İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Ramazan ayı: Anlamı ve uygulaması

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Bu köşeyi takip edenler her sene Ramazan ayında haftada bir Ramazan’a özel yazılar yazdığımı bilirler. Bu Ramazan’da da Cumartesi günkü yazılarım Ramazan Özel yazıları olacaktır. Şimdiden bütün okuyucularımın Ramazan’ını tebrik ederim. Ramazan ayı İslam dini ve Müslümanlar için çok büyük önemi haizdir. Bu önem sadece Ramazan’a dair ibadetlerden kaynaklanmaz, aynı zamanda Ramazan Ayı içinde her inananın kendini muhasebeye çekmesi, kendisinin kötü ve iyi yanlarını müşahede edip, kötü yanlarını törpüleyip iyi yanlarını parlatması gerekir.

 Ramazan ayının Türk-Osmanlı kültüründe de çok önemli bir yeri vardır. İbadetlerin bir coşku ve heyecanla, adeta bir festival içinde eda edilmesi yanında, Ramazan akşamlarında özellikle düzenlenen Ramazan eğlenceleri, bir İmparatorluk başkentinin kozmopolit kültüründen bütün ülkeye yayılmış ve Türk kültürünün olmazsa olmazları arasına girmiştir. Bugün sizlere Ramazan ayının önemi ve gereklerinden bahsedeceğim. Yazının sonunda göreceğiz ki, bugün maalesef halkımızın bir kesiminde, Ramazan ayının anlam ve önemine uymayan, ibadetlerin ana amaç ve hedeflerinden uzaklaşılan bir Ramazan uygulaması yaygınlaşmaktadır. Bu hem dinin doğru yorumlanmasını hem de Türk kültürünün sürekliliğini bozabilecek bir durumdur. 

RAMAZAN AYININ ALAMET-İ FARİKASI OLAN İBADETLER 

TDV İslâm Ansiklopedisi’nde Hacı Mehmet Günay Hocamızın Ramazan maddesinden alıntı yapalım: “Müslümanlarca sabır, ibadet, rahmet, mağfiret ve bereket ayı olarak kabul edilen, büyük bir coşku ve heyecanla karşılanan Ramazanın başlıca özellikleri şu şekilde sıralanabilir: 

1. Kur’ân-ı Kerîm bu ayda indirilmeye başlanmış olup âyet ve hadislerde bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen (el-Kadr 97/3; Nesâî, “Ṣıyâm”, 5) Kadir gecesi de bu ayın içindedir. Bir âyette Kur’an’ın Ramazan ayında, bir başka âyette mübarek bir gecede, bir diğerinde Kadir gecesinde inmeye başladığı haber verilmektedir (el-Bakara 2/185; ed-Duhân 44/1-3; el-Kadr 97/1). Kadir gecesi Ramazan içinde mübarek bir gece olduğundan âyetler arasında bir çelişki yoktur. 

2. İslâm’ın beş şartından biri olan oruç bu ayda tutulur (el-Bakara 2/183-185; Buhârî, “Ṣavm”, 1; Müslim, “Îmân”, 8, 9). 

3. Hz. Peygamber’in inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek kılan kişinin geçmiş günahlarının bağışlanacağını bildirdiği ve kendisi de bizzat kılarak ümmeti için sünnet olduğunu gösterdiği (Buhârî, “Ṣalâtü’t-terâvîḥ”, 1; Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 173-178) teravih namazı bu aya mahsus ibadetlerdendir. 

4. Malî bir ibadet olan fitrenin (fıtır sadakası) bu ayın sonunda ve bayramdan önce ödenmesi gerekir. Bu ayda yapılan diğer yardımların da öteki aylara göre daha sevap ve faziletli olduğuna dair hadisler vardır (Buhârî, “Ṣavm”, 7; Müslim, “Feżâʾil”, 50; Tirmizî, “Zekât”, 28). Bu sebeple, Ramazanda ödenmesi gerekli olmamakla birlikte Müslümanlar zekâtlarını bu ayda ödemeyi âdet haline getirmişlerdir. 

5. Bu ayın sonunda itikâfa girmek sünnettir. Kaynaklar Resûl-i Ekrem’in Ramazanın son on gününde itikâfa girdiğini ve bu âdetini vefatına kadar devam ettirdiğini, onun ardından hanımlarının da itikâfa girdiğini (Buhârî, “İʿtikâf”, 1; Müslim, “İʿtikâf”, 1-5) haber vermektedir. 

6. Kütüb-i Sitte’de yer alan bazı hadislerde bu ayda umre yapanın hac sevabı alacağı ifade edilirken (Buhârî, “ʿUmre”, 4; Müslim, “Ḥac”, 221, 222), zayıf olduğu kaydedilen bazı hadislerde ise diğer ibadet ve amellere de öteki aylara göre daha çok mükâfat verileceği bildirilmiştir (İbn Huzeyme, eṣ-Ṣaḥîḥ, III, 191-192; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, Şuʿabü’l-îmân, V, 224). 

