İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

BAŞKANLIK SEÇİMLERİ, TRUMP VE KUTUPLAŞMA

YAYINLAMA:

3 Kasım'da ABD'de yapılacak olan başkanlık seçimi öncesi ülkede yapılan son anketler seçim sonucunu belirlemesi olası kritik ve çekişmeli eyaletlerde iki aday arasındaki yarışın başa baş gittiğini gösteriyor.

Oysaki daha kısa bir süre öncesine kadar KOVID-19 salgınında süreci kötü yönetmesinin Trump’a oy kaybettirdiği, tam da bu nedenle başkanlık yarışını da kaybedeceği düşünülüyordu. Peki ne oldu da Trump başkanlık yarışında arayı kapatmaya başladı? Trump’ın kutuplaştırma yoluyla seçmenlerini mobilize ederek bunu başardığını ileri sürebiliriz. Toplumun dikkatini KOVID-19, ekonomik kriz gibi sorunlardan uzaklaştıran Trump, seçmeni kutuplaştırırken din, ırkçılık, milliyetçilik gibi kavramları araç kılıyor. Söz konusu kavramlar aracılığıyla seçmenin korkularını, güvensizlik duygularını körüklemeye çalışıyor. Kutuplaştırma kavramı son yıllarda ülkemizde de deyim yerindeyse popüler olmuş bir kavram. Türk siyasetinde aşırı bir kutuplaşmanın egemen olduğu pek çok yorumcu tarafından dile getiriliyor. Söz konusu yorumcuların kutuplaştırma kavramına olumsuz bir anlam yüklediklerini de söyleyebiliriz. Oysa 20. yüzyılda yaşamış olan Alman filozof, siyaset kuramcısı ve hukuk profesörü Carl Schmitt, kutuplaştırma kavramına çok da olumsuz bir anlam yüklemezdi sanırım. Düşünce tarihinde siyasal olanın kategorilerini (öznitelik) ilk ortaya koyan düşünür olan Carl Schmitt’e göre nasıl ahlak, estetik ve ekonomi gibi alanların kendine özgü kategorileri varsa siyasal kavramının da kendine özgü bir kategorisi vardır. Ahlak alanındaki kategoriyi iyi ve kötü; estetikte güzel ve çirkin; ekonomideyse yararlı ve zararlı olarak tanımlayan Schmitt, siyasal eylem ve saikleri açıklamakta kullanılabilecek özgül siyasal kategorinin, dost-düşman ayrımı olduğuna işaret eder. Schmitt’in siyasal kavrayışını dikkate aldığımızda herhangi bir dinsel, ahlaki, ekonomik, etnik ya da başka bir karşıtlığın siyasal karşıtlık halini almasının ancak insanları dost ve düşman olmak üzere etkili biçimde ayırmasıyla olanaklı olabileceğini söyleyebiliriz. Öte yanda, Schmitt’in siyasal kavrayışı bağlamında ortaya koyduğu dost-düşman kategorilerini göz önüne aldığımızda, politikayı ekonomik kategorilerle ikame etmeye çabalayan Marksizm ve liberalizmin aynı safta yer aldığını da söyleyebiliriz. Yani, söz konusu iki ideoloji de siyasal olanı ekonominin kategorileriyle açıklamaya çalışır. Oysa Schmitt siyasal olanın tüm ekonomik, ahlaki, estetik ya da diğer kategorilerden bağımsız pratik ve teorik olarak varlığını sürdürebileceğini savunur. O’na göre, dost-düşman ayrımı bağlamında, ahlaki açıdan kötü, estetik olarak çirkin ya da ekonomik açıdan zararlı olanın, düşman olmasının zorunlu olmadığı gibi, ahlaki açıdan iyi, estetik olarak güzel ve ekonomik açıdan yararlı olanın da, siyasal bağlamda dost olması gerekmez. Böylelikle Schmitt bir siyasal varlığın, bir düşman varlığı halinde olanaklı olabileceğine ilişkin varsayımıyla, siyasal olanın bir ilişki biçimiyle, 'biz' ve 'onlar' arasındaki karşıtlık ilişkisiyle olanaklı olabileceğine işaret eder. Amerika’daki seçimleri ve bu seçimlerde gündeme gelen kutuplaştırma tartışmalarını Carl Schmitt’in gözünden okuduğumuzda siyasal bir olgu olan seçim sürecinde kutuplaşmanın olması çok da şaşırtıcı değil.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...