YUNUS ARAS
Son günlerde peş peşe gelen uyuşturucu operasyonlarında medya, magazin, spor ve iş dünyasından birçok tanınmış isim, gözaltına alındı. Uyuşturucu madde kullanma, temin etme, bulundurma ve benzeri suçlamalarla ünlü isimler sorguya tabi tutuldu. Aralarında Mehmet Akif Ersoy, Sadettin Saran, Ela Rumeysa Cebeci, Yusuf Güney ve Aleyna Tilki gibi isimlerin yer aldığı operasyonlar git gide derinleşiyor.
Bu isimlerden bir kısmı tutuklandı bir kısmının ise sadece ifadesi alındı. Operasyonlar sonrası hukuki sürecin nasıl işleyeceği ve davaların nereye varabileceği konusunda Avukat Furkan Demircan ile konuştuk. Demircan kamuoyu tarafından merak edilen soruları cevapladı.

Gözaltına alınmak ile şüpheli sıfatıyla ifade vermek arasında hukuken ne fark var?
Avukat Furkan Demircan: Öncelikle gözaltı, kişinin özgürlüğünün geçici olarak kısıtlanmasıdır. Yani kişi fiilen alıkonulur; belirli bir süre boyunca karakoldan ya da nezaretten çıkamaz. Bu, ciddi bir tedbirdir ve ancak suç işlendiğine dair somut şüphe varsa uygulanabilir. Ayrıca her gözaltı kararının hukuki bir gerekçeye dayanması gerekir.
Şüpheli sıfatıyla ifade vermeyi ise şu şekilde özetleyebilirim: Burada kişi özgürdür. Savcılığın çağrısı üzerine gider, ifadesini verir ve isterse ifade sonrası hayatına devam eder. Yani ortada bir özgürlük kısıtlaması yoktur; kişi sadece soruşturmanın bir parçası olarak dinlenir.
Kısaca anlatmam gerekirse: Gözaltı, “seni tutuyorum” demektir. Şüpheli sıfatıyla ifade almak ise “seni dinliyorum” demektir.
Bir diğer önemli fark da algısaldır. Gözaltı kamuoyunda neredeyse otomatik olarak “suçlu” algısı yaratır. Oysa şüpheli sıfatıyla ifade veren herkes, hukuken masumiyet karinesi altındadır. Aslında gözaltındaki kişi de masumdur ama özgürlüğü kısıtlandığı için sonuçları çok daha ağır hissedilir.
Bu tür dosyalarda saç, kan, idrar testleri ne kadar belirleyici?
Avukat Furkan Demircan: Bu tür dosyalarda saç, kan ve idrar testleri kamuoyunda sanıldığı kadar tek başına belirleyici deliller değildir. Dosyaya girerler, evet; ama hukuki karşılığı şudur: Bunlar şüpheyi destekleyen bulgulardır, kesin ispat değildir.
Kan ve idrar testleri daha çok kişinin yakın zamanda maddeyle temas edip etmediğine dair fikir verir. Ama bu temasın bilinçli kullanım mı, yoksa başka bir nedenle mi olduğu her zaman anlaşılamayabilir. Saç testi ise geriye dönük iz yakalayabildiği için dikkat çeker ama aynı zamanda en çok tartışılan testtir. Çünkü şüphelinin bulunduğu ortam, temas ettiği kişiler gibi durumlar sonucu etkileyebilir.
Bu yüzden uygulamada bu testler, “tamam, burada bir bulgu var” dedirtir ama tek başına bir kişiyi suçlamaya yetmez. Hele ki tutuklama gibi ağır bir tedbir söz konusuysa, sadece bu testlere dayanmak hukuken doğru değildir.

Uyuşturucu kullanmak, bulundurmak ve temin etmek arasında ceza farkı nedir?
Avukat Furkan Demircan:
Ceza hukuku açısından uyuşturucuya ilişkin dosyalarda en kritik ayrım kullanmak, bulundurmak ve temin etmek arasında yapılır. Bunun sebebi ise hepsi başka cezalar ile sonuçlanır.
Önce uyuşturucu kullanmak ya da kişisel kullanım amacıyla bulundurmakla başlayalım. Bu durumda Türk Ceza Kanunu’na göre 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası öngörülür. Ancak uygulamada bu ceza çoğu zaman doğrudan verilmez. Mahkeme genellikle denetimli serbestlik ve tedavi yoluna gider. Yani kişi hapse girmeden süreci tamamlayabilir ama bu dosyanın hafif olduğu anlamına gelmez.
