OSMANLI PADİŞAHLARI NEDEN HACCA GİTMEDİ?
Hac İbadeti ve Osmanlı Sarayı
İslam’ın beş temel şartından biri olan hac ibadeti, tarih boyunca Müslümanlar tarafından büyük bir huşu ve titizlikle yerine getirilmiş; mukaddes beldelere yapılan bu kutsal yolculuk, sadece bireysel bir ibadet değil, aynı zamanda kültürel ve sosyal bir tecrübe olarak da yaşanmıştır. Ancak bu önemli vecibenin Osmanlı padişahları tarafından doğrudan ifa edilmemiş olması, zaman zaman kamuoyunda soru işaretlerine neden olmuştur: Osmanlı padişahları neden hacca gitmemiştir?
Hacca Gitmeyen Ama Dindar Padişahlar
Osmanlı tarihinde hacca giden tek erkek hanedan mensubu, sürgün yıllarında hac ibadetini yerine getiren Şehzade Cem Sultan olmuştur. Tahttan indirilen Sultan Vahdettin’in hacca gitme teşebbüsü ise tamamlanamadan sonuçsuz kalmıştır. Osmanlı padişahları, halkın inancını yaşatmada öncü olmuş; camiler, külliyeler ve hayır kurumlarıyla dini hayata yön vermiştir. Ancak doğrudan hacca gitmeyişleri, onların dini duyarlılıklarının eksik olduğu anlamına gelmemektedir.
Ulemanın verdiği fetvalar ışığında padişahlar, “mahpus hükmünde” değerlendirilmiş; yani, bir hükümdarın uzun süreli bir yolculuk nedeniyle ülke yönetiminden uzak kalması, devletin selameti açısından sakıncalı görülmüştür. Bu nedenle padişahlar, haccın farz oluşuyla birlikte bir “vekil” göndererek ibadeti temsil yoluyla yerine getirmiştir.
Siyasi ve Güvenlik Riskleri: Hacca Gitmenin Bedeli
Padişahın hacca gitmesi, sadece manevi bir yolculuk değil, aynı zamanda büyük bir siyasi riskti. Mukaddes topraklara yapılan yolculuk haftalar, hatta aylar sürerken, bu süre zarfında başkentin başsız kalması muhtemel ayaklanmalar ve taht mücadeleleri için fırsat oluşturuyordu. Nitekim Sultan Genç Osman, hacca gitme arzusunu dile getirdiğinde, bu durum yeniçerilerde huzursuzluk yaratmış, isyan sonucunda hayatını kaybetmiştir. Bu trajik olay, padişahların hacca gitmemesinin ardındaki gerekçeleri çok açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Diğer taraftan, padişahın hacca gitmesi için devasa bir heyet ve orduyla birlikte yola çıkması gerekirdi. Hem güvenlik hem de protokol gereği, bu yolculuk büyük mali külfet anlamına geliyordu. Ulema, devlet hazinesinden yapılacak harcamaların caiz olmayacağını belirterek, padişahın giderleri şahsi servetinden karşılaması gerektiğini vurgulamıştır. Bu da uygulamada imkansız bir yük halini almıştır.
Surre Alayları ve Padişahların Mukaddes Topraklara Hizmeti
Her yıl Ramazan ayı öncesi İstanbul’dan Mekke ve Medine’ye gönderilen Surre Alayları, padişahların kutsal topraklara duyduğu saygının ve bağlılığın en somut nişanelerindendir. Bu alaylar aracılığıyla ihtiyaç sahiplerine sadakalar ulaştırılmış; Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî’nin ihtiyaçları karşılanmıştır.
Sultan Abdülmecid, tavaf sırasında hacıların ayakları yanmasın diye Kâbe'nin zeminine seramik döşetmiş, tevazu göstergesi olarak her karonun altına ismini yazdırmıştır. Sultan II. Mahmud ve Sultan IV. Murad gibi padişahlar ise Medine’deki kutsal yapıların yenilenmesinde ve korunmasında öncü rol oynamıştır.
Dindarlık İbadetle Değil, Sorumlulukla Ölçülür
Osmanlı padişahlarının hacca gitmemesi, onların dinî hassasiyetlerinden değil; devletin bekası, halkın selameti ve ulemanın fetvaları doğrultusunda alınan sorumlu bir karardan kaynaklanmaktadır. Onlar haccı küçümsememiş, aksine her yıl mukaddes beldelere cömert yardımlarda bulunmuş; yerine bedel göndererek bu vecibeyi farklı bir şekilde yerine getirmiştir.
Bugün tarihî gerçekleri değerlendirirken, Osmanlı padişahlarının dinî yaşantılarına dair yapılan yüzeysel eleştiriler; derin bir bilgi, sosyolojik analiz ve fıkhi bakıştan yoksun yaklaşımlar olarak değerlendirilmektedir.
Osmanlı’da hacca gitmek, bir ibadet olduğu kadar bir devlet meselesiydi. Ve padişahlar, bu ibadeti devletin bekasıyla dengeleyerek, tarihe akılcı bir miras bırakmıştır.