İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

BEN ONU SÖYLEMEK İSTEMEDİM!

YAYINLAMA:

Günlük ilişkilerimizde sıkça işittiğimiz bir ifade var. Beni anlamıyorsun; ben onu söylemek istemedim. Bu ifade, örtük olarak, dile getirilen her ifadenin anlaşılabilir olduğunu ya da anlaşılması gerektiğini varsayar. Ne var ki bu varsayım iki nedenden ötürü hatalıdır.

Birincisi, dile getirilen ifadenin herkes tarafından anlaşılabilecek şekilde doğrulanabileceğine ilişkin inanç hatası. İkincisi ise ifadenin bir gerçekliğe işaret ettiğine ilişkin inanç hatası. Her iki durumda da ifade ile hakkında konuşulan şey arasında bir anlam boşluğu ortaya çıkar. Bu anlam boşluğu ise, çoğunlukla, dile getirilen ifadeye değil de ifadenin muhatabına atfedilir. Tam da bu nedenle anlayışı kıt bir insan olup çıkıveririz. Bu andan sonra anlamlar değil, inançlar çatışmaya başlar.

Anlayışı kıt olma ile birinin dile getirdiği her ifadenin bir anlamı olduğuna ilişkin inancı arasında ince bir çizgi var. Çizgi ince ancak ortaya çıkan anlam boşluğunun etkileri çok büyük. Bu durum sadece sıradan insanlar arasındaki ilişkiler düzeyinde kalsa buna katlanabilirdik.

Ne var ki boşluğun büyüklüğü ile kendi küçüklükleri arasında ortaya çıkan farkı anlayamayanlar kendilerinin anlaşılamıyor olduklarına ilişkin bir inançla üçüncü bir hataya sürüklenirler: Anlaşılamıyor olmakla övünmek. Sadece kendi kendilerini övüp dursalar keşke… Ağzımızı açıp tek kelime etmeyeceğiz.

Bununla yetinmiyor böyleleri. Herkes tarafından övülmek istiyorlar. Anlamsız ifadeler kullanarak ortaya çıkardıkları anlam boşluğunu şişirilmiş övgülerle doldurmak isteyenler arzularını tatmin etmek için toplumu kamplara bölme ve ayrıştırma peşinde koşuyorlar. Sanki tek bir gerçeklik, bu gerçekliğin tek bir ifade biçimi ve bunun da tek bir anlamı varmış gibi davranıyorlar. Anlamsız olarak gördükleri her tekil ve bağımsız anlamı bozguna uğratmaya çalışıyorlar.

Siyasetten sanata, sanattan edebiyata değin karşılaştığımız bu durum insanın kendisiyle, çevresiyle ve en geniş anlamda da dış dünya ile kurduğu ilişkiyi kesintiye uğratıyor. Yoğun bir anlam bozumu ile karşı karşıyayız.

Oysa her anlam bozumu bir anlam yitimidir aynı zamanda. Her anlam yitimi bir kişinin başka bir kişiyi olumsuzlaması, herhangi bir şeyi kendisi için anlamlı hale getiren bir kişinin, bu dünya ile kurduğu bağın kopması demektir. Bu dünya ile bağının koptuğu hissine kapılan bir kişi için başka kişiler yoktur artık.

Bir kişinin başka kişilerde bir olduğu, tüm başkaların tek kişide toplandığı bir anlam dünyası ancak ve ancak birbirinden farklı anlam dünyalarının varlığının kabulü ile olanaklıdır. Dile getirdiğimiz bir ifadenin hem kendimiz hem de başkası için anlamı mutlak değildir. Dil, anlam ve gerçeklik ilişkisi bir nehrin farklı ovalara yayılan kolları gibidir.

Bir nehir farklı ovalara yayılır; her koldan başka bir anlam yeşerir. Aynı nehir tüm anlamları kendinde toplar. Bir kişi böyle çok kişi olur. Çok kişi böyle bir kişi olur. Dile getirdiğimiz her ifadenin tek bir anlamının olduğu ve herkesin bu anlamı anlaması ve buna göre hareket etmesi gerektiğine ilişkin inancımızdan vazgeçelim. Toplumun bir bütün olarak gerçekliği, bu gerçekliği inşa eden anlam farklılıklarına dayanır.

Nehirlerin kollarını kırmayalım… Ovaları kurutmayalım…

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...