Bulundurma meselesi ise tamamen miktar ve koşullarla ilgilidir. Eğer bulundurma, kişisel kullanım sınırları içindeyse yine aynı 2–5 yıl aralığında değerlendirilir. Ancak miktar arttıkça, paketleme şekli ya da dosyadaki diğer emareler devreye girdikçe savcılık “bu artık kullanım değil” diyerek dosyayı ağırlaştırabilir.
Gelelim en ağır kısma: temin etmek. Bir başkasına uyuşturucu vermek, sağlamak ya da buna aracılık etmek, hukuken uyuşturucu ticareti kapsamında değerlendirilir. Bu suçun cezası 10 yıldan 15 yıla kadar hapis ve ayrıca yüksek miktarda adli para cezasıdır. Burada artık denetimli serbestlik gibi seçenekler söz konusu dahi olamaz.
Kamuoyunda soruşturmayla ilgili çok güçlü kanıtlar olduğu algısı oluştu. Dosya gerçekten kuvvetli deliller içeriyor mu yoksa dava sürecinde geçersiz sayılabilecek unsurlar da var mı?
Avukat Furkan Demircan: Bu tür dosyalarda dışarıdan bakıldığında çok güçlüymüş gibi duran ama mahkeme önüne geldiğinde kolayca tartışmalı hâle gelen bazı başlıklar vardır. Kamuoyunu ikna ederler ama hukuku her zaman ikna etmezler.
İlk sırada biyolojik testler gelir. Saç, kan ya da idrar testleri ilk anda güçlü bir delil gibi sunuluyor. Oysa mahkemede bu testlerin nasıl alındığı, ne zaman alındığı, hangi yöntemle analiz edildiği tek tek sorgulanır. Özellikle saç testleri, pasif maruziyet ihtimali nedeniyle savunmada sıkça çökertilir. Yani “pozitif çıktı” cümlesi, mahkemede tek başına çok bir şey ifade etmez.
İkinci olarak telefon kayıtları ve mesajlaşmalar çok net bir yargı unsuru olarak görülüyor. Dosyada birkaç mesaj, birkaç arama kaydı yer aldığında hemen “örgütsel ilişki” ya da “temin” iddiası kurulabiliyor. Ama mahkeme şuna bakar: Bu yazışmalar açık mı, yoruma mı dayanıyor, gerçekten uyuşturucuyla mı ilgili? İçeriği net yitirir.
Üçüncü önemli başlık tanık ve ihbar beyanları. Özellikle gizli tanık ya da başka bir şüphelinin beyanı dosyaya girdiğinde kamuoyunda çok etkili oluyor. Ancak bu beyanlar başka delillerle desteklenmiyorsa, mahkemede ciddi şekilde sarsılır. Tek başına beyanla ceza çıkması çok zordur.
Bir diğer önemli konu arama ve el koyma işlemleri. Delil bulunmuş olabilir ama eğer arama usule uygun yapılmamışsa, mesela karar eksikse ya da sınırlar aşılmışsa, bulunan şey hukuken yok hükmünde sayılabilir. Bu da dosyanın belini kırar.
Son olarak şunu eklemek isterim: Sosyal medya paylaşımları, geçmiş görüntüler, eski fotoğraflar… Bunlar haber değeri taşır ama çoğu zaman hukuki delil niteliği taşımaz. Mahkemede “algı” değil, ispat konuşur.

Serbest bırakılan birine neden yurt dışı çıkış yasağı konur?
Avukat Furkan Demircan: Bir kişi serbest bırakıldığında, bu dosyanın kapandığı ya da kişinin aklandığı anlamına gelmez. Yurt dışı çıkış yasağı da işte burada ortaya çıkıyor.
Hukuken yurt dışı çıkış yasağı, bir ceza değil, bir adli kontrol uygulamasıdır. Amaç şudur: Kişi özgür kalsın ama yargılamadan kaçmasın, gerektiğinde mahkemenin karşısına çıkabilsin.
Mahkemeler özellikle şunlara bakar: Kişinin yurt dışıyla bağı var mı, sık seyahat ediyor mu, maddi imkânları kaçmaya elverişli mi? Dosyanın kapsamı ve öngörülen ceza yüksekse, “kaçma ihtimali” değerlendirmesi daha da öne çıkan bir nokta olur. İşte bu durumda kişi tutuklanmaz ama yurt dışına çıkışı sınırlandırılır.
