SİMLA ÖGÜTCÜ/ ÖZEL HABER
Geçtiğimiz ay bir gazeteci olarak Azerbaycan’ı ziyaret etme fırsatım oldu. Orada geçirdiğim yedi gün boyunca beni derinden duygulandıran, hafızama kazınan pek çok anıyla karşılaştım. Her adımda, her sohbette, her manzarada kardeşliğin sıcaklığını hissettim. Gözlerindeki samimiyette, söyledikleri her kelimede Türkiye’ye olan derin sevgi ve bağlılıklarını gördüm. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a duydukları içten saygı ve muhabbet, beni hem duygulandırdı hem de gururlandırdı.
Sokaklarında yürürken, insanlarıyla konuşurken anladım ki; biz gerçekten tek yüreğin iki parçasıyız. Aynı acılara üzülüp aynı sevinçlere coşan bir milletin evlatlarıyız. Azerbaycan’ın güçlü duruşu, direnci ve yürekten gelen kardeşliği, bana kim olduğumuzu bir kez daha hatırlattı. Bu deneyim, ömrüm boyunca içimde taşıyacağım bir kardeşlik hatırasına dönüştü.
Azerbaycan’da geçirdiğim süre boyunca yalnızca bir ülkeyi değil, yüreklere kazınmış bir tarihi, hiç sönmeyen bir hafızayı ve derin bir kardeşliği yakından tanıma fırsatı buldum. Bakü’deki meşhur “Ateşgah” ve hiç sönmeyen “Ateş Çukuru”nu görmek, bu toprakların geçmişle kurduğu bağı ve kültürel derinliğini hissettirdi bana. Binlerce yıldır yanan o ateş, sanki sadece doğanın değil, bu milletin içindeki sönmeyen ruhun simgesiydi. Karabağ bölgesinde gezdiğim şehitlikler ve mezarlıklar ise bambaşka bir duygunun kapılarını araladı. Her bir mezar taşı, acıyla yoğrulmuş ama onurla taşınan bir tarihin sessiz tanığıydı.
Türk şehit anıtlarının önünde durduğumda, iki halkın kader birliğini, birlikte dökülen kanların geride bıraktığı asil hatırayı iliklerime kadar hissettim. Sadece savaşın izleri değil, direnişin ve umudun da izleriydi gördüklerim.
Aynı zamanda Azerbaycan’ın kültürel dokusu da en az tarihi kadar etkileyiciydi. Sokaklar sanata, müziğe ve estetik dokunuşlara açılan birer galeri gibiydi. Duvarlardaki freskler, müzelerdeki eserler, geleneksel müzikler… Her biri bu toprakların ne kadar köklü, üretken ve ilham verici bir medeniyetin taşıyıcısı olduğunu gösteriyordu.
Kafkaslar’ın kalbinde, dağların suskunluğuna gömülmüş ağıtlar ve tarihin acılarla yoğrulmuş sesi yankılanır… Burası Azerbaycan. Yalnızca haritada bir ülke değil, şehit analarının sessiz sabrında büyüyen, ateşin içinden güçlenerek doğan bir yürek… Acılarını gurura, yasını dirence dönüştüren bir milletin toprağı… Onurlu bir geçmişin, dimdik yürüyen bugünün adıdır Can Azerbaycan.
Bu topraklarda her ev, bir hikâye taşır. Her dağ, bir ağıt fısıldar. Ama hepsi aynı ortak duyguda birleşir: Vatan sevgisi ve kardeşlik bilinci. Bu kardeşliğin en derin izleri ise, yüz yıllardır süren Türkiye-Azerbaycan birlikteliğinde gizlidir.
Bir Millet, İki Devlet: Kardeşlik Sınavlardan Geçti
Türkiye ile Azerbaycan arasındaki bağ, yalnızca devletlerarası ilişkilerle açıklanamayacak kadar derindir. Bu dostluk, tarih boyunca sınavlardan geçti; savaşlar gördü, işgaller yaşadı ama her defasında aynı cümleyle güçlendi.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlayan ilişkiler, özellikle 18. yüzyıldaki Rusya-Osmanlı Savaşları sırasında daha da belirginleşti. Osmanlı, Azerbaycan hanlıklarıyla ve Dağıstan’daki beylerle ittifak kurarak Kafkas coğrafyasındaki kardeşlerini yalnız bırakmadı. İslam kardeşliği ve Türk dayanışması, yüz yıllar sonra dahi diri kaldı.
