İstanbul
Parçalı bulutlu
14°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

YILLAR SONRA

YAYINLAMA:

Psikiyatr Gülseren Budayıcıoğlu ile 2007 yılında tanıştım. Kitapçı da “Madalyonun İçi” kitabını elime aldığım gibi bir satış elemanı yanımda bitiverdi. “Çok keyifli bir kitap mutlaka okumalısın. Valla ben bayıldım.” Duymazdan geldim, cevap vermedim. “Eminim çok seveceksin. Yazan psikiyatr, hastaları ile yaşadığı tuhaf şeyleri yazmış. Ben bir çırpıda okudum. Ben anlarım, sen bu kitabı seversin…” dedi. Ne laubali ki hiç sevmem. “Gıcık Aslı” günlerimden biri olsaydı, kesin şöyle başlardım cümleye… “Murathan Mungan’ın da dediği gibi… Pardon ama ben nereden sizin seniniz oluyorum?” Ve şöyle devam ederdim… “Siz sevdiniz de bakalım ben sevecek miyim? Ben zevkinizi bilmem, siz beni tanımazsınız. Kime göre neye göre keyifli? Beyefendi!” diye uzatırdım. Ama uzatmadım “peki” dedim, aldım. Hey laubali kitapçı! Eğer ki şimdi bu yazıyı okuyorsan, itiraf etmeliyim ki haklıymışsın! Ve teşekkürler, keyifle okudum. Sayende çok kişiden önce tanıştım Gülseren ve hikayeleri ile… Aradan 13 yıl geçti… Gülseren Budayıcıoğlu’nu herkes tanıdı. O ve kitapları “Kırmızı Oda” ve “Masumlar Apartmanı” dizilerinin ilham kaynağı oldu. Reytingler gösteriyor ki benim kitapçı bu işi biliyor.

Olmuyor, olmuuyooorr!

Hiç alınıp, bozulmayalım. Bizim TC’de şu işi doğru düzgün yapan birini henüz görmedim. Yapılan defileler o kadar vasat ve altı ki durumu elbiseler bile kurtaramıyor. Hala 80’ler havasında bizim defileler. En manken dediğimize bakın. Hangisi dünya standartlarında… Bunlar anca 1984 model dönerci açılışında, et keser. Bir Çağla o da artık emekli olacak, sizin yüzünüzden olamıyor. TC manken açığını kara çeviriyor. Eeee ekmek parası haklı, hakkı. Bi mankenler mi? Organizasyon, podyum, defile sonrası habercilere verilen o klişe pozlar, kusacağım. Yıldırım Mayruk’un son defilesi gün boyu Instagram da önüme düştü. Cidden asabım bozuldu. Mutlaka dikkatinizi çekmiştir. Bu tarz organizasyonların bir olmazsa olmazı da konuk mankencik. Sanki diğerleri esas da konuğu eksik. Mayruk defilesinde de Türkan Şoray podyuma çıkmış. Orhan Gencebay’ın Rexona reklamı seviyesine sen düşme bari Türkan Sultan! Keşke sultanlar gibi izleyip gitseymişsin. Hatırlatırım geçen defilede Hatice vardı. Dahasını yazmaya elim gitmiyor, midem buruluyor.

Vazgeç-me

Bu çiftlerden ne sık görür oldum. Sanırım 40’larında, şık, hoş bir çift, tam karşımdaki masaya oturdu. İlk bakışta her şey normal… Birbirlerine tek kelime etmeden, gelen garsona kadın kendi siparişini, adam kendi siparişini verdi. Garson uzaklaştığı gibi her ikisi de etrafa boş boş bakmaya başladı. Ettikleri iki kelime neydi bilmiyorum ama birbirlerine tebessüm ederek usulca cevap verdiler. Küs de değillerdi. Yemekleri geldi hiç konuşmadan yediler. Tatlı ve sonrası ikisi de telefonlarını eline aldı. Adam hesabı isteyene kadar masada tek kelime edilmedi. Yaklaşık 3 saat! İşin aslı astarı onlar için üzülemedim. Belli ki birbirlerinden kavga bile edemeyecek kadar vazgeçmişlerdi. Ama bana bi anlatın, kim kendinden böyle canice vazgeçer?

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...