İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Şam-SDG Anlaşması: İpler kimin elinde?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Suriye’de Alevi-Nusayrilerin ağırlıklı olarak yaşadığı Tartus ve Lazkiye kentlerinde yüzlerce kişinin yaşamını yitirdiği olaylar sonrasında “Ülke yeniden iç savaşa mı sürükleniyor?” tartışmaları yapılırken önceki gün, Suriye geçici Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ile terör örgütü YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu SDG’nin başında bulunan isim olan Mazlum Abdi ile arasında bir anlaşma sağlandığı haberi duyuruldu. 

Gerek o anları yansıtan fotoğraflar, gerekse de 8 maddelik anlaşmadaki bazı ifadeler üzerinden, bunun Türkiye’nin beklenti ve isteklerini ne kadar karşılayıp karşılamadığı, hatta bunun Türkiye’ye karşı bir hamle olup olmadığı tartışmaları yapılıyor. Kanımca bu tartışmalarda bilgi yoksunluğunun yanı sıra, süreci ve gelişmeleri doğru okuyamama konusundaki kimi yetersizlikler, yanlış değerlendirmelere ve kamuoyunda yanlış algılamalara sebebiyet veriyor. Anlaşmanın maddelerine geçmeden ve buralardaki bazı cümlelere takılmadan önce Şara ile Abdi’yi kimin masaya oturttuğuna bakmak lazım. Zira bu anlaşmanın imzalanmasında etkili olan aktör veya aktörler aynı zamanda anlaşmadan en güçlü yararı sağlayan güçlerdir. Eldeki bilgiler Mazlum Abdi’nin anlaşma için Şam’a gitmeden birkaç saat önce ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Michael E. Kurilla ile görüştüğü yönünde. 

Hatta Abdi’nin, Humus kırsalındaki bir havaalanından ABD’ye ait bir Apache helikopteriyle Şam’a gittiği belirtiliyor. ABD’nin SDG üzerindeki etki ve hâkimiyeti göz önünde bulundurularak bu bilgilerle birlikte Abdi’nin bu anlaşmayı onaylamasında Washington’un onayı olduğu net bir şekilde söylenebilir. Dolayısıyla masadaki aktörlerden birisinin ABD olduğu açık. Masada başka aktör var mı, varsa kim veya kimler? Bu anlaşmanın yapılması süreci ile ilgili olarak elde somut hiçbir bilgi olmasa bile son dört aylık gelişmelerden yola çıkarak yeni Suriye yönetiminin Türkiye’ye karşı ya da rağmen SDG ile masaya oturmayacağını biliyor olmak gerek. Yani açık ki bu masanın arkasında ABD ile birlikte Türkiye de var. Bu aşamada önemli olan masayı kuranın kim olduğunu tespit etmek.

 Zira masayı kim kurmuşsa muhtemelen en kârlı olan odur. Anlaşmanın maddelerine bakarak bunu çıkarmak çok kolay. Masayı kuran ABD olsaydı, anlaşma metninde muhtemelen SDG’nin denetimindeki bölgenin özerk veya federal bölge olarak tanınmasını öngören bir madde olurdu. Zira ABD’nin SDG’yi kurup, geçen 10 yıl içinde bu kadar destek aktarmasında görünürdeki amaç her ne kadar DEAŞ ile mücadele iddiası ise de asıl sebebin ileride bir “terör devleti”nin zeminini oluşturmak olduğu bu çerçevede burada önce özerk, sonra federal bir yapı kurulmak istendiği biliniyor. Yine şayet masayı kuran ABD olsaydı bu anlaşmada SDG’nin, askeri ve siyasi varlığını devam ettireceği ve başta petrol ve doğal gaz sahaları olmak üzere ülkenin üçte birinden daha fazla alan üzerindeki denetiminin devam etmesinin anlaşmada yer alması gerekirdi. ABD’nin 10 yılı aşkın süreden bu yana PYD/YPG’ye verdiği destek ve bölgede askeri varlığını bulundurması bu sebeplere dayanıyor. 

ANLAŞMANIN MADDELERİ TÜRKİYE’NİN BEKLENTİLERİYLE PARALEL

 Ancak Şara ile Abdi arasında varılan anlaşmada bunların hiçbirisi yok. Aksine ülkenin birlik ve bütünlüğü çok güçlü şekilde vurgulanıyor. Hatta ülkenin birlik ve bütünlüğüne yönelik her türlü tehdide mücadele edileceği belirtiliyor. PYD’nin denetimindeki tüm bölgelerin yönetiminin Şam’a devredilmesi yer alıyor. Ankara’nın öteden beri vurgulaya geldiği bu beklentiler 4, 6 ve 7. maddelerde çok net şekilde yer alıyor.

 Tartışma konusu olan unsurlardan birisi 4. madde içinde “Kuzeydoğu Suriye’deki tüm sivil ve askeri kurumlar, Suriye devleti yönetimi çerçevesinde entegre edilecek” ifadesi. Burada kast edilen PYD ve bağlı siyasi yapılar ile askeri güç olarak YPG ve SDG. “YPG ve SDG neden feshedilmiyor da entegre edilecek…” deniyor. Anlaşma metninin tamamı ve ruhu birlikte okunduğunda bu entegre sürecinin zaten bir adım adım fesih anlamına geldiği çok rahatlıkla görülebilir. Tartışma konusu yapılmaya çalışılan bir diğer konu ise 2. maddede yer alan “Kürtlerin Suriye’nin asli unsurlarından biri olarak kabul edilip haklarının korunması ve anayasal güvenceye alınması” ifadesi. 

Sanki burada Kürtlere ayrıcalık tanınıyormuş gibi bir yaklaşım üzerinden anlaşmanın önemi zayıflatılmaya çalışılıyor. Oysa burada dile getirilen husus, Kürtlerin de diğer tüm topluluklar gibi aynı ve eşit haklara kavuşmasının sağlanmasıdır. Suriye’de yeni yönetimin iktidara geldiği günden bu yana Ankara, zaten altını çize çize bu yöndeki beklentisini dile getiriyor. Şara yönetimine, ülkedeki tüm etnik, dini ve mezhebi grupların haklarının güvence altına alınmasını, herkese eşit muamele edilmesini ve yeni anayasanın da bu eksende hazırlanması gerektiğini telkin ediyor. Yani bu madde de Türkiye’nin beklentilerine karşı değil aksine Ankara’nın en güçlü şekilde talep ettiği yaklaşımı içeriyor. Bir bütün olarak değerlendirildiğinde bu anlaşma, Türkiye’nin istek ve beklentileri ve de kanımca bizatihi Ankara’nın yönlendirmesi ve gözetiminde oluşturulmuş bir metin. 

“TERÖRSÜZ TÜRKİYE” SÜRECİYLE UYUMLU 

Ve de bu esasen “Terörsüz Türkiye” süreciyle de birebir örtüşen bir metin. Yani “Terörsüz Türkiye” sürecini tamamlayacak bir gelişme. Öcalan’ın PKK’ya yönelik silah bırakma ve kendisini lağvetme çağrısının YPG’yi kapsayıp kapsamadığı tartışmalarını da sonlandıracak bir adım. Hatta dün PYD’nin önde gelen isimlerinden Salih Müslim, PKK’nın ajansına verdiği demeçte, bu anlaşmanın Öcalan’ın çağrısı ve kendilerine gönderdiği mektup ile de uyumlu olduğunu söyledi. 

SURİYE’DE ABD İLE YENİ BİR SÜREÇ BAŞLAYABİLİR 

Tüm bu değerlendirmeler “O halde ABD buna nasıl onay verdi?” sorusunu gündeme getiriyor. Onun yanıtı da Dışişleri’nin yürüttüğü muazzam diplomaside gizli. Bir bütün olarak değerlendirildiğinde özellikle son dönemlerde Dışişleri Bakanlığımızın en büyük enerjisini bölgenin istikrarı ve bu çerçevede “Terörsüz Türkiye” sürecinin hedefe ulaşmasına yönelttiği çok açık şekilde görülüyor. Trump’ın Suriye’den çekilme isteği zaten ortada. Birinci döneminde de bunu yapmaya çalışmıştı, ancak müesses nizam “DEAŞ ile mücadele” bahanesiyle buna izin vermemişti. Trump, “Türkiye bu sorumluluğu üstleniyor ve ben Erdoğan’a güveniyorum” dediyse de kabul ettirememişti. 

Hatta daha ileri gidip DEAŞ’ı Obama ve Hillary Clinton ekibinin kurdurduğunu söylemişti. Trump’ın hâlâ aynı görüşte olduğuna kuşku yok. Ancak bu kez Türkiye taahhüdün ötesine geçti. Şara ile Abdi’nin anlaşmasından bir gün önce Ankara’nın girişimleriyle Amman’da Türkiye, Ürdün, Suriye, Irak ve Lübnan’ın katılımıyla 5’li güvenlik zirvesi düzenlendi ve bu zirvede DEAŞ ile ortak mücadele için bir komisyon kurulması kararı alındı. İşte bu zirve ve alınan kararlar, ABD’de Suriye’de kalınmasını ve PYD/YPG’ye destek verilmesini isteyenlerin bahanelerini ortadan kaldırdı. Dolayısıyla ilk dönemine göre müesses nizama karşı zaten çok daha güçlü olan Trump’ın, Türkiye’nin attığı bu adımlar karşısında ABD’nin Suriye politikasını değiştirdiğini düşünüyorum. 

Bu anlaşmada ABD’nin Türkiye ile birlikte arkada yer almasının, bu anlamda hem Suriye’de Türkiye’nin beklentileriyle uyumlu yeni bir dönemin daha hızlı ve güçlü şekilde hayata geçmesine zemin sağladığını hem de Ankara-Washington ilişkilerinde de yeni bir dönemin başlangıcı olabileceğine inanıyorum. Kuşkusuz “Terörsüz Türkiye” hedefinin nihayete ermesi ve de bölgenin güven ve istikrara kavuşması için henüz kat edilmesi gereken çok yol var. Ve bu yol sayısız dikenlerle dolu. 

Yani süreci baltalamak ve tersine çevirmek için fırsat kollayan, durmaksızın çaba gösteren ve göstermeye devam edecek olan sayısız güç ve unsurlar mevcut. Tartus ve Lazkiye’de yaşananlar ve güya birbirine düşman olan iki ülke İran ve İsrail’in bu provokasyonlardaki rollerinin çok net şekilde açığı çıkması bunun en açık göstergelerinden birisi. Ancak tüm bu terör, kaos ve şiddet hesaplarına karşı Türkiye’nin barış, kardeşlik, huzur ve güvenlik ekseninde yürüttüğü çabaları ve olağanüstü akılcı yöntemlerle sürecin ipini elinde tutmasını hem Türkiye hem de tüm bölge ülkeleri ve halkları açısından büyük bir umut ve büyük bir şans olarak değerlendiriyorum.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...