İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Trump’ın Ortadoğu’su: Cahilliğin emperyalizmi

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Bir Trump yazısı daha. Bu hafta dünyanın dört tarafında kalemler bir Trump yazısı daha yazmanın zorunluğuyla havaya kalktı. Özü itibariyle herkesin sıkıldığı bir tekrarlama içerisindeyiz. ABD başkanı göreve ABD topraklarını genişletme sözü vererek başladı. Bunun için ekonomik ve askeri baskıyı köküne kadar uygulayacağını söyledi. O günden bugüne baskının öznesi değişiyor ama yaratılan atmosfer ve ABD’nin amaçladıkları değişiklik göstermiyor. Yazar sıkıldı, okuyucu sıkıldı ama ne yaparsınız bu hafta baskının uygulama merkezi Ortadoğu olduğu için bir yazı kaleme almak farz oldu. 

Beyaz Saray’da gündem Ortadoğu 

ABD’nin yeni başkan döneminde sorunlarla ilgilenmeye Ortadoğu’dan başlayacağı biliniyordu. Malum, bölge her anlamda kaotik ve tehlikeli bir geçiş süreci içerindeydi. Bir yandan İsrail-Hamas barışının ilk aşaması ilerliyordu ama Netanyahu hükümeti açısından Gazze’nin yarattığı sorun anlaşmalı-anlaşmasız sürüyordu. Daha önceki yazılarımızda da belirtik, İsrail Gazze savaşını kazanamadı. Lübnan ve Suriye’de yarattığı baskı ve İran destekli gruplara verdiği zarar, en başta da Hizbullah’ın komuta ve örgütlenmesinde yarattığı hasar ile Hamas’ın üst kadrolarını etkisizleştirmesi Gazze’deki başarısızlığını görünmez kılıyordu ama gerçek orada duruyordu. Gazze’de Hamas’ın üstyapısı ve altyapısı yok edilememişti, Filistin direnişi de kendisine bu süreç içerisinde meşru bir mücadele alanı açmıştı. 

Dolayısıyla Netanyahu hükümeti hiç istemediği bir kendini sınırlandırma seçimine zorlanabilirdi, bunun tam aksi bir biçimde cesaretlendirilebilirdi de çünkü İran, pek çok ABD’li ismin tespit ettiği üzere en güçsüz, kırılgan dönemlerinden birini yaşamaktaydı. Bu kırılgan dönem İran’ı ya ABD ile anlaşmaya ya da nükleer silahlanma yolunda ilerlemeye itecekti. Öte yandan Suriye, ABD’nin de oradaki varlığı nedeniyle bizzat duhul olduğu bir geçiş dönemi yaşıyordu. Merkezi hükümetin, merkezin güçlü olduğu bir Suriye geleceğine yelken açması bölgesel ve uluslararası destek olmadan fazla maliyetli olacağından geçişi ve merkezileşmeyi destekleyen bölgesel aktörler diplomasi ve müzakereleri sonuna kadar zorluyorlardı. Burada tüm aktörleri motive eden bölgede işleyen bir dengenin kurulabileceği ve 7 Ekim sonrası keskin kutuplaşmanın bitebileceği umuduydu. Gazze’deki anlaşma, Lübnan’da itiş-kakışın görece durması, Suriye yeni yönetiminin kabul edildiği sahaların genişlemesi, İran’ın nükleer silah geliştirmek istemediğini ve müzakereler konusunda ılımlı olduğunu gösteren açıklamalar yapması umutları artırıyordu. Kısaca, Trump, Netanyahu ile görüşmeden önce bölgenin normalleşmesini İsrail’in güvenliğine verdiği desteği çekmeden destekleyecek bir jeopolitik atmosfere sahipti. Dahası Trump yönetimi, Gazze Anlaşması için baskı yapan en önemli taraf olduğu için Trump’ın kafasında bu tür bir normalleşmenin olduğu da varsayılıyordu. 

Netanyahu’ya destek

 Fakat Trump ve Trump yönetiminin ilerlediği yol bu olmadı. Bölge normalleşmeye bir adım yaklaşmış değil, tam tersi gelecek şiddetli fırtına beklenir halde. Trump, Netanyahu ile görüşmeden kısa bir süre önce İran’a yönelik maksimum baskı politikasına geri dönüldüğünü açıkladı. Sonra Netanyahu ile görüşmesi gerçekleşti ve ABD başkanı -gerekirse askeri gücün de kullanılabileceği- ABD’nin Gazze’nin kontrolünü ele alma planını açıkladı. En sonunda da pastanın kreması olarak Netanyahu hükümetine satışı yasak silahların satışının gerçekleştiği haberlerini okuduk. Bu haberler ABD’nin Uluslararası Ceza Mahkemesine yaptırım uygulama kararı ve ABD’nin dış yardım kuruluşunu (USAID) kapatma kararı ile bütünleştiğinde, tek bir sonuca bizi götürüyor: ABD Başkanı Netanyahu’ya ve Netanyahu’nun yöntemlerine tam desteğini siyasi olarak verdi. 

