Süleyman DOĞAN
Dr. Öğretim Üyesi Gökçen Çatlı Özen gizemli Susurluk kazasında ölen merhum Abdullah Çatlı'nın kızı. İstanbul Saînt-Benoit Fransız Koleji'nde, lisansını İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller, Yüksek Lisans ve doktorasını ise Yeditepe Üniversitesi Sosyal Antropoloji bilim dalında tamamlayan Gökçen Çatlı dört dil bilmektedir. İstanbul Aydın Üniversitesi'nde Dr. Öğretim Üyesi olarak görevini sürdüren Abdullah Çatlı'nın kızı Gökçen Çatlı Türkiye'nin dört bir yayında konferanslar vermekte ve kitaplarını imzalamaktadır. Ayrıca Çatlı Reis ve Babam Çatlı: bu akşam soğuk olacak eve girmeyin adlı kitapların yazarıdır. Gökçen hanım ile İstanbul Aydın Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünde ders verdiğim zaman zarfında çeşitli konularda görüş teatisinde bulundum. Çatlı'nın hep sorumluluk sahibi ve soğukkanlı olduğunu gözlemledim. Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr.Mahmut Arslan ve Dr. Öğretim Üyesi Burçu Güdücü'nde dahil olduğu sohbetlerimizde Gökçen Çatlı Özen'in toplumsal olaylara karşı duyarlığı, sempatik ve iletişime açık oluşu ve de memleket meselelerine karşı çözüm önerileri hep dikkatimi çekmiştir. Gökçen Çatlı'yı daha yakından tanımak için kendisine sorduğum sorulara içtenlikle cevap verdi. Söyleşi ile baş başa bırakıyorum.
Sayın Çatlı öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
Sayın Doğan öncelikle röportaj teklifiniz için teşekkür ederim. Sizin gibi değerli bir bilim ve yazı adamıyla söyleşide bulunmak benim için de kadim bir deneyim olacak. Kimim kimlerdenim? Cevaplanması zor bir soru. Nüfus bilgilerime göre ben Gökçen Çatlı. Nevşehir'de geniş ve geleneksel yapılı Anadolulu bir ailenin ferdiyim. Beni herkes Abdullah Çatlı'nın kızı olarak bilse de, babam Abdullah Çatlı'yı da Hacı Kılıç Mehmet'in torunu olarak bilirler. Büyük dedemizin Hacı Kılıç Mehmet'in "Kılıç" lakabı, Kurtuluş Mücadelesi döneminden gelir. Savaşa katılan gönüllü askerlerimizdendir dedemiz. Cephede kaybettiği kulağından çok, yakasındaki Şeref Madalyası ile anılır. Bir de Mustafa Kemal Atatürk'ün ona hediye ettiği kılıç vardır. Şimdi ailemizin duvarında asılı duran bu kılıç, bize hep şunu hatırlatır: Bu Vatan kolay kazanılmadı! İşte ben de böyle bir kök gelenekten gelen biri olarak, şu an İstanbul Aydın Üniversitesinde Sosyoloji Bölümünde Dr. Öğretim Üyesi olarak görevde bulunuyorum. Editörlük de yapıyorum. Aynı zamanda Fen Edebiyat Fakültesinin Dekan Yardımcısıyım. Akademik çalışmalarım dışında iki siyasi anı kitabım var: "Babam Çatlı" ve "Çatlı Reis". Nevşehir doğumluyum ama 10 yıl yurtdışında yaşadık ve devamında İstanbul'a yerleştik. Evliyim, bir çocuk annesiyim. Kuş bakışı bilgilerim bunlardan ibaret…
Doğru eleştirmek hikmettir!
Nabzımız sizce nasıl?
