Prens Adaları Nedir?
İstanbul’un Anadolu Yakası açıklarında yer alan Prens Adaları, Marmara Denizi’nin ortasında sıralanan dört büyük ada ve birkaç küçük adacıktan oluşur. Büyükada, Heybeliada, Burgazada ve Kınalıada bu grubun en bilinenleridir. Adalar, İstanbul’un Adalar ilçesi sınırlarında bulunur ve toplamda yaklaşık 11 km² alan kaplar.
Neden “Prens Adaları” Deniyor?
Adaların isminin kökeni Bizans dönemine dayanır. O yıllarda imparatorluk hanedanına mensup prensler ve prensesler, siyasi nedenlerle bu adalara sürgüne gönderilirdi. Özellikle inzivaya çekilen soylular ve imparatorluk ailesinin gözden düşen üyeleri için adalar birer hapis yeri niteliğindeydi. Bu nedenle tarih boyunca “Prens Adaları” adıyla anıldılar.
Prens Adaları’na Nasıl Gidilir?
Prens Adaları’na ulaşım, İstanbul’un Kabataş, Kadıköy, Bostancı ve Kartal gibi iskelelerinden kalkan vapur ve deniz motorlarıyla sağlanmaktadır. Yaz aylarında seferler sıklaşmakta, turistik talep artmaktadır. Adalarda motorlu araç kullanımı yasaktır; ulaşım bisiklet, fayton (elektrikli versiyon) ve yaya olarak yapılır.
Prens Adaları Ne Zaman Osmanlı’ya Katıldı?
Adalar, İstanbul’un fethinden kısa süre önce, 17 Nisan 1453’te Osmanlı donanmasının komutanı Baltaoğlu Süleyman Bey tarafından fethedildi. Fetihle birlikte dini yapılar boşaltıldı ve bazı yerleşikler İstanbul çevresine göç ettirildi.
adalar ne amaçla kullanılıyordu?
Bizans ve Osmanlı döneminde sürgün amacıyla kullanılıyordu.
Adalara Verilen Diğer İsimler?
Prens Adaları tarih boyunca birçok isimle anıldı. Bizans döneminde “Dēmónēsoi” (şeytan adaları) olarak bilinirken, sonraki dönemlerde “Papaz Adaları”, “Ruh Adaları”, “Kızıl Adalar” ve “Cin Adaları” gibi isimlerle de anıldılar. Bu adlandırmalar, adaların manastırlarla dolu yapısı ve dini-sürgün geçmişiyle ilişkilidir.
çokkültürlü yapısı
yüzyıldan itibaren Prens Adaları, İstanbul’un seçkin kesiminin yazlık ve dinlenme mekânı haline geldi. Rum, Ermeni ve Yahudi toplulukları için önemli birer yaşam alanı olan adalarda, zarif konaklar ve yazlık köşkler inşa edildi. Cumhuriyet’in ilanından sonra Türk nüfusu artış gösterdi ve adalar, kültürel çeşitlilikten çok entelektüel bir kimlik kazandı.
Ruhban Okulu ve yetimhane
1844 yılında kurulan Halki Ruhban Okulu, Ortodoks dünyası için büyük önem taşıyan bir ilahiyat akademisidir. Bizans döneminden kalan manastırın üzerine kurulan bu yapı, uzun yıllar dini eğitim verdi. 1971’de kapatılan okul, günümüzde sembolik bir anlam taşısa da Ortodoks inancı açısından tarihsel önemini korumaktadır. Aynı şekilde Büyükada'da bulunan Rum Yetimhane'si de UNESCO Dünya Mirasları Listesi'nde yer almaktadır.
edebiyatçıların gözünden
Tarihçiler, adların adeta birer “sürgün tarihi ansiklopedisi” gibi olduğunu belirtir. Gustave Schlumberger, bu adaları “eski dünyanın en trajik bölgeleri” olarak tanımlar. Celal Esad Arseven ise, onları “ibret vesikaları” olarak niteler. Her biri sürgün, manastır ve inziva hikâyeleriyle örülü bu adalar, Türkiye’nin kültürel belleğinde özel bir yer tutar.