Böylece Netanyahu’nun İsrail muhalefeti ve hükümet içindeki diğer sağcı gruplar karşısındaki konumunu da güçlendirmiş oldu. ABD’nin İran’a maksimum baskı politikasına geri döndüğü ve anlaşmadan tarafların görünürde uzaklaştığı düşünüldüğünde, Netanyahu’nun elini İran karşısında serbest bırakmak anlamına da gelebilir bu destek. Dolayısıyla İsrail’in sahada ABD’nin vekil gücü olarak hareket etmesinin önü tam yol açıldı da denilebilir. Açıkçası Trump yönetiminin İsrail’e destek vermesi ve İsrail’in güvenliğinin öncelenmesinden daha farklı bir tablo ile karşı karşıyayız. Trump yönetiminin öngörülemez şekilde davranmayı sürdüreceğini iddia edenler de işte diyorlar; Trump yönetimi sağ gösterirken (yani bölgeden askeri olarak çekilme sinyalleri verirken) sol vurdu. Gazze’nin kontrolünü ABD’nin bizzat ele alacağı açıklandı, yani ABD bölgede var olmaya -gerekirse askeri araçlarla da var olmaya- devam edeceğini açıkladı. Ve Trump, Ortadoğu’daki ABD varlığının yeni yolunu döşerken (bu rakiplerin önünü ABD varlığı üzerinden bizzat kesecek demek) aracını da seçmiş oluyor: Netanyahu seni seçtim. 

Riviera kâbusu ve Happy Meal emperyalizmi

 Tablo böyle açık seçik aslında ama Trump’ın kararları üzerinden sahada işler netleşmedi. Bir kere Gazze politikası, yani Gazze’yi yeni bir ABD (!) rivierası yapma fikri uluslararası hukuka tabi ki aykırı. Zorla insansızlaştırma, ilhak ve işgal gibi adlar verilebilecek bir stratejiye dayanıyor. ABD, Gazze’yi İsrail adına mı kontrol edecek, kendi adına mı kontrol edecek kısmında ibre kendi adına kontrol edeceğe döndüğü için İsrail’in Gazze’de isteği kontrolü kurması mümkün olacak mı o bile belli değil. Ama sınırların zorla değişmezliği ve kendi kaderini tayin hakkı gibi pek çok norm al aşağı ediliyor. İsrail Gazze problemini kendi başına, kendi gücüyle çözemediğinden demokratik bir çözüm bulmak yerine yanı başının bir büyük güç tarafından ilhak ve kontrolüne müsaade vermek zorunda zaten. 

Yakında kendisine vaat edilecek Batı Şeria hattıyla bir süre iç kamuoyunu uyutması mümkün. Hem bu yeni riviera’ya Yahudiler de yerleşebilir, iyi Müslüman ve Araplar da yerleşebilir. Tek yerleşemeyecek olanlar, gerçek sahipleri yani Gazzeliler. Bu hukuksuzluğun yaratabileceği komplikasyonların farkında olan bazı Beyaz Saray yetkilileri, “aslında Trump onu demek istemedi de bunu demek istedi, zorla demedi de gönüllü demek istedi” mealinden açıklamalar yapıyorlar. Ama tabi Başkanı da çok kızdırmamak gerek. Bu yüzden Mısır ve Ürdün’ün planı reddedişi hatırlatıldığında Başkan’ın pazarlık gücünü hafife almayın uyarısı eklemeyen bir ABD yetkilisini bulmak mümkün değil. Trump’ın Gazze planı sadece Gazze’nin Gazzesizleşmesi demek değil Ürdün ve Mısır’ın istikrarsızlık denizlerine boğazına kadar batması demek. 7 Ekim saldırılarından itibaren ha devrildi ha devrilecek denen Ürdün monarşisi artık soluğu Riyad ya da Londra’da alır. İsrail, hele ki Batı Şeria’da işgal planının hızını artırırsa, savaş ya da savaşa yakın mücadele İsrail-Ürdün arasında patlar. Ürdün’ün güçsüzlükleri malum, Rejim’in İsrail’e direnemediği de biliniyor ama yine de bir bölgesel denge alanı. Jeopolitik olasılıklar olarak sınırların değişmesinden komplo teorileri gibi kolaylıkla bahsettiğimiz bir ana geldiysek tehlike çanları tüm bölge için çalıyor demektir. 

