İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Ezber ile imtihanımız

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

İnsanı diğer mahluklardan ayıran en önemli özellik muhakeme yeteneğinin olmasıdır. Bütün memeli hayvanlarda beyin olduğunu biliyoruz ama onların hiçbirisinde yanlışı doğrudan ayırt etme özelliği yok. İnsiyaki olarak yani yaradılıştan verilen kodlarla hareket ediyor insan dışındaki mahluklar. Tehlike varsa kaç. Yemek varsa ye gibi basit komutlarla canlılar hareket ediyor. Beyin insan dışındaki memelilerde bu işe yarıyor. Ama biz insanlarda bunun ötesi var ki kıyas etmek bile abes. İnsan dışındaki hiçbir varlık geleceğini programlamıyor. Bir köpek yarın aç kalmamak için yarını düşünerek az yiyeyim de kalanını yarın yerim demiyor. Örnekleri çoğaltabiliriz ancak bizim derdimiz memeli canlılar arasında bir kıyaslama yapmak değil. En büyük problemimizi masaya yatırmak; ezberlerimizi. Ezberin rahatlığı Hayatı ezberlerle sürdürmek büyük bir konfordur. Birisi sizin için kararlar alır siz de uygularsınız. Paketli gıdaları sizin için hazırlarlar siz de bunu alıp yersiniz. İçindekiler hakkında, üzerindeki açıklama kısmından okusanız bile orada yazılan her şeyi anlıyor muyuz? Paketli gıdanın konforu var. Elinizin altında hazır. Örnekleri çoğaltabiliriz. Ezbere ne zaman alışıyoruz bunu bile farkında olmayız. Çünkü ezber tatlı bir zehir gibidir. Şeker gibi yedikçe yemek isteriz. Öyle konformist bir alan sağlar. Yalnızlıktan korkmanıza izin vermez. Sizi gruba dahil eder. Aykırılığa izin vermez çünkü ezbercilerin bir halkasına halka olmanız kolaydır. Popüler olmanızı sağlar çünkü en iyi ezberler geçerli olandır. Gerçeğe ulaşmak için jeoloji gerekir. Sizi kazı zahmetinden kurtarır. Ezber bu kadar rahat keyif veren bir şeydir. 

Toplumu içten kemirir 

Aynı zamanda da yavaş yavaş toplumları kemiren bir hastalıktır. Çünkü insanın beyni düşünmeye, kıyaslamaya, anlamaya, farkı bulmaya programlanmıştır. Bir anekdot; yıllar önce bir grubun mensubundan şöyle bir söz işittim. Mensubu olduğu o grubun liderinin çıkardığı kitapların dışında başka kitapları okumadığını söylüyordu bu kişi. Çok şaşırmıştım. Gerek duymuyorum zaten doğruları söylemiş, demişti. Bu kadar emindi kendinden. Evet, gerçekten doğruları söylemiş olabilir. Ama doğruları farklı şekillerde görmeye ve anlamaya da ihtiyacımız var. Çünkü yollar farklı farklı ve gelişen çağa göre yeni iletişim metotları geliştirebilmeliyiz. Yeni bağlar kurmak en azından evlatlarımızla bağlar kurarken eskinin cümlelerinin yanında yeni jargonları da bilmeliyiz. Diyeceğim o ki ezber büyük bir rahatlıktır. Elini sıcak sudan soğuk suya sokturmaz. 

Tuzağın adı 

Fakat biz çok şeyi ötekinden öğreniriz. İnsanların acıları, sorunları, iç sıkıntıları. İnsanı sevmeyi, anlamayı.. İnsana dair ne kadar duygu varsa ötekinin aynasından görürüz. Aksini iddia etmek büyük bir yanılgıdır. Bir toplumu kutuplaştırmak için, ayrıştırmak için kavga ettirmek bölmek için en elverişli araçtır ezberler. Onları küçüklükten beyinlere öyle bir ekersin ki sorgulamaya mahal olmaz. Yetenek öldürmek için iyidir ezberler. Ama gün gelir büyük bir duvara toslatır. Ezberle yol alan bir gün yolda kalır. Çağ değiştikçe hala ezberinle var olmaya çalışıyorsan yeni kuşaklarla iletişim kuramazsın. Devasa bir çöküşün içinde kalırsın giderayak. Aslında yanlış bir ezbere yılarca inanarak neleri kaçırdığını fark ettiğinde asıl o zaman kendine yabancılaşırsın. Bir gün hiç yaşamamış gibi hissedersin kendini. Hiç var olmamışsın. Çünkü neden, niçin, nasıl diye sormamışsın? Bunu anladığın gün bütün sırçalarının döküldüğü gün olur. Ama geçmiş olsun demekten başka çare kalmaz. O yüzden eğitimde ilk yapılması gereken şey sormayı öğretmektir çocuklara. Korkmayın sizin de ezberleriniz kırılsın. Sorun sordurun. Çünkü ancak bu şekilde var olabiliriz. Sorgulamanın önünde engel olduğumuz sürece toplum var oluşunu kaybeder vesselam.


