Simla Öğütcü/ Özel Haber
Dünyanın dört bir yanından yardım çığlıklarının yükseldiği bir çağdayız. Bombalar altında kalan şehirler, donarak can veren bebekler, canice katledilen siviller… İşte tam da böyle zamanlarda, susanların değil; “Biz buradayız, sizi görüyoruz” diye haykıranların vicdanı rahattır.
Mazlumun feryadını iliklerine kadar hissedip ses verebilen, zulme uğrayanın direnişini kendi yüreğinde taşıyabilen, dayanışmanın kaynağının iman, merhamet ve kardeşlik olduğunu dünyaya en güçlü şekilde gösteren ülke, Türkiye’dir.
“Korkma” diye başlayan bir milletin hikâyesi
Bizim milli marşımız, “Korkma” diye yükselir vatan semalarında. Bu, sadece bir dize değil; bir milletin karakteridir. Biz, kendi hayatımızda korkmadığımız gibi, yardıma muhtaç mazlum coğrafyalara da susmadan, geri durmadan, vicdanımızı kapatmadan destek olduk.
Geçmişten bugüne, güçlü liderlerimizin temsilinde her zaman bize yakışanı yaptık. Tarih buna yalnızca şahitlik etmedi; bunu kayda geçti.
Anadolu’dan yükselen el: Bir medeniyet duruşu
Bu topraklar yalnızca bir devlet kurmadı; adaleti, merhameti ve sorumluluğu da omuzladı.
Tarihin her kırılma anında, zulmün karanlığı çökerken bir el uzandıysa, o el çoğu zaman Anadolu’dan çıktı.
Osmanlı’dan bir vicdan mirası: Açık kapılar, açık sofralar
1492…
İspanya’da Engizisyon ateşi yükselirken Yahudiler ölümle yüz yüze bırakıldı. Avrupa kapılarını kapattı.
Osmanlı ise kapılarını değil, yüreğini açtı. II. Bayezid’in emriyle Osmanlı donanması Akdeniz’e açıldı. Mazlumlar İstanbul’a, Selanik’e, Edirne’ye taşındı.
Kimlikleri sorulmadı, inançları sorgulanmadı. “Onlar bizim tebamızdır” denildi. Zulme uğrayan korunurdu; çünkü insan, insandı.
Bu tablo, Osmanlı’nın yalnızca kılıcıyla değil, merhametiyle de cihan devleti olduğunun tarihe kazınmış ilanıdır.
Atatürk dönemi: Yaralarını sararken dünyaya el uzatan Türkiye
Türkiye, Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıkmıştı. Yoksuldu, yorgundu ama onurundan ve vicdanından asla vazgeçmemişti.
1920’ler ve 30’lar…
Avrupa’da faşizm yükselirken, Nazilerin zulmünden kaçan yüzlerce bilim insanı, akademisyen ve sanatçı Türkiye’ye sığındı.
Atatürk’ün talimatı netti ve tarihseldi:
“İlim nerede varsa gidip alacağız.”
Bu insanlar üniversiteler kurdu, bilim üretti, Türkiye’nin çağdaşlaşma hamlesine omuz verdi.
Türkiye, bir kez daha şunu gösterdi: Mazluma sığınak olmak bir zayıflık değil, bir medeniyet gücüdür.
Erdoğan dönemi: Sözle değil, duruşla konuşan Türkiye
Bugün dünya susarken, Türkiye konuşuyor. Ama sadece konuşmuyor.
Suriye: Kapıları kapatmayan ülke
Savaş başladığında milyonlar yerinden edildi. Duvarlar örüldü, tel örgüler çekildi. Ama Türkiye “gidin” demedi.
“Biz ensarız, onlar muhacir.”
3,5 milyondan fazla Suriyeliye barınma, sağlık ve eğitim imkânı sağlandı. Bu, hiçbir Batı ülkesinin altına girmeye cesaret edemediği tarihi bir insani sorumluluktu.
Gazze: Dünyaya meydan okuyan vicdan
Gazze bombalanırken, çocuklar enkaz altındayken, bazıları “denge” dedi. Türkiye zulüm dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sesi dünya kürsülerinde yankılandı:
“Hamas bir terör örgütü değil, vatanını savunan bir direniş hareketidir.”
“İsrail bir terör devletidir.”
Yardım uçakları gönderildi, diplomatik baskı artırıldı. Türkiye, mazlumun yanında saf tutmaktan korkmadı.
Sudan: Sessiz mazlumun sessiz olmayan dostu
Sudan iç savaşla kanarken, kameralar başka yöne çevrilmişti. Ama Türkiye oradaydı. İnsani yardımlar, diplomatik girişimler, tahliyeler… Türkiye, Afrika’da sömüren değil, kardeş olan bir duruş sergiledi.
Mazlumun duası, tarihin şahitliği
Türkiye, tarih boyunca gücünü yalnızca ordusundan almadı; vicdanından, inancından ve adalet anlayışından aldı. Bu millet, mazluma sırtını dönenlerden olmadı.
Zor zamanlarda susanlardan hiç olmadı. Güçlülerin değil, haklının yanında durmayı devlet geleneği bildi.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e,
Cumhuriyet’ten bugüne uzanan çizgide değişmeyen hakikat şudur: Türkiye, nerede bir zulüm varsa oraya ses oldu; nerede bir feryat yükseldiyse oraya umut taşıdı. Bugün Suriye’de, Gazze’de, Sudan’da dalgalanan umut;
yalnızca bir ülkenin değil, bir milletin ahlakının, karakterinin ve tarih bilincinin yansımasıdır.
Ve dünya şunu çok iyi bilir:
Türkiye konuştuğunda, arkasında tarih vardır. Türkiye yürüdüğünde, arkasında mazlumların duası vardır. Türkiye durduğunda ise, zulüm mutlaka tedirgin olur.