İstanbul
Açık
16°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

SOSYO-KÜLTÜREL EZİYET

YAYINLAMA:

Geçen hafta sormuştum ‘bu televizyon denen illetin bize bir faydası var mı?’ diye.

Az çok ‘kime göre ne anlam ifade ediyor’ sorusunun da altını çizelim istemiştim.

Nasıl yalnızlaştırıldığımıza, nasıl akli melekelerimizle oynandığına değinip, yıllar içerisinde değişen kültür yapımızdaki TV etkisine parantez açmıştım.

Keza,

Türkiye’de ilk TV yayını başladığından bu yana biz bizde miyiz? sorusuna gelen yanıtlar hayli karamsar bir tabloyu işaret ediyordu.

Geçtiğimiz hafta başlayan tartışmalar ise TV’nin daha derin bir noktasında odaklandı.

Konu,

bazı haber kanallarının program tartışmalarındaki seviyesizlikti.

Tartışma dedik ancak kavga demek, elbette daha yerinde.

Dört kişi havada uçuşan hakaretler ve el kol hareketleri ile sözüm ona memleketin siyasi durumunu masaya yatırıyorlar.

Tam bir curcuna,

Tam anlamıyla kakafoni, keşmekeş…

Kimin ne dediği belli olmayan gürültü aşımı

Bir zamanlar saygınlığı vardı bu programların. Yayınlardaki isimlerin kalitesi, bizleri ekrana bağlıyordu… Hatta kendimizle dalga geçmeye başlamıştık bir dönem, her anımız tartışma programı, açık oturum oldu diye.

Şimdi, reyting kaygısı ile zihinlerimizi bulandıran, bulandırmayla kalmayıp bizleri de kutuplaşmanın aktörleri haline getiren bu kanallar, sorumsuzluklarının cezasını sokaklardaki küfürleşme ve hatta kavgalarla mı bize ödetmek istiyor?

Kadın programları ile dibe vuran seviyesizliğe, siyasi konulardaki tehlikeli kavgalar eklenince kültürel eziyetin geldiği nokta kaygı ötesi bir hal alıyor…

Dizi furyasına hiç girmeyeceğim çünkü oradaki sarsıntıyı aklım kaldırmıyor…

***

DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK…

Kurumsal yenilenme, özellikle uluslararasılık üniversitelerin vazgeçilmezidir…

Adı üstünde “Universe”

O halde açılan bölümler birimler ve varolanlar tabi ki kendilerini yenilemeli, eksik ya da fazlalıklarını düzenlemeye gitmelidir…

Hemfikiriz.

Uzmanlık alanım müzikten yola çıkarak anlatayım;

Bir müziksel eserin analizi, bir tarihsel müzik olayının açığa çıkarılması, kültüre ilişkin müziksel verinin derlenmesi, konuyu toplumsal ve dünyasal çıkarıma ulaştıran ve benzeri her tür analiz, yazarın ifadelerinde bir vahaya dönüşebilecekken, “…müzik hakkında bilimsel aktivite gerçekleştirmek” ağırlaşmakta…

Bir akademisyen ve müzisyen olarak şu cümleyi yazmayı sorumluluk gereği addederim ki;

Eğitim politikalarımız uluslararası dengeye, bilgiye, değere kavuşmak için güncelleme çalışmalarını sürdürürken, özellikle üniversitelerimiz, kişisel ve ideolojik bakış açıları, uluslararası akreditasyona uymayan bölümler, birimler, isimler, eğitimcileri korumaktadır…

Bu ikircikli anlayış sürüp giderse…

Bu önündeki 30 yılı öngörmediğinin yansımasıdır.

Kendi konumu ve güç dengesi bozulmasın diye, güncellemeye sözde bilimsellikle engel olanlar, bu vebali ödeyemeyecekler…

Milli’lik, kişilere, gruplara, kadrolaşmaya özgü birim, bölüm, program açma ve sürdürme çabasının ötesine geçer mi?

Buralardan mezun olan öğrenci için hedef müzik öğretmeni yetiştirmekse, bu konuda uzman eğitim fakülteleri müzik bölümleri var…

Üniversitelerin müzik alanındaki eğitimlerinde en büyük sorun herkesin birbirinin alanına girmeye çalışmasıdır…

Sonuçta kafası karışık, kimliksiz ve dünya literatüründe uzmanlığı olmayan gençler yetişiyor…

***

Günün sözü:

“Müzik, insanı yalnızca gölgelerin gerçekleştirebildiği, potansiyel bir nesne ile yüz yüze getirir...” Lévi-Strauss

***

UZMANLAŞMAYA DEĞMEZ Mİ?

M.Ö. 2582…

Çin’de nüfus sayımına yardımcı olması amacıyla düşünülüyor, soyadı.

Kısa sürede de dünyaya yayılıyor bu buluş

Tam anlamıyla bir buluş.

Sonrasında ortaçağ Avrupa’sında insanları birbirinden ayırt etmek için kullanılıyor.

Hiç şüphesiz; dünyadaki en önemli gelişmelerden biri, soyadının kullanılması…

Bilimsel araştırmalar ve makalelerle üzerinde defalarca inceleme yaptığım hayli önemli bir alan.

Ancak yenilenmiş haliyle önüme düşen bir haber, basit bir araştırmayla ilginç sonuçlar ortaya koymuş. Habere göre, dünya genelinde hangi ülkede en çok hangi soyadı kullanıldığının çalışması yapılmış.

ABD merkezli bir kredi firması her ülkede kullanılan soy isimleri görselleştirerek bu ilginç çalışmaya imza atmış.

Buna göre Almanya’da en çok kullanılan soyadı Müller iken, ABD, Kanada, Avustralya ve Britanya gibi İngilizce konuşulan ülkelerde en yaygın seçim ise Smith olmuş.

Çin'de Wang, Hindistan’da Devi, İspanya'da Garcia, Suudi Arabistan’da ise tercih Han yönünde…Bizde ise en yaygın soyadları Yılmaz, Kaya ve Demir.

Bu araştırmayı neden sizlerle paylaşmak istediğimi de belirteyim. Bazı basit görünen araştırma haberleri, insanı derin bir uzmanlığa doğru itebilir.

Olur da, bu engin ve derin konuya eğilmek isteyenler çıkarsa pek çok üniversitenin araştırma birimlerinde kendilerine yer bulabilir.

Çünkü soyadları; bir milletin aidiyetini, kimliğini, simgeler, tarihin sayfalarına insanı davet eder…

O adlarla tarih sayfalarına yazdırır bizleri.

Uzmanlaşmaya değmez mi?

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...