Ben ülkemizin gelişmiş ülkelerden biri olacağını biliyorum. Ancak demek hiç hoşuma gitmiyor ama ancak Hindistan'da bugün dünyanın altınca ekonomik gücüne sahip. Ne var ki orada hala toplumsal kapalı tabakalaşma var; her sınıf eşite yakın bir ekonomiye sahip değil; toplum içi sınıf ayırımları var; nükleer denemeler var vb. Gelişmiş ülkelerde orta sınıf çoğunluktadır ve ortalama herkesin geliri aynıdır. Hindistan gibi gelişmiş ama kapalı tabakalaşmanın olduğu ülkelerde ise alt sınıf çoğunluktadır ve herkesin geliri farklıdır. Hindistan türü ülkelerde gelirin çoğunu üst sınıf alır ve bu da adil olmayan bir üretim-tüketim döngüsüdür. Bu tip ülkelerde özellikle de İngiltere gibi güçlerin kontrol ettiği modern sömürgecilik vardır. Türkiye'nin gelişmiş ülkeler arasında olacağını düşünüyorum. Dilerim Türkiye kapalı değil de açık tabakalaşmalı bir başarı ile dünya devleri arasında hak ettiği yeri yeniden var eder.
'Eğitim çıtasını yükseltmeliyiz'
Türkiye'de bir kültürel sorun olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Türkiyemizin kültürel yapıdaki tanım sorununa açıklık getirmeden diğer sorunların çözüleceğine inanmıyorum. Toplumsal yapımızı kadim görüyorum ama köklerimizin zenginliğini bilmediğimizi, aktarmadığımızı düşünüyorum. Eğitim sistemimize kök kültürümüzün daha çok teneffüs etmesi gerektiği gibi kurumsal bilgiden ziyade eğitimin daha çok pratiğe dökülmesi gerekir. Pratikten kastım aslında büyük paraların aktığı bir şey değil. Görsel hafızada yer edecek bilgilerin okul bahçesinde bile olması bir hoşluktur. Dünya haritasının okul bahçesinin zemininde resmedildiği ve coğrafya derslerinin burada da yapıldığı bir ders kuşkusuz hoş olur; okul duvarlarının Türk edebiyatının klasiklerinin kapaklarıyla kaplanması entelektüel dünyamızı zenginleştirir. Yapımıza değer verdiğimiz ölçüde bize değer verirler.
Babanız merhum Abdullah Çatlı'dan dolayı kolaylık ve zorluk yaşadınız mı?
Babam Abdullah Çatlı'dan dolayı yaşadığımız her türlü zorluk ateşten gömlekti ama biz onu taşımaya seve seve talip olduk. Aslında ben onun sadece evladı olarak görmedim kendimi. Yaşadığı tarihe tanıklık ettim, saygı duydum mücadelesine ve de bunlara ortak oldum. Biliyorum herkes anlamaz. Ama birileri seyrederken, birileri mücadele etti yakın tarihimizde. Biz mücadele edenlerin tarafındaydık. Bu hayatta herkesin bir rolü var. Babam zor bir rol seçti. Biz de onun seçiminde yanında bulunduk. Dolayısıyla biz derdimize razıyız.
Babanızın ölümü ardından 23 yıl geçti. Ne hissediyorsunuz? Geriye dönüp baktığınız zaman keşke şunlar olmasaydı dediğiniz şeyler oldu mu?
Söz uçar yazı kalır. Tarihe not düşelim dedim ve yaşadığımız zorluklar ile hoşlukları iki siyasi anı kitabımda da ele aldım. Keşke demek çok insani bir tepki ama keşkeler neyi değiştirir ki? Değiştirmez ama keşke 12 Eylül'e giden süreç gibi 12 Eylül de olmasaydı. Ülke kaderi değişti. Adeta bozguna uğradı. Eğer 12 Eylül gibi o döneme giden süreçler de olmasaydı, gençlik hareketi bugün siyasette daha etkin bir rol alırdı ve belki de bağımsızlık algımız kapitalizmle kıskaca alınmaz, çok daha milli ve yerli olurdu. O vesileyle benim keşkelerim vatan boyutundadır. Allah kaldıramayacağım acı vermesin ama ben isyan etmeyi sevmem. Mücadele insanıyım. İsyanın boşa bir serzeniş olduğunu daha çok küçük yaşlarda öğrendim. Ne var ki babamı hep çok özlüyorum. Babamı geç buldum, erken kaybettim. Onu kaybı derin çok derin bir sızı. İkinci büyük keşkem babamın olması olurdu. İnsan büyüyor ama ana-babaya hissedilen sevgi hep o çocuk yaştaki gibi kalabiliyor. Babam beni çok sevdi, ben de onu. O sevgiyi çok özlüyorum.
Bir akademisyen olarak Türkiye'nin toplumsal yapısını nasıl görüyorsunuz?
