İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

İyiler yeterince iyi mi?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

İyilere hep övgü kötülere hep yergi. Bu adil mi? Kötüler zaten kötüler. Kötülerin iyi olma ihtimali olabilir mi? Pisliğin içini temizleyebilir miyiz? Mümkün mü? Peki iyiler ne kadar iyiler? İyilerin bembeyaz olmanın verdiği üstün bir ak paklık ile rahatça gizlenmedikleri ne malum? Hep kötüler mi kötü gerçekten? Hep ne deriz; insan tamamıyla iyi veya tamamıyla kötü değildir. Kısmen doğrudur bu tanımlama. Peki Hitler için iyi adamdı diyebilir mi biri? Ya da Netenyahu için iyi diyebilir miyiz? Ya iyi tarafları da vardır oradan tutalım diyebilir miyiz? Diyemeyiz elbette. Çünkü iyiler tam iyi olmadığı sürece kötüler hep kötü olacaktır.

 İşte bütün mesele bu 

İyiler yeterince iyi değil. Eğer iyiliğin zıttı olan kötülüklerin ve onu elinde tutan kötülerin kötülükleri devam ediyorsa bu kötülerin sayesinde değildir. İyiler görevini tam olarak yerine getiremediğinden kötüler daha da kötü oluyorlar demektir. İyiler tam iyi olsaydı kötüler bu kadar kötü olamazdı o zaman işte bizim dediğimiz o gri alanın anlamı olurdu. Kötülükler aza indirgenir. İyiliğin karşısında erir. Mümkün olduğunca kötülükler yapılamaz veya yapılsa da utanma duygusuyla kötülüğün değeri kalmazdı.

 Kötü olmanın azameti 

Günümüze bakalım. İyiler kötülerden neden rol çalıyorlar? Kötüler ne ara kötü olmaktan çıkıp neredeyse iyi olacak kadar kötü oldular. Bu da kutsanır bir hal aldı. Başarı için mutluluk için ayakta kalmak için her şeyin mübah sayıldığı bir dünyada, kötüler neden kötü olsun? Çocuğuna para vermemek için otobüste yaşını küçük söyleyen anne çocuğuna kötülüğün kapısını açarken, kötüler neden kötü olsun? İşini halledebilmek için memura rüşvet vermenin kötülük yerine olağan görülmesi varken, kötüler neden kötü olsun? Kötülük bu kadar cazipken iyiler nasıl tam iyi olsun? Şeytan yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağının altını çizmişken biz hala iyi ve kötü arasında ayrım yapamazken annesinin karnında habis olanın doğunca iyi olması zor hatta imkansızdır. Ancak iyiler iyi olmazsa kötü nasıl neye bakarak iyiliği görüp iyi olmayı öğrenebilir? En azından kötülüğü ile nasıl alçalabilir veya iyilerin arasında nasıl ezilip dolaşamayacak hale gelebilir, bunların farkına varır. 

Bu iyiler nerede?

Bütün sorumluluk iyilerde çünkü kötülük arızi de olabilir yani geçici olabilir veya tedavi edilebilir olabilir. Hatta nefs terbiyesi ile bir dereceye kadar dizginlenebilir kötülükler vardır. Ama tüm bunların olabilmesi için hikmeti iyilerin sorumluluğuna veren Yaradan’a karşı olan sorumluluk nerede? Kötülüğü menederken karşısındaki iyiliği çoğaltması gerekenler nerede? Sorumluluğu sadece adalete, yargıya, güvenlik güçlerine yüklerken iyilerin burada hiç mi sorumluluğu yok? Bir evlat yetiştirirken toplumsal sorumluluğumuz nerede? İyiler başını kuma gömer ve zahmetten kaçarsa onların suça karışmamış olması başkalarının kötülüklerindeki payını ortadan kaldırır mı? İyilik neydi peki? Kendi fasit dairesinde iyi olmak ne kadar iyi olabilir ki? İyilikleri çoğaltmadığımız sürece kötülükleri ağzımıza almaya bile kalkışmayalım. Çünkü bu hiç adil değil.


