Galibiyet
Galibiyet ve mağlubiyet, derin ve çok yönlü kavramlardır. Üstün gelme, yenme, yengi, galebe… Ahmed Midhat Efendi, “Bazı mağlubiyetler galibiyet kadar insana zevk verir.” diyerek bu iki kavramın sadece sonuç odaklı değerlendirilmemesi gerektiğini vurgular.
Mağlubiyet ise tam tersi anlamıyla yenilme, mağlup olma, yenilgi demektir. Bir müsabakada galip gelmek elbette bir başarıdır. Ancak gerçek galibiyet yalnızca fiziksel zaferle sınırlı değildir. Asıl galibiyet, kazandığında tevazu gösterebilmek ve gurur ile kibirden uzak durabilmektir. Çünkü insan, yalnızca karşısındaki rakibini değil, kendi içindeki nefsini de yenebilmelidir. Öte yandan mağlubiyet, insan için büyük bir terbiyedir. Kaybetmek, kişinin kendini geliştirmesi ve hatalarından ders çıkarması için önemli bir fırsattır.
Eksikliklerini görmek, yanlışlarını düzeltmek, zaaflarını tedavi etmek insan için bulunmaz bir nimettir. Çünkü gerçek gelişim, galibiyet kadar mağlubiyetten de ders alabilmekle mümkündür. Başarı, galibiyete işaret eder; ancak unutulmamalıdır ki, her başarı Allah’ın bir lütfudur. O bize bu fırsatı vermeseydi, biz başaramazdık. İşte bu bilinçle hareket eden kişi, kendini büyük görmez, gururun ve kibrin kalbine girmesine izin vermez.
Gerçek galibiyet: Nefse üstün gelmek Rahmetli atababam derdi ki: “Dervişlerin hayvanattan öğreneceği çok şey vardır.”
Mesela, köpekler sahibine sadıktır, teslimiyet sahibidir. Kovsan da dövsen de bir müddet sonra kuyruğunu kısarak kapında bekler. Verirsen yer, vermezsen sabırla bekler. Sahiplerine asla nankörlük ve ihanet etmezler. Bir kurt ise, başka bir kurtla kavga ettiğinde kaybettiğini fark ederse, rakibine sakince köprücük kemiğini uzatır. İşte tam o anda inanılmaz bir şey olur: Kazanan kurt, kendini geri çeker, rakibini öldürmez. Binlerce yıllık bir içgüdü, ona kardeşini öldürmenin gerçek bir zafer olmadığını hatırlatır. Bu yüzden bu kavgada kaybeden yoktur; kazanan, ikisidir. İki kurt ayrılır ve hayat döngüsü devam eder. İşte kardeşlik akdimiz böyledir. Mümin olmak, kardeşini nefsine tercih edebilmektir. Nefse galibiyet, müminlik alametidir. Nefsine üstün gelen gerçek kahramandır Bu anlayış, Resûlullah’ın (sav) terbiyesinde yetişen sahabelerin hayatında en güzel şekilde görülür. Onlar, nefis terbiyesinde en büyük fedakârlıkları ve affediciliği göstermiştir. Bunun en güzel örneklerinden biri, Hazret-i Ali’nin (ra) başından geçen şu hadisedir: Bir savaş esnasında Hazret-i Ali (ra), güçlü bir düşmanını alt ederek yere düşürmüştü. Son darbeyi vuracağı sırada, adam can havliyle Hazret-i Ali’nin yüzüne tükürdü. Ancak bu iğrenç davranış karşısında Hazret-i Ali, düşmanını öldürmekten vazgeçti.
Düşman, bu merhamet karşısında hayrete düştü ve sordu:
“Ya Ali! Üzerime kılıcını çekmiştin. Tam öldürecekken bundan vazgeçtin! Neden? Ne gördün ki, öfken bir anda sükûnet buldu?” Hazret-i Ali (ra) ise şöyle cevap verdi: “Ben kılıcımı Allah’ın rızası için kullanırım. Nefsimin esiri değilim. Senin tükürüğüne mağlup olmak bana ağır geldi. Nefsimin şerrinden korktuğum için kılıcımı kınına soktum. Ben, mücevherlerle süslenmiş bir kılıç gibi, tevhîd incileriyle doluyum. İnsanları öldürmekten çok, onları diriltmeye çalışırım. Eğer seni öldürseydim, bu artık Allah için değil, nefsim için olacaktı. İşte bu yüzden kılıcı kınına koydum.” Bu sözlerden sonra, adam hidayet nûruyla aydınlanarak iman etti. Bunun üzerine Hazret-i Ali (ra) ona şöyle hitap etti: “İşte şimdi tehlikeden kurtuldun. Nefsini tanıdın. Artık sen de bir Ali’sin. Hâl böyleyken ben Ali’yi nasıl bağrıma basmam?”
Asıl Cihad: Nefisle mücadele
Nefsi terbiye etmek, öyle kolay değildir; her babayiğidin harcı da değildir. Bu sebepledir ki Resûlullah (sav), Tebük Seferi’nden dönerken ashabına şöyle buyurmuştur:
“Küçük cihaddan büyük cihada gidiyoruz.”
Ashâb-ı Kirâm şaşkınlıkla sordu: “Ey Allah’ın Resûlü! Bu savaştan daha büyük bir savaş mı olur?”
Efendimiz (sav) şu cevabı verdi: “Kişinin nefsiyle mücadelesi en büyük cihaddır.”
İşte asıl galibiyet, nefsin sesine kulak vermek değil; nefsini terbiye ederek ruhun yüceliğini inşa etmektir.