Kartalkaya’da yitip gidenlerin anısına... Hepsinin mekânı cennet olsun
Hatay, Malatya, Konya, Bolu... Bu şehirler sadece harflerden ibaret değil. Her biri umutlarla, sevinçlerle, acılarla dolu yaşamların geçtiği yerler. Bugün bu şehirler adeta birer ağıtın ismi olmuş durumda. Yakan top misali suçluyu ararken, geriye sadece boynu bükük insanlar, yitirilen canlar ve göğe yükselen çığlıklar kalıyor. Bir dakika boyunca düşünmek yeter mi?
Başımızı öne eğip suçlu aramak yeter mi? Sezen Aksu'nun dediği gibi: “Masum değiliz hiçbirimiz.” Modern çağın getirdiği imkanlar, medeniyet adı altında inşa edilen beton yığınları, insanoğlunun kibirle ördüğü duvarlar... Ancak doğa, adaletin en çarpıcı hâlini gösteriyor bizlere. Ellerimiz günahkâr; çünkü inşa ederken doğayı hiçe saydık. Dillerimiz günahkâr; çünkü gerçekleri haykırmak yerine sustuk. Suç hep bir başkasına aittir, değil mi? Ama aslında biz, hepimiz bu suçun bir parçasıyız. Her yıkılan binanın, her çöken çatının altında aslında sadece beton yığınları değil, ihmaller, sorumsuzluklar ve göz ardı edilen gerçekler yatıyor. İnsan eliyle yaratılan her yıkımda, doğanın uyarılarına kulak asmayan anlayışın izleri var.
Peki bu anlayış ne zaman değişecek? Kaç hayat daha feda edilecek? Sezen Aksu güzel söylemişti, Bir çağ yangını bir bütün... Bir çağ yangını sardı dört bir yanı. “Bir daha olmaz” dediğimiz her acının ardından yenileri geldi. Daha kaç şehir, kaç insan, kaç hayat feda edilecek? Ne zaman gerçekten durup düşüneceğiz? Yalnızca bir dakika boyunca mı, yoksa bir ömür boyu sorumluluk alarak mı? Bu sorunun cevabını, aslında hepimiz biliyoruz ama söylemekten çekiniyoruz. Bugün Bolu ağlıyor, yarın belki başka bir şehir.
Daha önce de aynı manzaralarla karşılaştık; ekranlarda bir dakika sessizlik, sosyal medyada birkaç paylaşım, ardından unutuluş. Ama unutulan, sadece acılar değil; aynı zamanda alınması gereken önlemler, yapılması gereken değişiklikler. Artık suçlu aramaktan çok, çözüm üretme zamanı. Masum olmadığımızı kabul ederek, kendi payımıza düşeni yapma zamanı. Şehirlerimizi yeniden inşa ederken, doğanın sesine kulak verme zamanı. Her bir bireyin küçük bir çabayla büyük değişimler yaratabileceğini unutmadan, sorumluluğu omuzlama zamanı. Betonlaşma uğruna kaybedilen ormanlar, plansız kentleşmenin getirdiği felaketler, insanın insanla olan mücadelesi...
Tüm bunları değiştirebilecek olan şey, yalnızca farkındalık değil, aynı zamanda eylemdir. Hayata geçmeyen farkındalık, boş bir sözden ibarettir. İşte bu yüzden, birlikte hareket etmenin, dayanışmanın ve doğruyu savunmanın tam zamanı. Masum değiliz hiçbirimiz. Bu cümle, suçu kabullenmek değil, aksine bir farkındalığın ilk adımıdır. Masum olmadığımızı bilmek, geleceğimizi kurtarmak adına bir umut ışığıdır. Hatalarımızı kabul edip değişime açık olmalıyız. Yeni nesillere daha güvenli şehirler, daha yaşanabilir bir dünya bırakmak bizim elimizde. Ellerimiz günahkâr, dillerimiz günahkâr...
Ama hâlâ geç değil. Dünya yanarken, bu yangını söndürebilecek tek şey, içimizdeki vicdanın uyanmasıdır. Suçluyu ararken harcadığımız enerjiyi, yaraları sarmak için kullanabiliriz. Çünkü gerçekten “masum değiliz hiçbirimiz,” ama bu, değişim için bir engel değil, tam tersine bir başlangıç olabilir. Her bireyin üzerine düşeni yapması, yaşanan acılardan ders alması gerekiyor. Eğitim, bilinçlendirme ve düzenlemelerle daha güvenli bir toplum oluşturmak mümkün. Ancak bu, sadece devletin veya yetkililerin çabasıyla değil, herkesin elini taşın altına koymasıyla gerçekleşebilir.
Hadi gelin, hep birlikte başımızı öne eğmek yerine, başımızı kaldırıp bir şeyler yapalım. Çünkü umut, eyleme dönüşmediği sürece sadece bir kelimedir. Hatay’dan Malatya’ya, Konya’dan Bolu’ya uzanan bu ağıtın içinde, bir gün yeniden mutluluk ezgileri yankılansın diye harekete geçelim. Gelecek, bizim sorumluluğumuzda; onun masumiyetini korumak da... Bir dakika düşünmek yetmez, bir ömür boyu çalışmamız gerekiyor. Çünkü insanlık, ancak insan olmayı hatırladığında kurtulabilir.