Çokta az olmaktansa az da çok olmak
Göç başlığı insanlık tarihinin ilklerindendir. Gezip görmek, tanımak, anlamak, mesken tutmak, karnını doyurmak, korunmak, birlikte olmak ve daha pek çok tercihle insanoğlu göç etmeye başladı. Konuya bir de ruhani yönden baktığımızda şunu söylemek mümkün; insanoğlunun dünya ile tanışmasının sebebi de zorunlu bir göçtü aslında.
‘Yasaklı Elma’yı koparıp yiyen Adem ve Havva’nın cennetten kovulması da bir göçtü ve bu göç insanlık tarihinin miladı oldu. İnsanlığın tanıştığı ve yaşamaya başladığı dördüncü güdü olarak göç/hareket etme isteğini sayabiliriz. Yeme-içme, üreme, barınma-korunma ve göç etme. Durum bu kadar derinlerde iken dünyanın şu an yaşadığı neo-göç devrini çok da yadırgamamak gerekiyor. Ki eldeki veriler doğrultusunda konuşmamız gerekirse, önümüzdeki yüzyılda belki de “istilacı göçler devrini” yaşayacak topraklar çünkü her geçen gün yüzleşilen dünya tablosu oldukça sorunlu görünüyor. İklim değişikliği, kuraklık, gıda teminindeki azalma, güvenlik problemleri, savaşlar, kaos ve çatışma ortamları, mutsuzluk ve tüm bunların yarattığı AİDİYETSİZLİK bilincinin artması insanları ve toplumları harekete geçiriyor.
Oysa ki, nasıl taş yerinde ağır ise, her toplumda kendi toprağında özel ve güzel. Her ülkenin, her şehrin ve hatta her köyün kendine has bir kokusu ve dokusu var. Bu nedenle turizm sektörü zirve devrini yaşıyor. Farklı kültürleri gezip görmek, farklı lezzetleri tatmak, farklı tarihi kültürel mekanları ziyaret etmek, farklı coğrafyaları- iklimleri-doğal güzellikleri yaşamak isteği milyarlarca insanı leylekler misali bir o yana bir bu yana taşıyıp duruyor. Peki soruyorum size; her yer, her şey, herkes aynı olursa mutlu olur mu bireyler? Elbette ki mutlu olmaz çünkü karbon kağıdı gibi tek düze ortamlar ve yaşamlar ruhu çürütür. Geçtiğimiz hafta Irak Türkmen Kardeşlik Ocağı’nın düzenlediği “Iraklı Türkmenlerde Göç” konulu panele konuşmacı olarak katıldım. Panelde benimle birlikte Irak İnsan Hakları Komisyonu eski üyesi ve İnsani Yardım Derneği ile Hukukçular Forumu Başkanı Dr. Fatin El Hilfi de yer aldı.
Panelin moderatörü olarak Bağdat Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Yıldız Saadettin de sunumları ve bilgilendirme notları ile panelde hazır bulundu. Panelin başlığı önemli ve salondaki dinleyici kitlesi oldukça ilgiliydi. Dinleyiciler arasında Kerkük Milletvekili ve İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Erşat Salihi, Azerbaycan Irak Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Elnur Malik Muhammedzade, Türkmen Kardeşlik Ocağı Yönetim Kurulu Başkanı Tahsin Hüseyin Dede, bürokratlar, sivil toplum kuruluşları temsilcileri, siyasetçiler, basın-medya temsilcileri, akademisyenler hazır bulundu. Panelde sahneye davet edilen Kerkük Milletvekili Erşat Salihi, Ortadoğu’nun yaşadığı sorunlar karşısında Türkmenlerin neler yapması gerektiğine dair bir konuşma gerçekleştirdi.
Erşat Salihi konuşmasında şu özeti aktardı; “Iraklı Türkmenler 1920’den bu yana toprak, nüfus ve etki azaltılması ile karşı karşıya kalmıştır. Osmanlı devletinin Musul ve Kerkük’ten çekilmesi ile yerleşen İngilizler Türkmenlere görmezden geldi. Telafer’deki Türkmenlere ait topraklar Arap Aşiretlerine dağıtıldı.1924 yılında Ermenilerin Kerkük’te yaptığı katliam ve sonrasındaki saldıralar Türkmenlerin başta Türkiye olmak üzere diğer ülkelere göç etmesine sebep oldu. Sonrasında Saddam (Baas rejimi) Türkmenlerin varlığına yönelik sert kararlar almaya başladı. Baas rejimi Türkmenlere ait toprakları ve malları gasp ederek Arapların üzerine tapuladı böylelikle 1920’de başlayan süreçte Türkmenler fazlasıyla zarar gördü. 2003 sonrasında bu kez mezhepsel çekişmeleri Türkmenlerin arasına soktular. Bu durum bilhassa Telafer ve Tuz’da bulunan Türkmen etkisini çok azalttı.