Mısır’ın durumu da daha iyi sayılmaz, demografik ve ideolojik olarak kabul edemeyeceği bir plan ile karşı karşıya. Kabul etse de etmese de birileri tarafından devrilme ile tehdit edilebilecek Sisi iktidarını da unutmayalım. Tabi bir Sisi gider bir Sisi gelir ama, bu tür bir yükün, Filistin davasına bu tür bir ihanetin yükünün Mısır’da hangi toplumsal gücü harekete geçireceğinden kimse emin olamaz. İsrail’in Gazze’de karşı karşıya kaldığı riskler Mısır sınırında yüzünü göstermeye devam eder. Olsun canım ne olacak, İsrail cici bombalarıyla Rafah’ı ve hatta Sina’yı da kontrol eder diyenler var. Gazze plajları çok güzeldi tekrar o plajlarda yüzeceğiz diyenler var. Mısır ve Ürdün’ü çok düşünüyorsa Suudi Arabistan Gazzelileri alsın ve kendi topraklarının minik bir kısmını Filistin Devleti için veriversin diyenler var. Uygulanamaz, eğer uygulanması denenirse her tarafın kan gölüne döneceği bir planı, olsun canım kan gölünde banyo yapmak sağlığa iyi gelir diye alkışlayanlar var. Trump, Ortadoğu’daki güncel durumu açıklamak için “işte masa, işte kalem; masa Ortadoğu, kalem İsrail” gibi bir örnekten yola çıktı zaten. 

Belirsizlik değil, ciddiyetsizlik var. Hiçbir açıklamanın iller tutar bir yanı, ahlaki bir kaygısı, bir mantığı yok, bir bilgiyi ve ilgiyi yansıtmıyor. Bu plan bu kabalıkta Netanyahu propagandası ile giderse zaten Trump’ın hayali olan İsrail-Suudi Arabistan, İsrail-Türkiye normalleşmeleri de hayal olur. Ama kimse derin bir analiz yapmak, uzağa bakmak gereğini duymuyor. ABD emperyalizmi Sykes-Piccot tarzı bir emperyalizm değil. Happy Meal tadında bir emperyalizm. Ve böylece Trump, bütün ciddi açıklamaların altını oydu, bütün tehditlerin altını boşalttı. Ama ABD’nin saf güç kullanma tehdidini havaya asılı bıraktı. Böylece ABD’nin güç ve tehdit politikasını netleştirip keskinleştirirken sahadaki belirsizliklerin devamını da garantilemiş oluyor.

 Maksimum baskıya geri dönüş 

Belirsizliğin bir kaynağı da İran’ın vereceği cevapla ilgili. Aslında İran’ın fazla bir seçeneğinin kalmadığını da görüyoruz. Cuma günü Hamaney, ABD ile anlaşmaya çalışmanın beyhude olduğunu açıkladı. Hizbullah’ın aldığı darbe ve İran milislerini maksimum baskı politikası altında finansal olarak desteklemenin zorlukları Tahran’ı nükleer silaha doğru itiyor. Dahası Gazzeliler oraya gitsin, buraya gitsin, Filistin Devleti orada kurulsun burada kurulsun, İsrail istediği yeri vursun diyen bir ABD var. Bu revizyonist ABD’nin Ortadoğu’da plaj turizmi altında yeni bir var olma alanı oluşturması ihtimali var. Dolayısıyla İran için caydırıcılığı güçlendirip rejimi koruma dürtüsü ağırlık kazanıyor. 

Biliyoruz ki İran, başlangıçta 2015’deki anlaşma sınırlarına riayet etse de sonra uranyum zenginleştirme oranını artırdı. Nükleer silah kapasitesine yetecek oranda zenginleştirme için çok az bir süreye ihtiyacı olduğu düşünülüyor. Ama bu teknik açıdan hemen bir nükleer silaha sahip oldu demek değil. Gönderim mekanizmaları ile kullanılabilecek bir nükleer silaha İran’ın ne zaman sahip olabileceği konusunda farklı fikirler var. Foreign Policy’de yeni çıkan bir değerlendirme Tahran’ın bir yıla ihtiyacı olabileceğini dahi söylüyor. Maksimum baskı zamanında işe yaramamıştı çünkü İran maksimum direnç ile cevap vermişti. Bugün direnç noktası nükleer programını hızlandırmaya sıkışmış durumda ve bu yol İsrail’in de maksimum baskının aracı olmasının önünü açabilir. Belirsizlikler ciddi, Ortadoğu dünden daha tehlikeli bir yer. ABD’nin güç ve üstünlük politikasını uygulamakta kararlı olduğu dışında – ve bu politikayı takip eden ABD’nin uzun dönemde yenileceği, başarısız olacağı dışında bir şey söylemek şu an için mümkün değil.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...