Dış Dünyadan 

Yaşlıların köyü 

İspanya’da bir köy adı Pescueza. İlginç ve bir o kadar da anlamlı bir yerleşim yeri. Burada sadece belirli bir yaşın üstündeki insanlar yaşıyor. Kendi kendilerine bakamayacak duruma geldiklerinde, çocuklarının yanına ya da bir bakım evine taşınmak pek çok yaşlının başına gelen bir durum. İspanya'daki Pescueza köyünde altyapıdan kent planlamasına kadar her şey yaşı ilerlemiş insanların hayatlarını kendi evlerinde sürdürmeye devam edebilmeleri için planlanmış. Köyde sadece 150 kişi kalıyor ancak sakinleri burada yaşadığı sürece köyü ayakta tutmak mümkün. Proje çok sayıda gönüllünün desteği ile sürdürülüyor. Köyde bir da bakımevi var. Kendi evlerinde kalanlar kalmaya devam ediyor. Zaten her şey onların ergonomisine göre ayarlanmış. Kaldırımların yüksekliğinden tutun da yürürken ihtiyaç duyulacak tutunma yerlerine kadar düşünülmüş. Bir sivil toplum kurumu tarafından işletilen bu köyde ekonomi ve istihdam bitmiyor haliyle. Köyün varlığı devam ettiği sürece yiyecek içecek, bakım hizmetleri veren uzmanlar ve doktor hizmetleri ile bir insan için ihtiyaç duyulan birçok şey varlığını koruyor. Ama bu insanları büyükşehirlerdeki bakımevlerine, huzur evlerine gönderdiğinizde o insanları habitatlarından ayırıyorsunuz. Bu onlar için büyük yıkım oluyor. İşte bu proje bunu sağlamış. İnsanlar hem yıllardır yaşadıkları köyde kalıp alıştıkları ortamda eskiden beri bildikleri komşularıyla hatta akrabalarıyla birlikte hayatlarına devam edebiliyorlar. Burada tek eksik evlatların varlığı. Keşke herkes büyükşehirlere göçmese ve yaşlılıkla birlikte torunlar, çocuklar yine bir arada bulunabilseler. Bu proje de her ne kadar umut verici görünse de olması gereken de bu değil. Gerçi mutlu ve huzurlu insanların yaşadığı yer olarak bu haber elime geçmiş olsa da benim içimde bir burukluk kaldı.


Artı Eksi 

Artı 

Kuş yuvası 

Çorum’da bir kiremit fabrikası kuşları düşünmüş. Kuş yuvalı kiremit üreten bu fabrikayı artı hanesine yazmayalım da ne yapalım. Tasarım da hem doğaya hem canlılara fayda sağlayacak şekilde üretimi düşünmek insanı yaptığı işe olan inancını perçinler. Başka kurumlara da örnek olması dileğiyle bu haberi mutlulukla paylaşıyorum. 

Eksi 

İğrençlik

 Dizinin adını vermiyorum. Vermeyeceğim. Bir iki ceza alır RTÜK’ten o kadar. Nasılsa reytingi kaptı. Sonra neden ahlaksız bir toplum olduk neden akıl almaz cinayetler işleniyor deyip duruyoruz, şikâyet ediyoruz. Kayınpeder ile gelinini dudak dudağa getiren sahneleri insanlara izlettirip buna da sanat diyorlar. Bunları oynayana da sanatçı. Öyle mi? Dizi özellikle de yerli yapım dizi uzun zamandır hiç izlemiyorum. İyi ki de izlemiyorum. Boykot edin şunları bu nedir böyle? Yabancı dizilerde bile çıkmaz bu tür sahneler. Zaten orada yaş belirtiyor sen de neyle karşılaşacağını bilerek izliyorsun. Ama bütün ailenin bir arada oturup izlediği bu dizileri örnek olarak izlettirin. Ahlak sorunu olan nefsini zapturapt altına alamamışların aklına karpuz çekirdeği düşürün. Sonra gelsin sabah programlarında acayip konular karşımıza. Buna kim nasıl dur diyecek bilemiyorum?


Editör 

Gazze ne olacak? 

Tam bir enkaz yığını oldu Gazze. Buna rağmen o güzide insanlar evlerini bırakmadılar. Ateşkes olur olmaz kafileler halinde döndüler o yıkıntıların içine. İnsanın vatanı ne de olsa. Ne zor ne acı. Bir topluluğa bunu reva görenler buna seyirci olanlar sizin de bizim de hepimizin üzerinde vebali var. Şimdi de ortada bir sürü laf dönüp dolaşıyor. Trump Gazze şeridini biz ihya edeceğiz diyor. Filistinlileri göndereceğiz diyor. Katil olan o Allah’sız başkanı ABD’de ağırlıyor. Oysa Netanyahu’dan hiç hazzetmediğini biliyoruz. Neler dönüyor bilmiyoruz. Ama bir şeylerin döndüğü kesin. Ben başından beri Trump’un açıklamaları karşısında paniğe kapılmadım. Sükunetle bekliyorum. Ters köşe yapacaklar. Bambaşka şey çıkacak bu açıklamaların arkasından. Ama ne olacaksa Filistin lehine olması için tüm duam. Bizim ise mazlumların yanına olmaktan başka bir alternatifimiz olamaz. Keyfimize göre hareket edemeyiz. Canım istiyor o içeceği alırım diyemeyiz. Aksi halde ne bu dünyada ne de öbür dünyada huzurumuz olur. Berat kandilimiz mübarek olsun. Ramazan ayına kavuşuyor olmanın heyecanı içindeyiz. Edep ile bu oruç ayını yaşayabilmeyi bol bol sadaka verebilmeyi bolca af dilemeyi Rabbim nasip etsin. Korona salgınından beri çok zor zamanlar geçiriyoruz. Hepimiz karınca kararınca imtihanların peş peşe geldiği yılları sırtlandık. Kimimiz evlatlarla zorluklar yaşadık kimimiz sevdiklerinin kayıplarıyla çok üzüldük. Milletçe çok ağır afetler yaşadık. Ağır kayıplar verdik. İnsan olmanın millet olmanın değerini bu afet günlerinde daha çok anladık. Artık her şey geride kalsın. Rabbim bizi rahmeti ile kucaklasın. Bu milleti zaferden zafere koştursun vesselam.