2014’te de DEAŞ zulmüne maruz kalan Türkmenler topraklarını terk etmek zorunda kaldı ve toprakları yine ellerinden alındı. Tüm bu sorunların acilen çözülmesi gerekiyor ve Türkmenlerin Irak yönetiminde etkili görevler alması gerekiyor çünkü siyasette ve bürokraside Türkmenlere yer verilmemesi yok sayılmalarına sebep oluyor…” Aslına bakarsanız Iraklı Türkmenlerin içinde bulunduğu durum bir kısır döngü. Sahada birlik olmayınca masada yer alamıyorlar, masada olmayınca sahada zayıflıyorlar. Panelde gerçekleştirdiğim konuşmamda tam da bu yönde geliştirdiğim başlıklara yer verdim. Saha ve masa arasında kim kazanıyor kim kaybediyor görmek gerekiyor.
Sahayı ve masayı birbirine bağlayan veya koparan en güçlü dinamikler elbette ki Türkmen siyasetçiler, iş adamları ve Türkmen sivil toplum kuruluşları. Türkmen siyasetçilerin toparlayıcı ve güçlü-etkili duruşu, iş adamlarının maddi-yatırım varlığı, sivil toplum kuruluşlarının bilinci-başarılı çalışmaları-siyasete ve iş dünyasına yön verme gücü Türkmenlerin Irak’ta söz sahibi olmalarında fayda sağlayacaktır. Son yıllarda birlikte hareket etme konusunda oldukça sorunlar yaşayan Iraklı Türkmenler en büyük göçü gençlerinde yaşıyor. İş ve eğitim amaçlı gittikleri ülkelerden dönmeyen gençlere “çokta az olmaktansa, az da çok olmayı ve birlikte yerinde güçlenmeyi” hissettirmek gerekiyor.
Gittikleri ülkelerden eğitimini tamamladıktan sonra geri dönmeleri için iş alanları yaratılmalı gençlere. Ve Iraklı Türkmenlerin önemli bir diğer sorunu da parası olan kesimin yatırımlarını kendi topraklarına değil yurt dışına aktarması. Kendi topraklarına ve gençlerine yatırım yapmaları konusunda ikna edici çalışmalar yapılmalı ve sorumluluk yüklenmeli Türkmen sermayedarlarına. Göç eden Türkmenler zamanla gittiği ülkede dilini, kültürünü, kendisini, vatanını ve kendisinden olanı unutuyor. Sivil toplum bilincinin henüz tam anlamıyla kavranamaması Türkmenlerin elini zayıflatıyor elbette.
Sivilleşmeyi ve bu yönde çalışmalar yapmayı “lobileşme” olarak algılayan Türkmenlerin acilen bu algıdan kurtulması ve muhteviyatta hiçbir oluşuma bağlı kalmadan “herkese hitap eden” bilinçlendirme, güçlendirme, birlikte yol alma çalışmaları yapmaları gerekiyor. Panelde bu yönde fazlasıyla sorun başlığını ve bu sorunların çözümü noktasındaki önerileri konuştuk zira şikayeti herkes yapar, marifet çözümlerde buluşmakta. Etki ve yetki konusunda Irak yönetiminde yer alacak Türkmenlerin kendi haklarını savunmak amacıyla yapacağı çalışmalar önemli bunun için de öncelikle toplumsal birlikteliğin sağlanması gerekiyor çünkü birlik olmayanlar dirliğe sahip olamaz.
Özetle gelinen noktada şunu söyleyebilirim; kendinden olanı sevmeyeni, saymayanı, sahiplenmeyeni ve arkasını dönüp unutanı gittiği yerdekilerde sevmez-saymaz- görmez ve değer vermez… Zira varlık ve saygı hakkı fiziki varlıkla elde edilmez, manevi cevherlerin varlığı ve donanımıdır kişiyi ve toplumları görünür kılan ve saygıya layık gören…