İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

İnandığımız doğrular yanlışsa!

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Yıllardır ölesiyle inandığımız doğrular yanlışsa, ne yaparız? Hayatımızı adeta değişmez, değiştirilemez, kesin doğrular üzerine kurduk yıllarca. Okul yıllarımızı düşündüğümüzde ben adeta bir tarafıyla olaya kayıp yıllar demek istiyorum. Çünkü başka bir eğitim mümkün olabilirdi. Ama bunu bunca deneyimden sonra diyebiliyorum. Şu anda da görebiliyorum okulların, eğitim kurumlarının insanı adeta bir kalıba sıkıştırıp fabrikasyon ürün elde etmeye çalıştıklarını. Bizler o devirleri yaşarken hiç düşünememiştik. O kadar farkında değildik ki! Aldığımız eğitimleri hiç sorgulamadığımızın farkına vardığımızda bir aydınlanma yaşadık ama şaşkınlıkla karışık. Yani kaç kişi doğrularının yanlış olduğunu fark edebiliyor o da ayrı bir konu. Oysa eğitim insanı düşünmeye, farklılıkları görebilmeye ve gerektiğinde de ezberlerini devirip bir yeniden doğuş yaşayabilmeye itmeli.

 Aşılaya aşılaya 

Özellikle ülkemiz zaviyesinden bakıyorum meselelere. On yıllardır bir çeşit aşılamaya maruz kaldık. Eğitimin temelinde bize verilmek istenen hür düşünen gençler yetiştirmek istendiği söylendi. Ancak bu hür düşünme yine de bir ideolojiye karşılık geliyordu. Kendi gerçek kimliğimizi, geldiğimiz coğrafyaya dönüp bakamıyorduk. Sanki biz Türk yurdu olarak sadece burayı yani Anadolu’yu biliyorduk. Oradan ötesi yoktu. Hatta bir zamanların haritasında daha geniştik ama biz o değildik. Oraları biz bir şekilde emanet almışız da artık geri vermenin zamanı gelmiş gibi bir tarih anlatıldı. Din, tarih, edebiyat, sanat hep belirli bir yönden anlatıldı. Batıya dönen yüzümüz vardı bizim hep, Anadolu ise büyükşehirlerin mutfağıydı. Orada sanat olmazdı. Orada desenler, oyalar, türküleri beslemek içindi. Anadolu’nun motifleri Anadolu’ya aitti. Aşılıya aşılıya bize bu öğretildi. E din deseniz zaten bir çeşit meditasyon, ritüellerden ibaret asırlar öncesi bir inançtı. Şimdi ise bilim vardı. Ne yazık ki biz bu ikilem arasında geçirdik yıllarımızı. Aşılaya aşılaya geldiğimiz noktada herkes kendi doğrusuna tutunmuş durumda. Sanki başka doğrular mümkün değilmiş gibi. Ne kadar köhne ne kadar gerilere atılmış bir düşünce sistemi oysa bilim her yönüyle düşün der. Akıl et der. 

Kendisiyle çelişen bir kuşak 

Böyle bir nesil doğdu 80ler ve 90lar Türkiye’sinden. Elbette onun da öncesi var. Hem bilim adına konuşup hem de birilerinin sözlerini paylaşan bir mahallenin bekçileri bunlar. Kendi kendileriyle çelişiyorlar. Mesela şu sözü kullanıp kullanıp duruyorlar; “Gerçek devrim, insanlar birbirine yeniden nasıl bakacağını öğrenince başlar”. Batılı bir düşünürün bu sözünü sorsan ne demek istemiş diye söyleyeceklerini tahmin etmek çok zor değil. Yıllardır doğrularında ısrar edenler, başka bir gerçek mümkün müdür sorusunu soramayan biri bu cümleyi nasıl uygulayabilir? Bu sözü yazan zaten doğrusundan o kadar emin ki; sen bana bak diyor ben doğruyu zaten biliyorum. Israr etme de gel ben de seni kendi ezberlerimle vaftiz edeyim. Sen rahat ben selamet. Ezberlerinde boğulanların o boğuldukları şeyi görmediklerine yemin edebilirim. Görmedikleri şeye de delicesine inanıp bir de buna bilim dediklerini de biliyoruz değil mi? Oysa insan olarak kendilerine en büyük zararı değişmeye direnmekle yapıyorlar. Yeni bir şey demek kopyalamak demek olmadığını anlamıyorlar. Ben o sözü şimdi tekrar paylaşabilmeleri için şöyle değiştireyim; “en büyük devrim ezberleri devirip yeniden yeni bir şanla dirilebilmektir”. Bunu yapmaya gücü yetenler ancak doğrularını eleştirenlerdir. Ya da doğrularını sorgulayabilenlerdir. Gerçekler dünyanın her yeni oluşunda şekil değiştirir. Bu da hakikatin ta kendisidir vesselam. 