7. Kur’an ayı denilen Ramazan ayında çokça Kur’an okuyup tefekkür etmek müstehap kabul edilmiştir.” Burada gördüğümüze göre Ramazan’da kendi nefsimize, çevremize ve topluma yönelik görevlerimiz vardır. Bu anlamda Ramazan sabır ve tevazu, dayanışma ve paylaşma, muhasebe ve murakabe ayıdır. İnsanlar Ramazan ayında nefislerini kibirden, kendini beğenmişlikten, hırstan arındırmalı, oruçlu halde sabrederken tevazu içinde olmaya dikkat etmelidir. Ramazan ayında toplumsal anlamda dayanışmanın ve paylaşmanın en yüksek düzeye çıkması gerekir. Hali vakti yerinde insanların fakirlere, yetimlere ve ihtiyaç sahiplerine yardım etmesi, akraba ve komşuların birbirleriyle dayanışmayı arttırması zorunludur. Hem bireysel hem de toplumsal ödevlerini yerine getiren inananların yapması gereken son bir vazifede kendi davranışlarını değerlendirip Ramazan ayının vesilesiyle kendi davranış ve düşünüşünde olumlu bir yönde değişim olup olmadığını, olduysa ne yönde bir değişim olduğunun muhasebesini yapmaktır. Yani ibadetler bir işe yaramış mı, insan kendisini olumlu yönde değiştirmiş mi, bunu tahlil etmelidir. Pekiyi hakikaten biz Ramazan’ı bu şekilde mi yaşıyoruz? Bakalım… 

AKRABA VE FAKİRLERE DESTEK VE YARDIMDAN İFTAR VE SAHUR ZİYAFETLERİNE 

Ramazan ayındaki eylemlerimizin temel amacı hali vakti yerinde olanların fakirlerin, yetimlerin ve ihtiyaç sahiplerinin halini anlaması ve bu vesileyle onlara yardım etmesi, akraba ve komşuların birbiriyle dayanışması ve yardımlaşmasıdır. Oruç sonrası verilen iftar yemekleri öncelikle aile fertlerinin davet edildiği ve aile bağlarının kuvvetlendirildiği yemeklerdir. Eğer daha büyük imkânı olan varsa mahalledeki fakirler ve ihtiyaç sahiplerine de iftar verebilir. Bunun dışında, yani yemek daveti dışında, Ramazan Ayı, yaşlıların, yetimlerin ve ihtiyaç sahiplerinin aranıp sorulduğu, dertlerinin dinlendiği ve varsa gücümüz dertlerin çözüldüğü bir aydır. Halkın bir olması, birlikte olması ve dayanışması Ramazan Ayı’nda Allah tarafından amaçlanan ve bizden istenen ödevlerdendir. Pekiyi bizim ahvalimiz nedir? 

Anlatalım… 2000’li yılların başından itibaren yeni bazı modalar zuhur etmeye başladı. Bunlar daha öncesinde pek kabul görmeyecek eylemlerdi. Örneğin ben 1974 doğumluyum. Benim çocukluğumda, bugün olduğu gibi Ramazan ayında restoranların verdiği iftar menüleri falan yoktu. Bırakın iftar yapmayı, çoğu zaman lokantalar Ramazan Ayı’nda kapalı olurdu. İftar yapılacaksa evlerde yapılırdı. Şimdi ise olay bambaşka bir boyuta ulaşmıştır: İstanbul’un beyaz yakalı çalışanlarından olan ve bir kısmı da oruçlu bile olmayan insanlarımız işyerlerinin verdiği iftarlara katılmaktadır. Bu iftarlar aslında firma çalışanlarının kaynaşması için verilir ve firma kültürünün yaygınlaşması amaçlanır. 

İstanbul’un lüks semtlerinde yaşayan, yüksek gelirli firma sahipleri de (ki bunların da bir kısmı zaten oruçlu değildir) yine lüks restoranlarda sadece kuş sütünün eksik olduğu sofralarda iftar adı altında iş görüşmesi, yatırım ortaklığı ve benzeri akçeli işleri bağlarlar. Bu gibi iftar yemeklerinin bir müdavimi de siyasi parti örgütleridir. Özellikle Sayın Cumhurbaşkanımız iftar yemeği vesilesiyle katıldığı siyasi toplantılarda hemen hemen her akşam evlerimize misafir olmaktadır. Sadece iftar mı? Yeni gelişen bir moda da sahur resepsiyonlarıdır. Bir Mevlevi semazen gösterisi, hafiften tasavvuf müziği eşliğinde insanlar iki üç saatlik sahur yemekleri tertip ediyorlar. Bu iftar ve sahur yemeklerinde firmalar çalışanlarına daha verimli olmaları ve kendilerine daha fazla para kazandırmaları için bir teşvik, iş adamları müstakbel ortaklarla tanışıp, buluşup, anlaşıp para kazanmak için bir imkân, siyasetçiler de iftar ayağına siyasi propaganda için fırsat görmektedirler. 

Kimse “Fakir fukara ne yapar?”, “Açlar karınlarını doyurabiliyor mu?”, “Emeklilerin hali nicedir?” gibi kâr getirmeyecek ve aksine can sıkacak soruları sormamakta, aklına bile getirmemektedir. Lale devrindeki şatafatı devletin üst tabakası ve toplumun yukarıda anlattığım üst düzey gelirli kesimi göstere göstere yaşamaktadır. Eskiden “kefenin cebi yok!” diye bir söz söylenirdi. Hayır efendim, bugünkü zevâta bakınca, kefenin cebini bırakın her birinin mezara yanında para kasaları ile gireceğini sanırsınız. İşin trajik olan başka bir tarafı da şudur ki, muhtemelen bu arkadaşlar para ve servetlerini öte tarafa taşıyabileceklerine de inanıyorlar! Ne güzel İstanbul be!... Neyse… Bu konu üzerine daha çok yazılır da ben mübarek günde asabınızı bozmayayım. Hepinize hayırlı, kendimizin iyi yanlarımızı parlatıp kötü yanlarımız törpülediğimiz, kendimiz kadar başkalarını da düşündüğümüz ve kendimizi muhasebeye çektiğimiz bir Ramazan ayı dilerim…

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...