İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

AĞANIN KISMETİ

YAYINLAMA:

Ukde nedir, gençler bilmeyebilir. Sözlüğe bakarsanız, “düğüm”. Konuşmalarda mecaz yollu kullanılıyor: “Yapmam gerektiğini bildiğim bir şeyi yapamadım, içimde düğüm gibi dert oldu” anlamında. Bugünlerde ölümünün on ikinci yıldönümünde Sakıp Sabancı’yı andık ya. Onun hakkında kocaman bir ukde var benim içimde.Haftanın her gününde köşe yazısı yazdığım dönemde bir öğle üzeri telefonla aradı, o akşamki Adana uçağının kalkış saatini söyledikten sonra “Hemen toparlan, gel,” dedi. “Ben de o uçaktayım.”

“Aman Sakıp Beyciğim, benim işim gücüm var.”

“Benim yok mu? Bu hepsinden mühim.”

“Hayırdır?”

“Hayır ki hayır. Görürsün.”

Bir saatte apar topar iki yazı yazıp gazeteye gönderdiğimi hatırlıyorum. O gece Sakıp Bey’in Adana’daki evinde kaldık. Ertesi sabah erkenden (ortalık aydınlanmamıştı) yollara düştük. Bölgede Sabancı camiasına ait ne kadar fabrika, işyeri, tesis falan varsa ziyaret ettik. Her birinde beni işçiler ve yöneticilerle konuşturdu. Hepsinin Ağa’yı saymanın ötesinde sevdiği belliydi. Yorgun argın eve dönünce sordum: “Eee, n’oluyor? Buralara Genel Müdür mü yapılıyorum?”

“Daha iyisi. Arabada babam Hacı Ömer’in nasıl köyden gelip bunları yarattığını anlattım ya? Onun kitabını yazacaksın.”

Düşündüm. Siparişle bir zenginliğin kitabını yazmak tuhaf kaçacak gibi geldi. Özür diledim. Sonraları da düşündüm, yanlış yaptığımı fark ettim. O kitabın malzemesini toplarken çok şey öğrenebilirdim. Yüzde yüz millî bir Ağa özel sektörümüzün Mister tiplerine örnek olur, kutuplaşmamızı da biraz önlerdi belki. Yine de Sakıp Bey’le iki üç günlük sohbetimizin kazandırdıklarının kalıntısı var kafamda. “Sözlerimi gazetelere, dergilere, kitaplara serpiştiriyorlar,” demişti. “Bazıları işe yarar, bazıları havada.” En beğendiği öğüdü şuydu:

“Her şeyin bir şeyini öğren, bir şeyin her şeyini.”

Doğru sözdü. Bilginin her kesiminden pay alarak genel kültür edindikten sonra, bir uğraşın tam egemeni olabilmek için onunla ilgili konulara odaklanarak derinleşmek şart gerçekten. Kıvrak denilen zekâ türünden ve mizah duygusundan nasibini bol bol almıştı Sakıp Bey. Bilmem doğru mu, gençliğinde bir ara çok zengin bir kadınla evlenerek malî dağların tepesine kestirmeden ulaşmayı aklından geçirdiğini söyledi. Ama becerememiş. Bir de hikâye anlattı:Delikanlının biri gözüne kestirdiği kızın çok romantik olduğunu görünce ormanda randevu vermiş. Kız bisikletle gelmiş. Onu bir ağaca dayadıktan sonra yere örtü serip üstüne uzanmış. Oğlan ezberlediği şiirleri söylemeye başlamış. Öyle güzel, öyle güzel söylemiş ki, kız kendinden geçmiş.

“Harikasın!” diye kollarını açmış. “Benim olan her şey senin artık.”

Ve delikanlı yerinden fırlamış, bisiklete atlayıp gitmiş… Sakıp Bey “Kısmet değilmiş,” diye güldü. “Ben öyle bir bisiklet kapamadım.” Ama camiasına motosiklet yaptırdı; ona atlayıp gitti. Yapanların alkışlarıyla.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...