İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Beyin kusuyor

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Bizim toplumumuzda bireylerin ciddi şekilde anlama problemi var. Ben devlet başkanı olsam ilk yapacağım iş sosyal medyayı bir süreliğine yasaklamak olurdu. Yasaklara karşı olmama rağmen bunu söylemek zorunda olduğum bir toplumun içindeyim. Bireyler kendi sorularını soramaz, düşünemez bir haldeler. Sosyal medya kullanma ehliyetimiz yok maalesef. Bilişsel otokontrolümüz sıfır. Bu da bizi olgulara göre düşünmekten çok algılara göre hareket etmeye götürüyor. İnsanlar kendi düşünceleri ile değil başkalarının düşünceleri ile karar veriyorlar. Bir nevi modern ruhbanlarımız var artık. Bu çok tehlikeli bir vaziyet aldı. Tehlikesi şundan; emek harcamadan, düşünmeden, araştırmadan açıkçası hiçbir şey yapmadan karşı taraftan bir şeyler söylemesini istiyor beyinler. Put istiyor insanlar açık açık. Güya bir de özgürlüğe inanıyorlar. Başkası senin yerine söz söyleyecekse senin sözcün olacaksa sen niye varsın o zaman? Kendi varlığını da mı sorgulamazsın? Üzerine düşen bir vazife yok mu şu alemde; yemek, içmek, üremek dışında? 

Mağara devrine döndük

 Buna inanırım evet hala da inanırım ancak bugün içinde bulunduğumuz konjonktür daha acil önlemler almamız gerektirdiğini söylüyor. Çünkü bazı tehlikeli eşikleri aştık artık toplum alarm veriyor. Zombiler gibiyiz. Bakışlar ürkütücü. Davranışlar hesapsız kitapsız. Anlamak desen onu geçtik. İletişim kuramıyoruz. Mağara devrine geri döndük galiba. Ne galibası bayağa döndük. Emojilerle anlatmıyor muyuz duygumuzu? Kibarlık, zerafet, nezaket, letafet insanlık devrinde kaldı. Artık hakı, huku, puku gibi garip bir dille üstelik ağızdan çıkanı anlamak için kulaklarımı yelken gibi açmama rağmen anlayamadığım bir dil ile konuşuyor insanlar. Sadece bu garip kelimeleri çıkarıyor ve seni dinlemeden de çekip gidiyor. Bazıları da saldırıyor. Trafikte filan görüyoruz. Eline ne geçirirse ağzındaki garip kelimeleri de tüküre tüküre karşısındakine dalıyor. Bu garip insansıların kurduğu bu iletişim yöntemi belki mağara devrinden de beter. Çünkü o zaman insanlar bir şey öğrenme çabası içinde bunları yapıyordu. Anlam vermek istediği bir şey vardı. Aynı 0-3 yaş arasındaki bir bebeğin konuşmayı sökmeye çalışması döneminde çıkardığı bize tatlı gelen o kellimeler o zorlanmalar gibi. Oysa bugün böyle mi? Bugün yaşadığımız nedir? Anlam verebilmek mümkün mü? 

Beyin kusuyor 

Yaşadığımız bu anlama probleminin sonucunda beyin kendini kusarak gösteriyor. O kadar çok şeyi aldı ki beyin bünyesine artık hazmedemiyor. Bir bilgi eğer değer taşıyorsa o zaman o bilgidir. İşte insan o bilgiyi tam özümsemeden, anlamadan ve hayatında anlamlı bir değere dönüştürmeden bir başka aşamaya geçemez. Bir bilgiyi anlamanın o bilginin üzerine yeni bir tuğla koymak için temelinin sağlam olması gerekiyor. Günümüzde bırakın değer atfeden bir bilgiyi özümsemek beynimize aldığımız onca şeyin bilgiyle alakası da yok. Sadece midemize aldığımız durmadan yediğimiz abur cubur gibi kusana kadar yemekle meşgul olan zavallı beyinler bu hale geldi. Böyle bir beyinden anlamak ve anlam vermek çıkmaz. Bu şekilde iletişim kuramayız. İşte bu yüzden öncelikle sosyal medyadan kopmalıyız. Bir durmalıyız. Tedavi olmalıyız. Yoksa bu hastalık toplumun tamamını ele geçirecek ve geçirmek üzere de zaten. Buna çare bulunmazsa henüz hala aklı başında olanlar kendini kurtarmak için izole bir hayatı tercih edecekler. Tıpkı delileri tecrit ettiğimiz gibi bizler de kendimizi bu beyin kusma hastalığından tecrit etmek zorunda kalacağız vesselam.