Bir başka önemli nokta şu: Yurt dışı çıkış yasağı, tutuklamaya alternatif bir tedbirdir. Mahkeme “tutuklamak ağır olur” der ama dosyayı da tamamen serbest bırakmak istemez. Bu denge, adli kontrolle kurulur.
Bu dosya emsal olur mu, yoksa zamanla unutulur mu?
Avukat Furkan Demircan: Emsal dediğimiz şey, kamuoyunda ses getirmesinden değil; mahkemenin gerekçesinden doğar. Yani bu dosyada mahkeme, özellikle tartışmalı bir noktada; örneğin tutuklama ölçülülüğü, delil değerlendirmesi ya da temin–kullanım ayrımı gibi net ve güçlü bir gerekçe kurarsa, işte o karar ileride başka dosyalarda referans alınabilir.
Ama şu durumlarla karşılaşıyoruz sıklıkla: Bu tür dosyaların büyük bölümü ya soruşturma aşamasında sönümlenir ya da çok klasik, standart gerekçelerle sonuçlanıyor. Bu durumdahukuken emsal niteliği taşımaz ve sadece dönemin gündemi olarak hatırlanır ve zamanla unutulur.

Siz bu dosyanın avukatı olsaydınız en çok hangi nokta üzerinde dururdunuz?
Avukat Furkan Demircan: Ben bu dosyanın avukatı olsaydım şu noktalara özellikle ağırlık verirdim:
Bu dosyada iddia ile ispat arasındaki fark nerede? Çünkü bu tür dosyalar genelde çok iddialı başlar ama ispat kısmında ciddi eksikler ortaya çıkar. Özellikle kamuoyunda ses getiren bir konu ise bu noktadaki değerlendirmeyi daha farklı bir bakış açısıyla yapardım.
İlk bakacağım yer, suç vasfının doğru kurulup kurulmadığı olurdu. Yani gerçekten temin mi var, yoksa kullanım mı? Dosyalarda çoğu zaman “temin” iddiası kolayca yazılır ama bunu taşıyacak somut delil yoktur. Birine uyuşturucu verdiğini gösteren net bir görüntü, yakalama, para trafiği yoksa o iddia savunma açısından çok kırılgandır.
İkinci olarak delillerin nasıl elde edildiğine yoğunlaşırım. Arama kararları, el koyma işlemleri, testlerin alınma şekli… Uyuşturucu dosyalarında usul hatası çok çıkar. Delil hukuka aykırı elde edilmişse, içeriğine bakılmaksızın mahkeme önünde değeri kalmaz. Savunmada bu, dosyanın seyrini tamamen değiştirir.
Üçüncü kritik nokta zamanlama olur. Test ne zaman yapılmış, iddia edilen eylemle arasında ne kadar süre var, tanık beyanları ne kadar sonra alınmış? Bu tür çelişkiler, özellikle biyolojik testlerde savunmanın elini güçlendirir.
Ve son olarak şuna bakarım: Dosya gerçekten somut delillerle mi ilerliyor, yoksa algı ve varsayımlarla mı? Ünlü isimlerin dosyalarında bu ayrım çok önemlidir. Çünkü bazen dosya, hukuktan çok kamuoyu baskısıyla şekillenmiş olur.
Konuyu bir bütün olarak nasıl özetlersiniz?
Avukat Furkan Demircan: Bu dosyalarda yaşanan şey aslında çok tanıdık. Bir işlem yapılıyor, bir karar alınıyor ve daha dosya savcılıktayken herkes sonucu biliyormuş gibi davranıyor. Oysa gözaltı da testler de yasaklar da yargılamanın henüz başı; hüküm falan değil.
Uyuşturucu dosyaları kağıt üzerinde ağır durur ama mahkeme salonunda o ağırlığı taşıyıp taşımadığına bakılır. Algı yüksek olabilir, dosya kalabalık görünebilir ama hukuk detay ister. O yüzden bu işlere bakarken “ne oldu”dan çok, “nasıl oldu” sorusunu sormak gerekir.
Kısacası bu dosyalara bakarken tek bir fotoğraf karesine değil, bütün sürecin nasıl işletildiğine bakmak gerekir. Hukuk tam olarak burada başlar.