Türkiye’nin liderlik arayışı
CHP’nin cumhurbaşkanlığı için Ekrem İmamoğlu’nu aday göstermesi, muhalefet kanadında heyecan yaratsa da, Türkiye’nin mevcut koşullarında bu tercihin ne kadar doğru olduğu tartışmalı. İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı sürecine baktığımızda, iletişim becerisi güçlü olsa da icraat anlamında eksik kaldığı noktalar var. Özellikle kriz anlarında sergilediği tutum ve merkezi hükümetle sürekli yaşadığı gerilimler, onu ülkenin tamamını kucaklayacak bir lider haline getirip getirmediği sorularının sorulmasına neden oluyor.
İmamoğlu’nun siyaseti daha çok “imaj yönetimi” üzerinden yürütmesi, bazı kesimlerde “reklam siyaseti” algısına sebep oldu. Oysa Türkiye gibi dinamik ve sürekli değişen bir ülkede, iletişim kadar sahadaki somut başarılar da önemlidir. Elbette, her liderin kendine özgü bir tarzı olabilir; ancak cumhurbaşkanlığı gibi büyük sorumluluk gerektiren bir makamda sadece popüler olmak yetmez. Özellikle dış politikada ve kriz yönetiminde tecrübe eksikliği, İmamoğlu’nu zorlu bir yarışta kırılgan hale gelmesine neden oluyor. Mansur Yavaş ise daha sakin ve temkinli bir lider profili çiziyor.
Bu duruşu, güven verici bulup takdir edenler elbette var; ancak uluslararası krizlerin, ekonomik dalgalanmaların yaşandığı bir dönemde Türkiye’nin daha cesur ve proaktif bir liderliğe ihtiyacı olabilir. Yavaş’ın polemiklerden kaçınan tavrı, belediye yönetiminde avantaj sağlasa da, ülke yönetiminde net bir vizyon ve hızlı karar alma refleksi olmadan yeterli olmayabilir. Bu noktada, Recep Tayyip Erdoğan’ın liderlik tarzı, Türkiye’nin son yıllarda küresel ölçekte kazandığı pozisyon açısından daha farklı bir yerde duruyor. Erdoğan, hem iç siyasetteki zorluklarla mücadele ederken hem de uluslararası arenada Türkiye’yi güçlü bir aktör yapma hedefiyle hareket ediyor. Savunma sanayisindeki yerli ve milli atılımlar, enerji bağımsızlığı için yapılan hamleler ve Rusya-Ukrayna Savaşı gibi küresel krizlerde üstlendiği arabuluculuk rolü, onun tecrübesini ve kriz yönetim becerisini öne çıkarıyor.
Yeni dünya düzeninde kartlar yeniden dağıtılırken, Türkiye’nin masada yer alabilmesi için güçlü ve kararlı bir liderlikle yol alması şart. Erdoğan’ın uzun yıllara dayanan liderlik deneyimi, sadece bugünü değil, yarını da şekillendirebilecek bir perspektif sunuyor. Bu, özellikle Türkiye’nin bölgesel güç olma yolunda attığı adımları düşününce daha da belirginleşiyor. Elbette hiçbir lider kusursuz değil. Demokratik bir toplumda her siyasetçinin eleştirilecek yanları vardır ve bu eleştiriler siyasetin doğasında var. Ancak Türkiye gibi karmaşık bir coğrafyada, lider seçimi sadece anlık popülerlik ya da partiler arası dengeyle değil, uzun vadeli stratejik bakış açısıyla yapılmalı.
CHP’nin aday tercihleri ve muhalefetin genel stratejisi, Erdoğan gibi güçlü bir lider karşısında zayıf kalabilir. Ez cümle, Türkiye’nin geleceği sadece yerel yönetim başarılarına değil, küresel dengeleri okuyabilen, kriz anlarında hızlı ve kararlı adımlar atabilen liderlere bağlı. Bugün, liderlik sadece bir ülkeyi yönetmek değil; o ülkenin dünya sahnesindeki yerini de belirlemek anlamına geliyor. Bu yüzden adaylık süreçlerinin sadece parti içi dengelerle değil, Türkiye’nin uzun vadeli çıkarları doğrultusunda şekillendirilmesi gerektiği çok açık.