan bir bağımsızlık değil; çalışarak, üreterek, paylaşarak sürdürülen bir bağımsızlıktır. Milletler eğer üretmezse, çalışmazsa yok olmaya mahkumdur.”
Bugün bize düşen, o meşaleyi elimizde tutmak ve karanlığa karşı her gün yeniden yakmaktır.