Periskop 

Osmanlı ortadan kaldırmamış 

Özellikle İstanbul’a baktığımızda mimarinin özelliklerinden yola çıkarak Türk-İslam anlayışı bir medeniyeti açıklıyor. İstanbul Türk Müslüman egemenliğine geçmeden önce malumumuz Bizans’ın inşa ettiği bir medeniyet hüküm sürmüştü. Medeniyeti elbette tartışmalı bir bakışla buraya yazıyorum. Bizim medeniyetimiz yakmak, yıkmak üzerine olmadığını yeni inşa dönemi olduğunu özellikle Osmanlı’da görebiliyoruz. Bir Bizans mabedini yıkmadan camiye çevirmesi en büyük örnektir. Ayasofya başta olmak üzere neredeyse bütün mabetler bu şekilde dönüştürülmüştür. Hamamlar, çarşılar, çeşmeler hatta yıkık kalmış daha önce ne olarak kullandığı belli olmayan bir duvar kalıntısı dahi günümüze Osmanlı’nın güncellemesi sayesinde taşınmıştır. Bir çeşme örneğinden yola çıkarak daha iyi anlatabilirim. İstanbul Arkeoloji Müzesinin bahçesinde bir çeşme var. Tam bir Osmanlı Bizans sentezi olan bu çeşmeye ön taraftan bakıldığında tam bir İslam eseri olarak görünüyor ancak arkasına baktığımızda büyük bir haç ve kenarındaki süslemeler dikkati çekiyor. Haçı yok etmeden yıkmadan o medeniyetin üzerinde güncelleyerek yeniden bir eser inşa edilmiş. Bulgarlar ise Osmanlı’nın Balkan topraklarından çekilmesi ile birlikte bir gecede Osmanlı eserlerini yerle bir etmişler. Şimdi buradan bize bir ders çıkartmak düşmez mi?


16 Satır

 Yoldayım 

Gidenlerle bir daha ne zaman kavuşulur bilinmez. Bir daha buluşulur mu o da bilinmez. İnsan son kez yolda mı bu da bilinmez. İnsan her gün son yolculuğu, son nefesi bugünmüş gibi yaşasa, gerçekten yaşanır mı? Trende önümden geçen insan suretleri, bin bir çeşit insan hayatları, hızla akarken, ben neredeyim nerede olmalıyım sorusunu çok sorar oldum son günlerde. Belki bu son soruşum son cevap alışım. Son mu? Gerçekten son var mı? Son olsaydı insan çıldırmaz mıydı? Kim yaşayabilir ki? Kim her şeyin burada biteceğine inanır ki? Yolun sonuna gelinir mi? Yeni bir yol açma çabasında olan insan için yollar bitmez derler. Ben hep yolda olanlarla yola çıkarım çünkü yaşadığıma inanmak daha kolay olur. Yoldayken nefesim tükenmez. Yoldayken umudum bitmez. Bir gün dinlensem yarın yine yolda bulurum kendimi. Çünkü yolun diğer ucunda, beni karşılayacak olan güzel günlerin beklediğini bilmek, beni yeniden yola çıkarmaya yetecektir.