Sağlıklı her vatandaşın memleket sevgisi olması gerekir. Türkiye benim güzel Vatanım bende böylesi bir sevgiyi sağlayan yer olduğu için Ziya Gökalpçi bir yaklaşımla onu hep ailemin küçültülmüş hali olarak gördüm, imtina ettim, sahiplendim. Türkiyemizin toplumsal yapısını Ziya Gökalp'in "Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak" döngüsüyle ama pek tabi Mümtaz Turhan'ın değişim ilkeleriyle de ele alıp, benimsediğimi düşünüyorum. Ben de Emile Durkheim gibi kültürün "sui generis" olarak tabir ettiği nevi şahsına münhasır olduğunu düşünürüm. Her toplum kendi kültürüne sahip olmalıdır.
Kültür dersleri veren bir hoca olarak sizce kültür nedir?
Bana göre kültür parmak izidir. Türkiye'nin parmak izi yerli ve milli olmalıdır ki kendine has bir yaşam alanı oluşturabilsin. Bağımsız ve başarılı ülkeler kendi üst kültürlerini kendi toplumlarından oluştururlar. Ve bu oluşum ülkenin ekonomik ile kültürel sermayesini üretir ve dağıtımında önce kendisine pay düşürür. Türkiye'nin bağımsız, gelişmiş, güçlü bir ülke olması için öncelikle kendi üst yapılanmasını belirlemesi ve onu sahiplenmesi gerekir. Türkiye'de dönem dönem kişilerin Türk olduğunu söylemesinin ırkçılık olarak algılandığı bilinir. Bu bir akıl tutulmasıdır. Aynı döngü gelişmiş ülkelerde sorun değildir, bilakis doğal bir husustur. Dolayısıyla Anayasamızın ilk dört maddesinin yüksek sesle okunması gerekiyor. Bir toplum kendi kültürel dokusunu kabul etmez, sahiplenmez ise yabancılar hiç kabul etmez, saygı da duymaz.
Türkiye'deki toplumsal yapı ileriye dönük ümit ve ümitsizlik veriyor mu?
Ben çıtayı yüksek tutmayı severim. Bu açıdan ümit vermesi için daha çok mesafe sarf edilmeli. Ama ben bu güzide toplumun doğal yapısını seviyorum. Toplumsal yapımız sözde değil, özde kadim olduğundan ümit var diyorum.
Kadınların Türk toplum yapısı içerisindeki rolünü ve statüsünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kültürün dişi olduğunu söylerim hep. Çünkü kültür doğurgandır. Dolayısıyla kadına önem veren toplumlar, kendi üretimlerine de iyilik etmiş olurlar. Gelişmiş ülkelerde sadece kadın değil, canlı önemlidir. Antropolog ve sosyolog olduğumdan ben konulara bütüncül bakmayı severim. O sebeple Türk toplumunda kadının üç toplumsal evreden geçtiğini sanıyorum. 1200'leren önce erkek ile nispeten ortak sorumluluklara sahip Türk kadının Tomris Hatundan evraldığı genlerle Bacıyanı Rum Teşkilatındaki etkin rolü bence çok kadimdir. 1200'lerden 1900'lara kadar kadın, hane içine çekilerek ataerkil yapılanma tarafından baskılanmıştır. Bu durumun gelişmemize engel teşkil ettiğini düşünüyorum.
20.yüzyılda kadına bakış değişti mi?
1900'lerle birlikte kadın, doğurganlık özelliğiyle toplumsal yapılanmada görünürlük kazanmıştır. Kadın, anadır-bacıdır-kardeştir gibi yaklaşımlarla ele alınması hoş olsa da bunun devamında kadın üretendir-düşünendir de denmeliydi; denseydi çok da bütüncül olurdu, hoş olurdu. Ayrıca modernleşmeyle birlikte, kadın ataerkil bir yapılanmayla açıklanmıştır. Kadın erkek gibi güçlü ve delikanlı olabilmiştir. Kadının tanımı erkek egemen söylemlerle açıklandığında bunun onun özüne uymadığını düşünüyorum. Gerçekçi olunmalı: erkek erkektir, kadın da kadın. Bu biyolojik gerçeği, ayıpmış gibi toplumsal algılarla örtbas etmenin kime ne faydası var! Kendini bile bir Türk kadın pek tabi anneliğini de yapar, işini de yapar. Kızlarımıza yerli-milli-çağdaş bir eğitim verdiğimiz sürece aile yapılanmamız da bozulmaz. Bugün Türkiye'de kadına önem veriliyor mu? Meclisimizdeki kadın sayısı çok az. Cevap ortada sayın hocam.