“Kardeşin kardeşe borcu olmaz, kardeş kardeşin elini tutar”
Çanakkale’de binlerce Azerbaycanlı genç, adını bile bilmediği köyler uğruna cepheye koştu. Kimisi memleketine hiç dönmedi. Şehit oldu. Ama vatan bildiği topraklarda, kardeşi bildiği milletle aynı safta yan yana durdu.
Zaman Değişti, Kardeşlik Aynı Kaldı
Sovyetler'in yıkılmasının ardından, Azerbaycan bağımsızlığını ilan ettiğinde, onu ilk tanıyan ülke Türkiye oldu. 9 Kasım 1991’de başlayan bu yeni dönem, sadece diplomatik değil, tarihi sorumlulukların da yeniden üstlenilmesiydi.
Bugün, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in kurduğu güçlü diyalog, bu kardeşliği diplomatik anlamda bir ittifaka dönüştürdü. İki lider arasındaki samimi ilişki, sadece protokol konuşmalarıyla sınırlı değil; karşılıklı güven, ortak vizyon ve tam bir gönül birliği ile yürütülüyor.
Tarih, bazen yalnızca liderlerin attığı imzalarla değil, yüreklerin birliğiyle yazılır. Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişki işte böyle bir dostluğun, böyle bir kader ortaklığının hikâyesidir.
Bu kardeşlik, son 20 yılda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde yeni bir çehre kazanmış, İlham Aliyev’in kararlı tutumuyla da zirveye taşınmıştır. Sadece diplomasi değil, tarih boyunca süregelen gönül bağları, bu iki liderin el ele vermesiyle bugün bölgesel barışın, kalkınmanın ve dayanışmanın temelini oluşturmuştur.
2003: Aynı yıl iki güçlü liderin sahneye çıkışı
2003 yılı, Türkiye ve Azerbaycan için kritik bir dönüm noktasıydı. Aynı yıl Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’de, İlham Aliyev ise Azerbaycan’da liderlik koltuğuna oturdu. Bu eş zamanlı liderlik değişimi, ilişkilerde yeni bir çağın habercisi oldu.
Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye, bölgesel bir güç olma yolunda istikrarlı adımlar atarken, Aliyev’in vizyoner politikaları Azerbaycan’ı enerji üssü haline getirdi. Bu süreçte iki lider, kişisel güvene dayalı bir dostluk kurarak diplomatik ilişkileri kardeşliğe dönüştürdü.
Şuşa Beyannamesi: Kardeşlikten Müttefikliğe
15 Haziran 2021’de imzalanan Şuşa Beyannamesi, ilişkileri “stratejik müttefiklik” düzeyine taşıdı. Bu tarihi belgeyle Türkiye ve Azerbaycan; savunma sanayi, enerji, ulaştırma, kültür ve eğitim başta olmak üzere birçok alanda birlikte hareket edeceklerini dünyaya ilan etti. Bu adım, sadece iki ülke arasında değil, tüm Türk dünyasında yeni bir dönemin kapısını araladı.
Karabağ’da Aynı Cephede, Aynı Yürekle
2020’de yaşanan İkinci Karabağ Savaşı, bu kardeşliğin sahadaki en somut göstergesi oldu. Azerbaycan ordusu, 30 yıl süren işgale son verirken, Türkiye siyasi, diplomatik ve savunma teknolojileriyle tam destek verdi. Türk SİHA’larının başarısı, savaşın kaderini değiştirirken, Azerbaycan halkı bu desteği hiçbir zaman unutmadı.
Menfaate Değil, İnanca Dayalı Bir Dostluk
Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişki, klasik anlamda çıkar odaklı bir dış politika stratejisi değildir. Bu, aynı geçmişi paylaşan, aynı dili konuşan, aynı acıya gözyaşı döken, aynı zafere aynı sevinçle coşan iki milletin ruh birliğidir.
Bugün iki ülke, sadece sınırlarını değil, kaderini de paylaşmaktadır. Lojistikten enerjiye, savunmadan dijital dönüşüme kadar birçok alanda el ele yürümektedir. Zengezur Koridoru, Türk devletlerini birbirine bağlayacak bir yol değil, aynı zamanda gönüllerin birleştiği bir hat olacaktır.
Türkiye-Azerbaycan kardeşliğini ve dostluğunu güçlendirmek ve ebediyen yaşatmak, tarih karşısında hepimizin taşıdığı onurlu bir mirastır.