Ödev evleri ve düşündürdükleri 

Dün İstanbul'da kar tatili vardı. Öğrenciler, valileri genelde kar tatili için başvuracakları bir merci olarak görürler. Valiliklerin çok sayıdaki görevi arasındaki bu görev zannederim ki onları da gülümseten bir görevdir. Her kar yağışında, sosyal medyada öğrencilerin valilere yaptığı çağrılar inanıyorum ki onları da gülümsetiyordur. Biz kar tatili için valilerin peşinden koşup duralım ama bilelim ki onlar toplumun yararı için kendilerine devamlı yeni hedefler belirliyorlar. Valilerin öğrencilere sunduğu imkanlara bir yenisinin eklendiğinden belki çoğumuzun haberi yoktur. İstanbul Valiliği, ödev evleri açarak öğrencilere yeni bir hizmeti daha sundu. Ödev evleri bir proje olarak öğrencilerin güvenli ve sessiz bir ortamda ders çalışmalarını desteklemek, ödevlerini yapmalarına yardımcı olmak ve akademik başarılarını artırmak amacıyla İstanbul Valiliği tarafından başlatıldı. Bu merkezlerde, öğrencilere rehberlik hizmetleri de sunuluyor. İstanbul Valiliği tarafından 39 ilçede açılan 'Ödev Evleri" ile çocukların ödevlerini yapabilecekleri, ders çalışabilecekleri ve sosyal aktiviteler gerçekleştirebilecekleri alanlar sunmak amaçlanıyor. Proje kapsamında 158 ödev evi açıldı ve hedef, bu sayıyı 300'e çıkarmak. Ödev evleri ayrıca bir istihdam aracı olarak da çok güzel bir fikir veriyor. Eğitim Fakültesi öğrencileri ve henüz atanamamış öğretmenlerin bu merkezlerde çalışması, öğrencilere rehberlik yapmaları da çok güzel bir fikir. Dezavantajlı bölgeler için de çok faydalı olacağına inandığımız bu uygulamanın tüm valiliklerce gerçekleştirilmesi, ülkemizdeki büyük eğitim yarasına bir parça da olsa merhem olacaktır kanaatindeyim. Yakın zamanda kütüphanelerin etüt merkezi olmasından şikayet eder bir hal almıştık. Çok sayıda bilgi kaynağını sunmayı hedefleyen, sosyalleşme mekanı olarak yeni fikirlerin doğması için bir merkez görevi üstlenmesini önemsediğimiz kütüphanelerin, ödev yapma ve test çözme merkezi halini alması bizi endişeye sevk etmişti. Evet, bu durum kütüphanelerin sıklıkla kullanılması açısından güzeldi ancak sadece bunun için kütüphaneye gidiliyor olması da endişe vericiydi. İstanbul Valiliği'nden gelen bu güzel haber, dileriz ki başka illerimiz için de örnek olur. Valiliğin, öğrencileri ilgilendiren tek projesi bu değil. Ayrıca sosyal medyada da fotoğraflarla güzel örneklerin sunulduğu "Ben Okuyorum İstanbul Okuyor" projesi ile 21.00-21.30 saatleri arasında okuma saati uygulaması gerçekleştiriliyor. Sosyal medyada #BenOkuyorumİstanbulOkuyor etiketiyle paylaşılan fotoğraflara bakmanızı öneriyorum. Bu konuda bir okul panosunda yazılanlar özellikle dikkatinizi çekecek. "Ben okuyorum/Hayat kolaylaşıyor " diye şiir yazan Elanur Demir, bizi okuma alışkanlığı konusunda ne kadar güzel uyarıyor, değil mi? Okuyunca hayatın kolaylaştığını anlamak, hayatı okumayı bu yolla öğrenmek ve o saf çocuk gözüyle dünyaya bakabilmek... Bir proje bize bunları düşündürebiliyorsa, amacına ulaşmış demektir. Kar tatili duyurusu altına #BenOkuyorumİstanbulOkuyor etiketi ile bu projeyi de ekleyen ve tatillerde okumayı bırakmamayı öneren bir valinin varlığı, yöneticilerin bu bakış açısına sahip olması bizim de istediğimiz ve özlediğimiz bir yaklaşım. Türkiye'nin dört bir yanında okuma alışkanlığını, çocukların eğitimini, kitapları, kütüphaneleri önemseyen çok sayıda bürokrat, yönetici ve devlet adamı var. Onların bu adımlarının gelecek için ne kadar büyük olduğunu belirtmeyi bir borç biliyorum. Bu tür çalışmaların ön plana çıkarılması ve takdir edilmesi, aslında bu işlerin kıyıda köşede kalmamasını, bir rapor üzerindeki üç beş rakamdan ibaret olmamasını sağlıyor. Bu çalışmalar insana dokunuyor. İnsan hayatını aydınlatıyor. Tek tek yapılan her dokunuş, ödev evlerindeki her öğretmen adayının bir öğrenciye gösterdiği sevgi ve anlayış geleceğin Türkiye'si için bir umut. İnanın ki her kütüphanede görevini sevgi ve ilgi ile yapan her atanmış Bilgi ve Belge Yönetimi mezunu da böylesi bir çabayı gerçekleştiriyor. Dileriz ki daha çok sayıda üst düzey yönetici kitap, okuma, eğitim konuları için çaba göstersin. Dileriz ki her öğretmen adayı atanarak okullarda öğrencilere ışık olsun. Dileriz ki her Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü mezunu, kütüphane ve arşivlerde atanarak ya da görev alarak başta öğrenciler olmak üzere herkese yeni fikirler ortaya çıkarmada ilham verici olsun. O zaman Türkiye'nin önünde kim durabilir ki? (Doç. Dr. Işıl İlknur Sert)

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...