Türkiye'nin geleceği konusunda iyimser misiniz, kötümser misiniz?
Tıpkı insandaki nabız gibi toplumların da nabzı vardır.
Türkiye'de siyasi örgütlenmenin iyi bir konumda olduğunu söyleyebilir misiniz?
Süleyman Bey ben yapıcıyımdır ama ilerlemek için eleştirinin hikmetine inanırım. Aydınlanma dönemine baktığımızda eleştirel düşüncenin de ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Ben toplumsal yapıyı üst-orta-alt sınıfların oluşturduğu ilişkiler üzerinden ele alırım. Genelde gelişmekte olan ve gelişmemiş toplumlarda üst sınıf, toplumun beklentilerine pek de önem vermeyen bir yapıdadır. Üst sınıf ile orta ve alt sınıfın birbirine yabancılaşması, toplumsal sorunları derinleştirir. Avrupa'da asgari ücretli bir mavi yakalı işçi ile siyasetçinin aylık geliri elbette farklı ama bu fark açıklanabilir düzeydedir. Örneğin mavi yakalı bir işçi aylık ortalama 2000 euro, beyaz yakalı bir işçi 4000 euro ve siyasetçi 4500 euro civarında kazanmaktadır. Bu durum toplumda nispeten ekonomik bir bütünlük sağlar. Türkiye'de ise mavi yakalı bir işçi aylık ortalama 350 euro, beyaz yakalı bir işçi 600 euro ve siyasetçi 4500 euro civarında kazanmaktadır. Bu tabloya göre vatandaşın siyasetçiden beklentisi haliyle çok oluyor ve karşılığını göremeyince de adalete olan inancı örseleniyor. Siyasi örgütlenmenin iyi işlediğini söylemek için ekonominin iyi olması gerekir. Ekonomik unsurların da adil bir şekilde dağıtılması gerekir. Ekonomi, toplumu iyi bilen yerli ve milli toplum bilimcilerin, evrensel düşünen ekonomistlerle ortaklaşa hareket etmeleriyle ilerleme sağlar mı? Bence sağlar.
Üniversiteler Türk toplumuna sizce ne gibi değer üretiyor ve katıyor?
Aslında akademimizde kendini yetiştirmiş çok fazla meslektaşımız var. Bizdeki sorunlardan biri şu olabilir: Hangi tür akademisyen? Üniversitede ders veren mi? Bilim adına çalışma yapan mı? Bizim üniversiteler her ikisini bir kişinin yapmasını bekliyor. Bu da açıkçası yorucu oluyor. Durum böyle olunca bence entelektüel bilim insanlarımızdan tam verim alınamıyor. Bilimsel çalışmalar daha çok pratiğe dökülebilse daha iyi olurdu açıkçası. Öte yandan devletin toplumsal bilimlere daha çok önem vermesi gerekiyor diyeceğim ama örneğin birçok üniversitenin fen edebiyat fakültelerinde matematik-fizik gibi bölümler kapatıldı. Matematik bilimlerin temeli iken kapatılması hiç doğru değil. Bunların ivedilikle açılması gerekiyor.
Siyasete girmeyi düşünüyor musunuz? Herhangi bir siyasi partiden teklif aldınız mı?
Bu soru bana hep çok soruluyor. Beni Türkiyemiz için çözüm araçlarından biri olarak görenlere teşekkür ederim. Hissiyatım o ki ben bunun için doğru tarihi beklemek durumundayım. Ve yine hissiyatım o ki ömrümün bir bölümünde ben ülkemize devlet adamı olarak da hizmet edeceğim. Evet, birkaç yerden değerli teklifler geldi. Mevlam görelim neyler, neylerse güzel eyler. Bu güzel sohbet için teşekkür ederim sayın hocam. Sizin de hem akademide, hem de yazı hayatında başarılarınız daim olsun ülke olarak biz de bunlardan faydalanalım.