Editör 

Ramazan ve yaz ayı 

Galiba bütün çocuklar için ramazan demek yaz ayları demek. Ya da bir kuşağın çocukluklarının ramazan ayına denk gelmesinden midir nedir yaz ramazanları daha güzel hatırlanıyor. En heyecanlı ramazanlar yaz aylarında olanlarmış. Çünkü okul tatil. Günler uzun hava sıcak. Çocuklar sokaklarda. Derdin tasanın en az oldu yaş dönemleri. Herkesin pencereleri açık yemek kokuları yayılıyor. İftara yakın saatlere doğru da pide kuyruğuna çocuklar gönderiliyor. Gelene kadar o pidenin yarısı da bitiyor. Kapıya varınca oruçlu olduğu aklına geliyor. Olsun onlar tekne orucu tutuyor zaten. Benim de ramazan ayını hatırlama iklimim yaz aylarına denk geliyor. Türkiye’deki ilk ramazanlarım sımsıcak yaz aylarındaydı. Bugünün çocukları nasıl yaşıyorlar ramazanı acaba? Kolektifliğin artık çok az hissedildiği bu çağda ramazanı da birlik, beraberlik, sevgi ve muhabbet içerisinde mi yaşıyoruz? Yoksa insanlar sadece akşama karnını doyurmaya mı kilitleniyor bilinmez?

 Okul ve bilgi 

Okullarda yavaş yavaş belki de hızlı bir şekilde bilgi denilen olguya ulaşmanın temel değer olduğu öğretilmeli. Evet, okullar bilgi veriyor. Öyle değil mi? Ama verilen bilgiyi de sorgusuz sualsiz kabullenmememiz gerektiğini öğretmek gerekiyor. Bilgiye ulaşmanın yöntemleri, doğru-yanlış bilgi, bilgi salgını, bilginin faydası konuyu çok uzatmayayım ama bizim çocuklara artık bilgi olduğunu söylediğimiz şeyleri vermekten çok nasıl bilgiye ulaşacaklarını anlatmalıyız. Hatta daha da önemlisi bilginin ne olduğundan başlayarak bilginin ne işe yaradığını ve neden bilgiye ihtiyacımız olduğunu anlatmalıyız. Ancak öyle bir dönemden geçiyoruz ki.. Karşılığı para ve menfaat olmayan hiçbir şey değerli değil. Öyle kodlandı. Nasıl mı? En basit örneği: Influencerlar. YouTubelar. Neden yorulsunlar ki? Asalak olmak varken. Bakalım nasıl düzelteceğiz bu durumu?  


16 Satır

Alın dünyanızı 

Alın dünyanızı, turşusunu kurun. Çeyiz sandığında saklayın. Aman kimseyle paylaşmayın. Kimseye kalmadı belki sana kalır dünya. Bana cenneti hatırlatan güzellikleri verin. Bana dünyayı unutturacak şeyleri verin. Yıkıntılar benim olsun. İçindeki güzelliği bulurum ben. Bitmeyen mutluluk bir sevdiğinin kalbindedir. Bunca ömrüm bana sadece yaşatan şeyin sevgi olduğunu öğretti. Sevildin mi hiç sen? Hem de doyasıya her şeyinle sevildin mi? Dünyayı sana vermişler ama hiç sevilmemişsin. Ne yazık ne acı. Kalbin hiç hissetmemiş o zaman. Alın dünyanızı paşa paşa başınıza çalın. Bana lazım değil. Bana bitimsiz sevgi hediye edilmiş. Ben çok zenginim. Dünyadan daha zengin. Kim sevilen bir insandan daha güçlü olabilir ki? Zengin biri mi? Zeki biri mi? Alın dünyanızı tepe tepe kullanın. Bana sevginin bitmeyen senfonisi size de dünyanın bütün geçici nimetleri verildi.  


Artı Eksi 

Artı 

Gurbetteki ailem Erzincan Valiliği Ramazan ayında evlerinden uzakta olan öğrencilerin aile sofralarından uzak kalmamaları için onları Erzincanlı ailelerin iftar sofralarında ağırlıyor. Öğrenciler bu vesile ile aile sofralarından uzak kalmayarak gurbette aile ortamı yaşıyorlar. İftar sofralarının bereketi ve güzelliğinin kaynaşmasını yaşayarak bu kutlu ayın atmosferinde kim bilir ne güzellikler biriktiriyorlar. 

Eksi 

İçeride otur İnsan oruç tutmuyorsa tutmuyordur. Herkesin kendi bileceği bir durum. Ama sokakta da gözüne soka soka bir şey yemezsin. Özellikle kafelere bakıyorum da dolular. Tamam da gidip içeride otur. Biri imrenir diye de mi düşünmezsin? Kafelerin iç kısımlarında otur. Yok illa gözüne soka soka ben medeniyim oruç tutmuyorum diye kasılacak. Bilmiyorum biz böyle değildik utanırdık. O utanma, çekinme de güzeldi.  


Hatırla beni 

“ALLAH İNSANI İDDİASINDAN VURUR” (İSMET ÖZEL) 

Şairden duyduğumda ne etkilenmiştim. Kuyu gibi bir cümleydi girdikçe daha dibine iniyordun da girdiğin yer sanki karanlıkta kalıyordu. Kuyu gibi beni içine çekiyordu. Allah’ım İnsan nasıl iddiasından vurulur diye düşünür dururdum. Her gün bir yeri ağrıyan, ağrısı ve hastalığı bitmeyen insanlar vardı etrafımda, iyi olmak nedir bilmezlerdi. Ramazan ayında “parol” içtiği için oruç tutmayan insanlardı bunlar. Bilirsiniz “parol” hamilelere bile verilen basit bir ağrı kesicidir oysa… İnsilün direncini bahane edip şeker hastası olmadığı halde acıkınca eli ayağı titreyen, gözü kararıp başı dönen, aslında açlığa dayanamayan, sabırsız hatta bu sabırsızlıkları yüzünden sinirli olan insanlardı da bunlar. “Bunların hepsi oruçluyken bana da oluyor herkesin ortak yaşadığı bir hal bu ben söylemiyorum, sen söylüyorsun. Ama inan alışıyorsun bir süre sonra vücudun terbiye olup öyle sinyaller vermiyor sana. Belki orucunu tutsan toparlarsın dayanma kabiliyetin, sabır gücün artar, iyileşirsin derdim de çok hasta oldukları için ayyy yok tutamaz hastanelik olurdu bunlar… Allah biliyor ya anlayamaz, kınardım onları ve ama öyle kötü bir kınama değil. Bilirdim ki tutsa rahat edecek öyle masum acımaklı bir kınamaydı benimki. Kınadığımız başımıza gelmeden ölmeyiz ya işte öyle bir hal geldi benim başıma sevgili okur. Birkaç küçük hastalık birleşip büyük bir hastalığı sürükleye sürükleye peşinden getirince, çok uzun araştırmaların sonunda ameliyatını olmaya karar verdim ve yaklaşan o büyük müsibeti defettim kendimden. Beş ay oldu daha sağlıklıyım hamdolsun da bu tip ameliyatlardan sonra bir sene oruç tutmamak gerekiyormuş. Biliyor muydum bunu tabi ki hayır. Allah’ım oruç tutmasam kahrımdan, tutsam sağlıksızlıktan ölücem… Nasıl sağlığım için peşine düşüp milyon tane doktorla görüşüp ameliyatını olmaya karar verdiysem aynını yaptım yeter ki bir doktor bana “elbette tutabilirsin” desin. Ama kimse demedi. Her çaldığım kapı kesin ve net bir hayırla suratıma kapandı ve ailem o kadar üstüme geldi ki tutma konusunda onlara bile darıldım yemin olsun. Ben rahat mı durdum durmadım tabi “ya dedim dini bütün bir doktor olsaydı bu doktor o zaman oruç tutma mı derdi?” herkesin kafası karıştı. Tabi onlarda rahat durmadılar cemaatlerden doktorlar bulup sordular soruşturdular en son “Allah sana verdiği bedenin zekâtı olarak oruç istiyor, sağlıklı değilsen bu o bedene eziyet, emanete hıyanet etmektir” cevabıyla geldiler. Fidyesini veririz, ya da seneye üç ayları tutarsın dediler. Söyleyecek sözüm kalmadı, sustum, oturdum… Hastalık sebebiyle oruç tutmayanların arasına böylece girip yerimi aldım. Yani iddiam kalbimden vurdu beni…Yalan söylemeye gerek yok yerimi yadırgıyorum sevgili okur bura bana göre değil. Sen yine de içinde tutamadığı ramazan orucu için azap çeken, derin bir üzüntü ve hüzün duyan bir kuru dal gibi hatırla beni sevgili okur. Kınadığını yaşamış, yaşadığını yapmak zorunda kalmış biri gibi zavallı bir tebessümle hatırla beni…  (Birsel Alver Yazıcı)


Hacivat Karagöz 

Hayırlı Ramazanlar  Hacivat’la Karagöz Mübarek Ramazan’ın ilk gününde karşılaşır. Hacivat coşkulu bir sesle; 

 Merhaba Karagözüm Ramazan-ı şerifin mübarek ola! Cılız ve isteksiz bir sesle; 

 Senin de olsun bakalım. der Hacivat bu isteksizliğin sebebini merak eder; 

 Karagözüm sesin cılız çıkıyor; Hasta mısın yoksa! Karagöz bunu fırsat bilir. 

 Ne hastası be adam! Açım… Açım. Çorbayı koymaz tastayım! Hacivat; 

 Oruçlu değil misin? 

 Oruçluyum oruçlu olmasına da sahuru kaçırdım(!) 

 Nasıl olur Karagözüm. 

 Oldu işte!.. Bizim davulcu uyuyakalmış ben de ona uyarak uyumuş kalmışım. Hacivat Karagözü uyarır; 

 Sen orucunu yine de sakatlama. Davulcuya kızıp orucunu bozma!  Karagöz hepten öfkelenir; 

 Ben hem pireye kızarım hem de yorganı yakarım. Ben böyle bir adamım.  Bunun üzerine Hacivat nasihatlerine devam eder;  

 Karagözüm Müslüman uyumaz! Davulcuya kızmaz. Kırılmaz. Zurnacıya kanmaz. Müslüman aldanmaz; Aldatılmaz. Bundan böyle tedbirini almalısın. Gaflete düşmemelisin!..  Hacivatı can kulağıyla dinleyen Karagöz dersini almıştır. Hacivat’a hak verir. Sonra da birbirine candan sarılarak birbirini coşkulu bir şekilde tebrik ederler. 

 Hayırlı Ramazanlar! 

 Hayırlı Ramazanlar! “Ramazan davulcusu uyursa bütün mahalle uyur… Tedbirini alan Müslüman gafletten kurtulur!” (Yazan: Mehmet Akyıl)


Ramazan kültürü 

İçinde bulunduğumuz Ramazan ayı, manevî ikliminin yanı sıra kültürel anlamda da bizim için çok önemlidir. Bu dönem, bir ibadetin gereğini yerine getirmenin yanı sıra toplumsal dayanışmanın ve paylaşımların da arttığı bir zaman dilimidir. Bireysel olarak sabrı öğrenmek, yardımseverliği arttırmak, saygı ve sevgi ortamına kişisel olarak da katkı sunmak gibi yanları idrak edilirken, bu ayın sosyal hayatı şekillendiren bir kültürel boyutu olduğu da unutulmamalıdır. Özellikle Osmanlı döneminden günümüze kadar uzanan "zimem defteri" geleneği, Ramazan'daki yardımlaşma kültürünün en güzel örneklerinden biridir. 

Bu gelenekte varlıklı kişiler, mahallelerdeki bakkallara giderek borç defterindeki bazı borçları öder ve böylece borçlu kişiler farkına varmadan borçlarından kurtulurlardı. Bu tür uygulamalar, Ramazan’ın birlik ve beraberliği pekiştiren yönünü ortaya koymaktadır. Yine geçmişimizden güzel bir örnek de Ramazan ayında devlet tarafından yayınlanan tenbihnamelerdir. Bu tenbihnamelerde evlerin, iş yerlerinin ve kişisel kıyafetlerin temizliklerine dikkat edilmesi, davranışlarda saygı sınırlarının aşılmaması, rahatsız edici tavırlardan sakınılması, fiyatların arttırılmaması, askerî ve inzibat kuvvetleri dışında silah taşınmaması gibi isteklerde bulunulmuş, aksine hareket edenler hakkında resmî makamlar tarafından cezaî işlem yapılacağı da belirtilmiştir. Ramazan ayının en belirgin özelliklerinden biri iftar sofralarıdır. İftar davetleri, özellikle Ramazan ayının sosyal yönünü güçlendiren önemli etkinliklerdir. Aile bireyleri, komşular, arkadaşlar ve hatta yabancıların bir araya gelerek bu özel anı paylaşması toplum içindeki dayanışmayı ve birlik ruhunu güçlendirmektedir. İftar davetlerinin ardından ev sahibinin sunduğu ve diş kirası adı verilen küçük hediyeler de bu kültürün önemli bir parçasıdır. Diş kirasının arkasında çok ince bir düşünce yer almaktadır. Bu hediye ile ev sahibi adeta "... davetimizi kabul ederek misafirimiz oldunuz, uzun yollar aştınız, iftarımızı paylaştınız ve sevap kazanmamıza aracılık ettiniz. Bu diş kirası ile size teşekkür ediyoruz" demektedir. 

Sahur da iftar kadar önemli olan ve Ramazan ayına ait özel zaman dilimlerinden biridir. Osmanlı döneminden günümüze kadar süregelen "sahur davulculuğu" geleneği, sahur vaktinde insanları uyandırmak için kullanılan kültürel bir öğedir. Özellikle davulcular tarafından söylenen maniler, Ramazan kültürünün önemli parçalarındandır. İki minare arasına kurulan mahyalar da Ramazan kültüründe yer alır. İslam Ansiklopedisi'ne göre Farsça mâh (ay) isminden Arapça -iyye ekiyle oluşturulmuş ve Osmanlı Türkçesi ile mâhiyye (aylık, aya mahsus) denilmiş bu kelime günümüzde mahya olarak kullanılmaktadır. Ramazan ayına mahsus olarak yapılan bir uygulama ile geceleri kandiller eşliğinde mahya ustaları tarafından hazırlanan mahyalarla bu güzel gelenek, günümüzde de devam etmektedir. Ramazan ayı, sadece ibadetle sınırlı kalmayıp kültürel ve sanatsal etkinliklerle de zenginleşen bir dönemdir. Osmanlı'dan beri süregelen Ramazan eğlenceleri, özellikle Karagöz-Hacivat gösterileri, meddah anlatıları ve tasavvuf musikisi konserleri ile Ramazan gecelerini süsler. Geleneksel cami sohbetleri, teravih namazları ve hatim programları da bu kültürel zenginliğin bir parçasıdır. Günümüzde birçok şehirde Ramazan ayına özel etkinlikler düzenlenmektedir. 

Belediyeler ve sivil toplum kuruluşları, iftar sonrası konserler, sergiler ve çeşitli sanatsal faaliyetler düzenleyerek Ramazan’ın kültürel yönünü canlı tutmaktadır. Bu yıl 7-23 Mart arasında 42. Kitap ve Kültür Fuarı adıyla İstanbul ve Ankara'da iki büyük caminin avlularında TDV tarafından düzenlenen kitap fuarı da bu kültürel faaliyetlerden biridir. Ramazan ayı, manevi olduğu kadar sosyal bir dönüşüm de sağlar. Bu ayın getirdiği ruh, insanları birbirine daha da yaklaştırır ve dayanışma duygularını güçlendirir. Ramazan ayı boyunca insanlar, hem bireysel olarak kendilerini geliştirme hem de toplumsal olarak yardımlaşma ve dayanışma içinde olma fırsatı bulurlar. Bu nedenle, Ramazan kültürü sadece dini bir gereklilik değil, aynı zamanda toplumların sosyo-kültürel yapısını şekillendiren önemli bir olgudur. (Doç. Dr. Işıl İlknur Sert)

 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...