16 Satır

Oğlumm 

Babanın gözlerinde taşıdığı hüznü yüklenir oğlu. Baba fark ettirmek istemese de kaçak bakışların altında gizlenenleri kaldırır oğlu. Dev adamlardır onlar yıkılmaz, düşmez asla sarsılmaz. Ellerinden tuttukları bu dev adamların gölgesine sığındıkları her yerde kahraman onlardır. Babalarının küçük kahramanları olarak yıkılmaz oğullar. Gölgesine sığındıkları çınardır babalar. Oğulların bir gözü hep babalarındadır. Kırılmadıkları tek yer onların bakışlarıdır. Her şey alt üst olsa bile, baba şöyle bir oğluna bakıp da “koçum benim” demesi yeterlidir. Her şey bir anda bambaşka olur sahne, dekor değişir “işte benim babam arkamda ya ben yıkılmam” der oğul. Oğlum demek geleceğe iz bırakmak demek. Oğlum demek bir baba için dünyaları kaldırıp tekrar yerine koymak demek. Oğlum demek o yankıda oğlunun kendisini bulması, kendi kimliğini inşa etmesi demek. Bir kere şöyle yürekten oğlummm demek için neler vermezdi babalar. Oğlumm demeli oğlun varsa. Yürekten sevmeli. Boşluğa düşmesin diye elinden tutmalı. Babalar oğullarının oğlumm diye çağırmasına koşmalı. 


Artı Eksi 

Artı 

Çevre için uyaralım 

Biri sigarasını bitirip tam da çöp kovasının yanına fırlatıyor. Haliyle gördüğümüz anda uyarıyoruz. İri yarı büyük ihtimalle de alkollü olan adam utanarak yere eğilip alıyor izmaritini, çöpe atıyor. Arkasından da mahcup özür diliyor. Yeri geldiğinde uygun bir dille uyarmamız yerinde olacaktır. 

Eksi 

Hangi boykotu yapıyoruz? 

Evet, siyonistleri finanse etmemek için boykot yapıyoruz. 7 Ekim’den beri hatta birçoğumuz bu tarihten de önce milli ürünleri destekliyor ve enflasyonu gözettiğimiz için de yabancı markaları nadiren tercih ediyorduk. Peki şu an bir siyasi grubun gençleri kullanarak boykot çağrıları yapmalarının anlamı nedir? Hiçbir anlamı yoktur. Çünkü mantığı yok. Genç gruplar güya 1 ay alkol almayacaklar. İlan etmişler bunu sosyal medyada ama gel gör ki Kadıköy birahaneleri dopdolu. Hatta sosyal medyada kendi aralarında değiş tokuş yapıyorlar. Bir genç ‘Bende yoğurt var. Abi bira ile değiştirelim mi’ diyorlar. Boykot düşmana yapılır. Dikkat edelim. Kimin oyuncağı olduğumuza çok ama çok dikkat edelim.


Dış Dünyadan 

Aşırı sağ tehdit

 Almanya’da aşırı sağ içerikli tehdit mektuplarının gönderilmesi üzerine ülkenin batısında bulunan Duisburg şehrinde okullar bir günlüğüne kapatıldı. Yeşiller partisinden Türk siyasetçi Melih Keser önlem almanın önemine vurgu yaparak çocukların eğitim hayatından mahrum bırakılmadan eğitime devam edebilmeleri gerektiğini söylemiş. Zaten o bir günlük arada da eğitim çevrimiçi olarak devam etmiş. Aşırı sağcı mektuplar kim tarafından gönderildiği ve içeriğin detayları hakkında basına bilgi verilmediği için bizde kendimizce anlam vermeye çalışıyoruz. Alman yetkililer gerekli araştırmaları yapıyormuş kamuoyuna duyururlar mı bilinmez? Ancak son zamanlarda başta Almanya olmak üzere batı Avrupa’da onların deyimiyle artan sağ tehdidi artma eğiliminde. Noel pazarına araçla dalarak insanların ölümüne sebep vermekle başlayan ve sonrasında da yine benzeri olaylar silsilesi takip etti. Tabi bu olaylar kim tarafından ne için yapılıyor bilmiyoruz. Aşırı sağ kelimesi zaten çok sorunlu. Bundan ne kastedildi tam anlamıyla belirlenmediği sürece toplumsal ilişkilerde sorun yaratabilir. Belki de amaç budur. Aşırı sağdan kastedilen Müslümanlarsa bunu hep yapıyorlar zaten. Bir de mülteci sorunu var. Ama şu var ki Avrupa şu anda çok çeşitli sorunlarla boğuşuyor. Bence bunun altında yatan aşırı sağcı tehdidi değil olsa olsa ırkçılık olur.


Editör 

O gün bugün 

Mattia Ahmet Minguzzi’nin davasının görüleceği bugün biz mahkeme salonundayız. En azından ben kendi adıma orada olacağımın sözünü vermiştim. Bu ve benzeri olaylarda katillere verilecek cezaların yaşa bakılmaksızın suçun niteliği üzerinden değerlendirilmesi gerekiyor. Ahmet sevgili ailesi, annesi Yasemin hanım ve babası Antonio beyin ve daha yeni geçen sene 20 yaşındaki gencimiz Ata Emre ve diğer tüm evlatlarımızın ne idüğü belirsizler tarafından katledilmesi için kanunun değişmesi gerekiyor. Cinayetse cinayet üzerinden değerlendirilmeli bu tür davalar. Hatta katillerin aileleri de davanın dışında bırakılmamalı. 18 yaşından küçüklerin aileleri de içeride kalmalı. Bu minvalde düşünülerek yargının olayı dikkate alarak kamu vicdanının rahatlatılması gerekiyor. Yoksa bu adaletsizlik giderilemezse Türkiye için büyük yara demektir. Bu öyle bir hal ki utanmadan bir de katiller aileyi sosyal medyadan tehdit edebiliyorlar. Kanunlarımızın bıçak gibi keskin olması lazım. İşte ben tam da burada bazı işlenen suçların insanlık onuru için kesinlikle idamın olması gerektiğine inananlardanım. İster adına şeriat deyin ister başka bir şey ama caydırıcı, korkutucu bir şey mutlaka olmalı. Ama şu da var yapılan araştırmalarda bazı suçların karşısında idamın işe yaramadığına dair. Özellikle cinsel suçlar böyle. Elbette konumuz bu değil. Demek istediğim zamanımızın ruhuna göre suçların karşılığının tekrar düzenlenmesi bir zorunluluktur. Yoksa kimseyi bundan sonra adalete inandıramayız.


Periskop 

Ailenizle siyaset yapmayın devri bitmiştir 

Maalesef artık bu aşamayı geçtik. Başlangıçta sesimizi çıkarmıyor gülümsüyorduk. Aile içinde siyaset olmaz, yapılmamalı diyorduk. Böyle diyorduk ama biz böyle düşündükçe ve ailemizdir dedikçe, sustukça sizler sevgili ailelerimiz siyaset üzerinden susanları aşağılıyordunuz. Biz yine de el öptük ana baba dedik. Kardeşimizdir dedik sineye çektik. Hükümetler gelir geçer dedik. Bugün seçilen hükmeder gider senin istediğin gelir dedik. Demokratik bir hal takındık. Ama sizler bayram seyran demediniz bizim suskunluğumuzu koyun olmakla, aptal olmakla itham ettiniz. Sabredemediniz. Kaybetmenizi hazmedemediniz. Oysa biz olaylara kaybedenler kazananlar üzerinden bakmadık bu bir rekabet, demokrasi yarışı dedik. Ama sevgili ailelerimiz bizim bu duruşumuzun onurunu hiçe saydınız. Artık ben bu ailede siyaset konuşmayın tartışmayalım kısmını geçtim. Durup dururken tartışma çıkaralım demiyorum. Ancak biri kalkıp da hükümetime laf attığında artık ben bunu devletime atılmış bir kurşun sayıyor ve o gözle bakıyorum. Zira devlet yoksa vatan yoktur. Tahammülünüz yoksa demokrasiye sizler faşistsiniz. O yüzden tartışmayı başlatmazsanız sizler için daha hayırlı olacaktır. Ailede siyaset edeplice tartışanlarla konuşuruz. Hakaret edene de devlet imanımızdır diyerek gereğini söyleriz.


Kütüphane Haftası'nın ardından 

Bu yıl 61. Kütüphane Haftası tüm yurtta 2-6 Nisan tarihleri arasında kutlandı. Kutlamaların bir kısmı ise bayram tatili nedeniyle bu hafta da yapılıyor. Bu yılın ana teması "üreten kütüphaneler" olarak belirlendi. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü bu temayı belirlerken kütüphanelerin bilgi hizmeti üreten yanını ön plana çıkardı. Hafta kapsamında çok sayıda kütüphanede etkinlikler yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Bunlardan biri, İstanbul'da Rami Kütüphanesi'nde düzenlenen 2. Uluslararası Kütüphane ve Teknoloji Festivali. Festivalin ana panel konuları arasında "Üreten Kütüphaneler: Geleceğin Akıllı ve Yenilikçi Modelleri", "Geleceğin Öğrenme Ekosistemleri: Kütüphaneler ve Kamu Kurumlarının Gelecek Vizyonu", "Üretken Kütüphaneler: Dünya Çapında Çocuklar ve Gençler İçin Geleceği Şekillendirmek" ve "Okuma Kültürü, Deneyim Tasarımı ve Kütüphanelerin Toplumsal Etkisi" yer aldı. 40'tan fazla teknoloji firması da fuar alanında stant açarak festivale katıldı. Görkemli bir etkinlik olması açısından oldukça dikkat çekiciydi. Üreten kütüphaneler derken, bilgiyi sevgiyi ve umudu üreten kütüphanelerin altını çizmek gerekiyor. Özellikle 6 Şubat 2023 depremi sırasında özveri ile çalışan kütüphanecilerimizi bu başlık altında hatırlatma gereğini duyuyorum. Gezici kütüphaneler ile deprem bölgesine kitaplar taşıyan, yaptıkları etkinliklerle küçük büyük herkese umut dağıtan, onlara moral veren kütüphaneciler, bugün üreten kütüphaneleri konuşurken hatırlanmayı hak ediyorlar. Kütüphaneler, içerdikleri kitaplar ve sundukları dijital kaynaklarla bilginin birikimli olarak yeni nesillere erişimini sağlamaktadır. Bu birikim ile yüzyıllardır bilimin ilerlemesi, kültürün nesilden nesile doğru aktarımı ve eğitimin kalitesinin artması sağlanmıştır. Bu sayede bilimde, kültürde ve eğitimde önemli adımlar atılabilmiştir. Yapılan her çalışmada, her keşifte, her bilimsel faaliyette kütüphanelerin payı büyüktür. Bu nedenle bilgi hizmeti üretimi açısından kütüphaneler, topluma büyük fayda sağlamaktadır. Bu yıl Kütüphane Haftası kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından paylaşılan veriler de dikkat çekiciydi. Halk kütüphaneleri sayısının 1303'e ulaşması, üye sayısının 6,7 milyon kişiye, bu kütüphanelerdeki kitap sayısının 25,8 milyona yükselmesi sevindirici ancak yeterli olmayan gelişmeler. Türkiye'nin nüfusu düşünüldüğünde insan daha büyük sayıları hayal ediyor. Bütün bu çabaları takdir etmek ve çaba gösterenlere teşekkür etmekle beraber bir konuyu tekrar hatırlatmayı da önemli görüyorum. Bu mekanlar kütüphaneciler sayesinde bilgi, sevgi ve umut üreten mekanlar halini alıyor. Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü mezunlarının her türdeki kütüphaneye daha fazla sayıda istihdam edilmesiyle yapılacak nitelikli etkinlikler çoğalacak, kütüphane haftası kutlamaları daha yaygın hale gelecek ve herkese yönelik bilgi hizmeti faaliyetleri daha da artacaktır. Yapay zeka çağından bahsettiğimiz günlerde yapay zekanın da veri topladığı yerlerden olan kütüphanelerin, dijitalleşme çalışmalarının artması ve bunların açık erişim ile paylaşılıyor olması da sevindirici bir gelişme. Doğru bilginin yapay zeka tarafından değerlendirilerek yeni çalışmalara ışık tutması da bizim istediğimiz gelişmelerden biri. Yapay zekanın akademik dürüstlük çerçevesinde etik anlayışla insanlığın hizmetinde olabilmesi için de kütüphanelere ve kütüphanecilere ihtiyaç var. Yoksa yanlış bilginin yayılması, kopyala yapıştır mantığıyla hazırlanacak ödevler, tezler ve bilimsel makalelerin önünü almak mümkün olmayacaktır. Kütüphane Haftası kutlanırken çağdaş dünyanın geldiği seviyeyi görmek ve bu seviyenin üzerine çıkabilmek için üniversite, okul, özel araştırma, halk ve milli kütüphane türlerinin hepsinin bu görevde aktif yer almasını sağlamak çağdaş Türkiye için önemli bir vazifedir. Bugün yapay zeka ile bilgiyi, mekanları ve meslekleri değil hayatın pek çok alanını yeniden şekillendiriyoruz. Kütüphaneler bu konuda Türkiye için çok şey yapacak kapasitedeler, bu kapasiteyi daha da arttırmaya çalışıyorlar ve yetkin kütüphanecileri ile göreve hazırlar. Yeter ki halkımızın ilgisi ve katılımı çok olsun. 61. Kütüphane Haftası'nı idrak ederken her yaştan halkımızı bilgiyi, sevgiyi ve umudu paylaşmak üzere kütüphanelere davet ediyorum. (Doç. Dr. Işıl İlknur Sert)

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...