İstanbul
Açık
16°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

YENİ GÜN, NEVRUZ…

YAYINLAMA:

Toprağın uyanışıdır. Varoluş ve diriliş günüdür…

İlk yaz ile yeniden dirilişi, Türk destanları içinde karşılığını Ergenekon’da bulmuştur.

Nevruz…

Nevruz, Yenisey-Orhun çevresinden, Altaylara, oradan da Hun Türklerinin Avrupa’ya yürümesiyle Macaristan’a ve Balkanlar’a ulaşmış,

800’lü yıllardan itibaren Hazar’ın güneyinden Anadolu’ya ve Mezopotamya’ya taşınarak daha geniş bir coğrafyada kutlanmıştır…

Osmanlı’da da Nevruz, çok canlıydı…

Çeşitli kaynaklarda Osmanlı padişahlarının Nevruz tebriklerini kabul ettikleri, halkın arasına katılarak Nevruz coşkusuna ortak oldukları belirtilmiştir.

Padişahın katıldığı bu törenlere Nevruz-ı Sultânî ismi verilir, Saray hekimbaşıları hazırladıkları “nevruziye” denen çeşitli baharatlardan yapılmış macunları, başta padişah ve ailesi olmak üzere bütün saraya ikram ederdi…

Manisa’daki mesir geleneğinin kökeni de buradan gelir…

Anadolu kültüründe herkes kendi an’anelerine göre anlamlandırmış ve kutlamıştır…

Örneğin, Alevî ve Bektaşîler Nevruz’u Hz. Ali’nin doğum günü ve Hz. Fatma ile evlendiği gün olarak kabul ederlerken, Şiîler bugünü Hz. Ali’nin halife olduğu gün olarak benimser.

Sünnî Türk toplulukları ise Nevruz’u daha çok tabiat olayları ile ilişkilendirmiş.

Bahara merhaba demek, suyu toprağı, havayı, ateşi kutsamak…

Dua ederek bereketi ve sağlığı hanelerimize memleketimize çağırmak…

Nevruz bayramımız mübarek olsun.

Nûş olsun…

***

“Üçyüzonda gelmiş idim cihana”

Anası Gülizar, bir güz günü köy dolaylarındaki Ayıpınar merasına koyun sağmaya gittiğinde; yol üstünde doğuruyor Veysel’i…

1894 yılı…

Sivas'a bağlı Şarkışla ilçesi Sivrialan köyü…

Göbeğini de kendi eliyle kesmiş, Yaman kadınmış Gülizar ana.

Bebesini bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüş.

Babası Ahmet; bebenin adını Veysel koymuş.

Veysel çocuk yedi yaşında Sivas’ta çiçek hastalığı salgınında hasta olmuş,

Sol gözünde “çiçeğin beyi” çıkmış kendi deyimiyle...

Göz akıp gitmiş.

Sağ gözüne de perde inmiş önceleri. Yalnız ışığı seçebiliyormuş bu gözüyle. Babasına “Çocuğu Akdağmadeni'ne götür, orada bu gözünü açacak bir doktor var” demişler…

Ardından gelen bir kaza ise tüm umutları elinden almış…

Yirmi yaşlarına geldiğinde artık iyi saz çalan, iyi ustamalı şiir okuyan bir halk sanatçısı olmuş…

Onu kültürümüze kazandıran Ahmet Kutsi Tecer olmuştu…

Veysel’in yıldızı, Ahmet Kutsi Tecer’in, 5-7 Kasım 1931 tarihinde Sivas’ta yaptığı I. Sivas Halk Şairleri Bayramına katıldıktan sonra parlar…

Her deyişinin, havalandırdığı her türkünün ayrı bir felsefesi vardır.

Yine de bu yazıyı en sevdiğim dörtlüğü ile bitirmek istiyorum

Dünyada tükenmez murat var imiş

Ne alanı gördüm ne murat gördüm

Meşakkatin adın Murat koymuşlar

Dünyada ne lezzet ne bir tat gördüm…

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...