Yeni Birlik Gazetesi
İstanbul
Kapalı
16°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
ANKARA
00:00:00
Sahur vaktine kalan
İSTANBUL
00:00:00
Sahur vaktine kalan
Ara

Bedelli günlük: 12. gün

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Bedelli günlük!

Bugün Albay beni odasına emretti!

Şöyle gelişti...

Eğitimdeydik.

Yüzlerce kişi aynı anda zıplayıp yeri öpüyorduk filan.

Bir yerlerden ismim haykırılıyordu?

Sağdan soldan beni dürtmeye başladılar ve komutanın ismimi bağırdığını anlayınca buz kestim.

Çünkü yüzlerce kişinin içindeyken çağrılıyorsan hayra alamet değil anlamındadır.

Bir adım öne çıktım.

Geçen gün nöbetin son yarım saatlik düzlüğünü uyuyarak tamamlamıştım, o mu dert oldu acaba?

Komutan, "Albay seni çağırıyor" deyince etrafımdaki herkes zıplayıp elleri yukarıda birleştirme hareketini filan boşverdi.

Bana fokuslandılar.

Albay mı?

Nöbette uyuma konusu değil bu.

Daha kapsamlı bir olay olmalı.

Efendi efendi askerliğimi yapıyorum işte, sabahtan akşama kadar acı çekip hap kadar bir şey yiyorum ve bozuk para kokan ranzama geçiyorum.

Günlerim böyle.

*

Yolda ayaklarım birbirine dolanırken kafama sorular yağıyordu.

Ne yapmış olabilirim Albay'a gidecek?

Ne ne ne diyerek karargaha geldim.

Albay'ın fedailerini geçtim.

Dış kapı.

Ayaklarımdaki çamurla odasını rezil etmeyeyim diye paspas konmuştu oraya.

İşe yaradı, onunla postallarımı sıyırdım.

Girdim.

Koridor Albay'ın fotoğraflarıyla kaynıyordu:

Görev esnasında, tören esnasında, saçları siyahken, saçları griye dönerken ve saçları son beyaz halini almışken...

Adamın berbat bir hayatı var diye düşündüm.

Onlara baka baka adam hakkında bilgi sahibi olmaya gayret ederek yürüdüm.

Ne bileyim, fotoğraflar bana ne söyleyecekti ki, sert bir kişilik olup olmadığını mı?

Bir Albay ne kadar yumuşak kişilik olabilirdi?

Beni neden çağırdığına dair aklım cevaplar üretirken bir konu üzerine yoğunlaştı.

Diğerlerini eledi.

Evet, tabii, hıhım.

Kesin...

Odasının önüne geldiğimde yanakları her gün yeni bir sivilce kusan askerin teki beni durdurdu.

Şu çamurlarla vedalaşmış mıyım diye ayaklarıma baktı.

Bu asker son olarak seni düzeltsin, 'bak Albay'ın odasına giriyorsun akıllı ol' desin diye oraya konmuştu.

Bir de ayna vardı yanında.

Bütün vücudunu görebileceğin kadar büyüktü.

Bakıp kendime ayar geçtim.

Sakallarımı şansa bu sabah jiletle bebeklemiştim.

Bu kararımı kutladım.

Asker, beremi ekmek arası sandviç gibi ikiye katlayıp "Böyle tut" dedi.

Olur.

"Kafanla selam durup sonra tekmil vereceksin."

Olur.

O an tek korkum askerliğimin 1 gün de olsa uzamasıydı.

Tek bir gün.

Lanet olsun.

Albay'ın odasına girip bağırdım:

"Mehmet Ali Çatal! İstanbul!"

Odanın camları oynadı.

Albay, 90'lı yılları temsil eden masasında yayılmıştı.

Bir de ayakta psikolog komutan vardı.

Onunla bir bakıştık.

Ona da selam çakmalı mıydım, çakmamalı mıydım, bilemedim ve çakmadım.

Çakılmıyor bence.

O ne öyle Nazi miyiz biz!

Bu psikolog komutanın işi belaydı.

Birlikteki bütün yarım akıllılar, fazla akıllılar, bağımlılar, tecavüzcüler ve katiller onun işiydi.

Kendisiyle aramız iyiydi.

Donanımlı bir adamdı, ego yaymak yerine işini yapıyor, en önemlisi okuyordu.

Geçen gün beni odasına çağırtıp çeşme değil içme suyundan çay söylemişti.

İçtik ve konuştuk.

Sanattan, askerlik belasından ve psikolojiden.

Bir ara dolabını göstermiş, "Viski içer misin" demişti.

Viski içer miyim?

Her gece yan badim C. ile kantinden tuzlu fıstık alıp hayalimizde bira içiyorduk.

Tuzlu gerçek, bira masaldı.

"Sağolun komutanım" demiştim, komutanın gösterdiği dolaba hayretle bakarak.

Beni yedi büyük ihtimal.

Ama Albay'da kesin vardır viski.

Şu 90'lardan gelen dolaplardan birinde bizi bekliyordur.

Keşke çıkarsa da üçümüz boşaltıp rengini değiştirsek şişenin diye düşündüm.

Albay'ın elinde form kağıdı dalgalanıyordu.

Aha!

Beklediğim dalgalanma.

Merhaba başıma bela olan kağıt.

Seni hatırlıyorum.

Geçen gün elimize bir form daha uzatmışlardı, "doldurun" diye.

Tabi kafa göz girişmiştim forma.

Formları severim.

Sert bir form olmuştu.

İsim de zorunluydu bu kez.

Şerefle yazıp imzalamıştım şekilli.

Oraya yazdıklarımdan sonra beyin kıvrımlarım ferahlamıştı.

Şimdi Albay'ın elindeydi.

Başlıyoruz.

Haydi bakalım koca oğlan.

Albay, "İfadelerin çok güzel, güçlü bir üslubun var. Fikirlerin de iyi. Fakat vatan, bayrak gibi değerlerimizle ilgili yazdıkların..."

Hala hazıroldaydım, sanırım 'rahat' demeyecek.

"Bu konularla ilgili yazdıkların hoşuma gitmedi. Yakıştıramadım..."

Albay ailemi sordu.

Nereli olduğumuzu irdeledi.

Babamın nerelerde çalıştığını.

Ne tür kitapları okuduğumu, ne yazdığımı.

Hülasa 7 göbek batılı olan birinin bu tip düşüncelerde yüzmesini anlamaya çalışıyordu.

(Düşünceleri burada anlatmam kanunen başımı dara sokabilir.)

15 dakikaya yakın buzluğa konmuş gibi hazırolda bekledikten sonra çıktım odadan.

İyi ayrıldık.

Beklediğimden daha toleranslı bir Albay'dı.

Bir daha form gelirse devlet meselelerinden değil kızlardan bahsedeceğim.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *