“Terörsüz Türkiye” süreci, aktörler, pozisyonları, etkileri ve YPG meselesi
Öcalan’ın terör örgütü PKK’ya silah bırakma ve kendini feshetme çağrısıyla birlikte yeni bir merhaleye giren “Terörsüz Türkiye” süreci, içerde ve ilgili dış çevrelerde oldukça yoğun şekilde tartışılıyor. İlgili kesimlerin bu denli fazla olması nedeniyle farklı yerlerden gelen sayısız açıklama ve tarihi bir nitelik taşıması vesilesiyle ilgili-ilgisiz, bilgili-bilgisiz herkesin konuya dair görüş dile getirmesi, sürecin seyri konusunda kuşku ve yanılsamalar yaratan durumların ortaya çıkmasına yol açıyor. Konuyla ilgili aktörleri, bunların pozisyonlarını ve etki güçlerini doğru ölçmenin ve ona göre yaklaşımlar sergilemenin sürecin doğru yönetilmesi oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Öcalan’ın çağrısının kamuoyuna duyurulduğu 27 Şubat’tan bu yana gerek içerden gerekse de dışarıdan yapılan açıklamaların tamamına yakını “süreci destekliyoruz” şeklinde.
Öncelikli olarak iç siyasetteki bazı açıklamalar ve pozisyonlara bakalım. Sürecin öncülüğünü yapan ve siyasi riskini üstlenen MHP Lideri Devlet Bahçeli. Bahçeli, bu güçlü ve dirayetli duruşunu sürdürüyor, partisi de onun arkasında. Sürecin yürütme sorumluluğunu üstlenen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve hükümet. Erdoğan da sürecin başarıya ulaşması için devletin ve hükümetin tüm enstrümanlarını devreye sokmuş durumda. AK Parti de liderinin ve hükümetin yanında. Ana muhalefet partisi CHP’ye geçmeden önce diğer muhalefet partilerinden bazılarına bakalım. Deva, Gelecek ve Saadet Partisi süreci destekliyor. Sürecin başından itibaren “pazarlık” iddialarını dile getirerek sert tepkiler gösteren İYİ Parti, Öcalan’ın çağrısının ardından yumuşama eğiliminde. Aynı şekilde sürece sert şekilde karşı çıkan Vatan Partisi Lideri Doğu Perinçek, desteğe döndü. CHP’nin durumu ise karışık gibi. Birincisi partideki küçük bir azınlık dışında CHP ilkesel olarak sürece karşı çıkmıyor. Ancak sürecin başarıya ulaşmasının Erdoğan’a ve Cumhur İttifakı’na yarayacağı hesabı üzerinden “Karşı çıksak, karşı çıktığımız için, desteklesek Erdoğan’ın değirmenine su taşıdığımız için kaybedeceğiz” ikilemi yaşıyor.
O nedenle CHP’de, karşı çıkıyor gibi görünmeden karşı çıkan, sürecin başarıya ulaşmasını engellemek ve toplumda kafa karışıklığı yaratmaya çalışan ciddi bir kesim var. Özellikle CHP’ye yakın medya organlarında bu durum bariz şekilde kendisini gösteriyor. Ancak CHP’nin biran önce bu ikilemden çıkmasının, sürece açık ve berrak şekilde destek vererek muhalefetlerini, hükümetin zayıf noktası olarak gördükleri ekonomi gibi alanlara yoğunlaştırmalarının hem ülke hem de kendileri açısından daha yararlı olacağı kanısındayım.
DEM PARTİ BÖLÜNEBİLİR, BÖLÜNMELİ DE...
Gelelim DEM Parti’ye. Genel anlamda DEM Parti’nin bu sürece verdiği desteğin, BDP ve HDP’nin önceki çözüm süreçlerine verdikleri desteklerden daha açık olduğunu belirtebiliriz. Hatta önceki süreçlerin akamete uğramasında BDP ve HDP’nin doğrudan rolleri, etki ve katkıları anımsandığında DEM Parti’nin şu ana kadarki yaklaşımının değerli olduğunu söylemek mümkün. Ancak bu tespit, DEM Parti’nin yekvücut olarak süreci desteklediği anlamına gelmez. DEM Parti’de zaten sürece karşı olduğunu beyan etmeye cesaret edecek birilerinin çıkması zor. Ancak destekliyormuş gibi görünüp akamete uğraması için çaba gösteren şahıs ve gruplar var. Daha açık söylemek gerekirse DEM Parti içinde, sözcülüklerini ikinci eşbaşkan Tülay Hatimoğulları’nın yaptığı aşırı sol örgütlerin uzantısı siyasi yapıların bu süreçten rahatsızlık duydukları çok açık. Sırrı Süreyya Önder’in “Çağrı YPG dâhil herkesi kapsıyor” açıklamasına karşı Hatimoğulları’nın “Hayır onları kapsamıyor” çıkışı bu yaklaşımın dışa vurumu. Kişisel kanaatim bunların azınlıkta oldukları ve bir süre sonra DEM Parti ile yollarının ayrılacağı yönünde. DEM Parti’nin, oy potansiyelleri binde 2-3’lerde olan buna karşın Meclis’te yarı oranında temsil elde eden bu kesim ile en kısa sürede yollarını ayırmasının hem kendi lehlerine hem de sürecin başarıya ulaşmasında yararlı olacağını düşünüyorum.
GÜÇ DENGELERİ VE JEOPOLİTİK ŞARTLAR TÜRKİYE’NİN LEHİNE
PKK ve uzantılarına geçmeden önce konuyla alakadar bazı ülkelerin pozisyon, yaklaşım ve etkilerine değinmekte yarar var. Görebildiğimiz kadarıyla İsrail dışında açıkça sürece karşı olduğunu beyan eden hiçbir ülke olmadı. İlgili bölge ülkeleri Irak ve Bölgesel Kürt Yönetimi ile Suriye sürece desteğini açıkladı. Daha önceki çözüm süreçlerinin akamete uğramasında rolü olan, elinden gelse yine aynısını yapacağından kimsenin kuşku duymadığı İran da yeni süreci “destekliyormuş gibi” bir açıklama yaptı. Önceki çözüm süreçlerinde İran ile aynı rolü oynayan başta ABD ile Almanya, Fransa ve İngiltere olmak üzere birçok Avrupa ülkesi de İran gibi yeni süreci “destekliyormuş” açıklaması yaptı. Destekliyormuş gibi görünen bu ülkelerin tümüne karşı uyanık olma gerekliliğiyle birlikte bunların önceki çözüm süreçlerindeki gibi süreci akamete uğratma güçlerinin olmamasının Türkiye için büyük ve önemli bir avantaj olduğunu vurgulamakta yarar var. Yani güç dengeleri ve jeopolitik şartlar Türkiye’nin lehine. ABD, PKK’yla da bölgeyle de önceki kadar ilgili değil. Avrupa ülkeleri ABD ile aralarının bozulmasının ve Rusya’ya karşı güvenlik endişelerinin derdinde. Ve bu durum nedeniyle Türkiye’ye fazlasıyla muhtaç durumdalar. Ancak İsrail faktörü önemli. İsrail’in “Dürziler, Aleviler ve Kürtler’e özerklik” yaklaşımı üzerinden Suriye’yi bölmeye yönelik ciddi bir çaba ve niyeti söz konusu. ABD ve Avrupa’nın çok güçlü ve ciddi bir desteği olmadan bunu hayata geçirmesi imkânsız gibi olsa da İsrail’in bu çabalarının boşa çıkartılması konusunda Suriye yönetimi ile iyi bir koordinasyon içinde çalışmak şart.
PYD/YPG’DE DESTEKLEYEN VE KARŞI ÇIKANLAR
Gelelim terör örgütü PKK, bileşenleri ve uzantılarının pozisyon ve yaklaşımlarına. Malum, PKK’nın yönetim kadrosunun barındığı Kandil’den “Çağrıya uyacağız” açıklaması geldi. PKK’nın İran kolu PJAK ile Irak’ın Sincar bölgesindeki silahlı grup YBŞ de “Çağrıya uyup silah bırakacağız” dedi. PKK’nın Avrupa kanadını temsil eden isimler Zübeyr Aydar, Remzi Kartal ve Ahmet Karamus karara uyacaklarını ve süreci desteklediklerini açıkladılar. Tüm kesimlerden her gün yapılan ayrı ayrı açıklamalarda “Türkiye de adım atmalı” tarzında ifadeler kullanılsa da, bu kesimlerle ilgili şu ana kadarki genel gözlemimin bu unsurların sürece uyacakları yönünde. “Şu ana kadar ki” diyorum çünkü bu unsurların tümünün süreci bozmaya yönelik etkilere açık olduğunu not etmek gerek. Süreç ile ilgili PKK unsurlarından en önemlisi ve en çok tartışılanı PYD/YPG. Bu kesimden süreç ile ilgili farklı açıklamalar geldi ve gelmeye devam ediyor. En önemlilerinden birisi SDG’nin başındaki Mazlum Abdi. Abdi, ilk açıklamasında silah bırakma çağrısının kendilerine yönelik olmadığını belirtmekle beraber sürece destek verdiklerini açıkladı. Bu kesimin önemli isimlerinden Salih Müslim ise “silah bırakma çağrısına uyacaklarını” söyledi. YPG’nin bazı yöneticileri de benzer açıklamalar yaptı. Yine PYD’nin etkili isimlerinden biri olan İlham Ahmed ise “Çağrı YPG’yi bağlamıyor” diye sert karşı çıkış yaptı.
Yani PYD/YPG’de Öcalan’ın çağrısına uymayı isteyen ve buna karşı çıkan iki kanat var ve iki kanat da neredeyse denk güçteler. Kişisel gözlemim, Mazlum Abdi’nin bu iki taraf arasında denge sağlamaya çalışmakla birlikte çağrıya uyma yanlısı olduğu yönünde. Öcalan’ın açıklamasında YPG’nin isminin doğrudan anılmamasının nedeninin de örgütteki bu güç dengelerinin bilinmesinden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Sürecin Suriye ayağının da başarılı şekilde yürütülüp neticeye ulaştırılması için Türkiye’nin, Şam yönetimiyle ortak hareket ederek PKK’nın silah bırakmasıyla eş zamanlı olarak bu yapının da adım adım silahsızlandırılmasını hedefleyen bir yol haritası dâhilinde hareket etmesi gerektiğini ve hali hazırda da böyle bir sürecin işletildiğini düşünüyorum. Özetle genel anlamda Türkiye’de medya organlarında yapılan kafa karıştırıcı tartışmaların aksine hükümetin ve devletin süreci baştan sonra iyi planladığı, yukarıda sözünü ettiğimiz farklı aktörlerin farklı yaklaşımlarını doğru okuyup bunlara dair doğru tedbirler alarak şu ana kadar süreci oldukça iyi götürdüğü kanısındayım.
Özellikle jeopolitik faktörler ve dış dengeler değişmeden sürecin olabilecek en hızlı şekilde yürütülerek “Terörsüz Türkiye” hedefine ulaşılmasının olanaklı, değerli ve önemli olduğunu düşünüyorum. Ve toplumun tüm kesimlerinin ve ayrı ayrı olarak her bir bireyin buna destek vermesinin tarihi ve vicdani bir sorumluluk olduğuna inanıyorum.