Dış Dünyadan 

Doğu Türkistan adımı 

Hollanda’da yerel nüfusun yanında varlıkları diğer Avrupa ülkelerine göre daha görünür olan Uygur Türkleri için tarihi bir adım atıldı. Hollanda Parlamentosu üyesi Stephan Van Baarle bir teklifle hükümeti “Doğu Türkistan” adını kullanmaya çağırdı. Hollanda’daki Denk Partisi’nin lideri ve parlamento üyesi Stephan Van Baarle, 9 Nisan tarihinde parlamentoya bir teklif sunarak, hükümetin tüm ilişkilerinde “Sincan” yerine “Doğu Türkistan” adını kullanmasını talep etti. Teklif tasarısında “Sincan” isminin sömürge adı olduğunu “Doğu Türkistan” adının ise tarihi bir isim olduğunu belirtmiş. Şubat 2021’de Hollanda Parlamentosu Çin’in Doğu Türkistan’daki suçlarını “soykırım olarak tanımlamıştı. Neredeyse birçok ülke Doğu Türkistan yerine sürekli olarak “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” terimini kullanıyor. Bu teklifin Hollanda parlamentosuna sunulması önemli bir adım olarak görülüyor. Uygur Türklerinin yaşadıklarını hepimiz duyuyoruz ancak Çin’in kapalı devre yönetiminden içeride ne olup bittiğini tam olarak göremiyoruz. Filistin’deki gibi her şey dünyanın gözünün önünde değil kapalı kapılar ardında oluyor. Dışarıya gidebilen belki de kaçabilen Uygur Türkleri kendi seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Daha katedilecek çok yol var ancak bizler adamakıllı bir Doğu Türkistan bilgilendirmesine sahip değiliz. Türkiye’de bile bu ne yazık ki böyle. Adeta kapalı bir kutu Uygur bölgesi bizim için. Bu konuda daha fazla bilgilendirmeye ve sağlıklı koordinasyona ihtiyacımız var. Umarız tüm halklar bir gün kendi asli hüviyetine kavuşur.


16 Satır 

Ayrıntılara tutunamıyorum 

Herhangi bir şey mutlu etmeli beni. Herhangi bir şey; fark etmez. Bir boş vazonun kıvrımları. Bu vazoda daha önce çiçeğin varlığını hatırlamak. Arnavut kaldırımlı dar sokaklar, eski cumbalı evler. Köşe başındaki eski bir çeşme. Önünde durup uzun uzun bakmalıyım, hissetmeliyim, her bir ayrıntıdan bir şey bulabilirim. Küçükken de böyleydim ben. Ayrıntılara çok çekilirdim. Mikro aleme çok dalardım. Atom parçalarına belki de oradan başka bir fizik gerçeğe çekilirdim. Kendime oradan bir metafizik alem yaratabilirdim. Allah’ın varlığına dair her yerde kanıt bulabilirdim. Büyükşehirlerde en çok doğanın varlığı beni çekerdi. Kendiliğinden betonu çatlatıp arasından çıkan bir fidan beni umutlandırır, yaşam sevincimi perçinlerdi. Her şey mutlu ederdi beni ama her şey. Üzüntülerden bile bir çıkış yolu bulurdum. Bazen duvardaki çatlaktan kaçar giderdim. Bazen geceleri kanatları olan minik sevimli bir peri olurdum. Kırılan bir eşyayı birleştirirdim zihnimde. Bir şey koptuysa onu da eski haline getirebilirdim zihnimde. Hiçbir şey kayıp, kötü, olumsuz, sıkıntılı olmazdı benim için. Herhangi bir şey mutlu ederdi beni. En çok da geceleri odamda uyumadan önce radyomdan müzik dinlemek öyle uykuya dalmak beni mutlu ederdi. Bir de İstanbul boğazının Üsküdar ve Sarayburnu arasındaki o büyülü yerde gökyüzünde uçar, denizin iyot kokusunu içime çeker sabah yine yatağımda olurdum. Hayat beni etkilemezdi. Dünyada yaşamayan sadece bedeni burada olup ruhu mikro ve makro alem arasında gezen biri için dert yoktu. Şimdi bakıyorum da bütün ayrıntılar kaybolmuş. Hepsi birer boşluğa düşürüyor beni. Ayrıntılara tutunamıyorum. Ne oldu da böyle oldu?


Artı Eksi 

Artı 

Selam vermenin pozitif etkisi 

Bizim mahallede ara sokakta oturan bir teyze var. Ama yaşına göre dimağı çok açık keskin bakışlı biri. Gelende balkonda oturur. Tabi güzel havalarda. Ne zaman o aradan geçsem, eğer kendisi oradaysa mutlaka Allah’ın selamını veririm. Hatta bazen özellikle de oradan geçerim selam vermek için. Yine böyle bir gün. Kafam dalgın düşüncelerden, hatta keyfim de biraz kaçmış yine o ara sokaktan geçiyordum. Teyze elinde çamaşırlar vardı katlıyordu. Gözümün ucuna geldi bakışları ben kafamdakilerle hızla geçecek oldum yanından ama bakışları beni bırakmadı ve ben dönüp aleyküm selam dedim. O da karşılık verdi. Çok gülümseyen biri değil ama selam gür. Ben bir anda bütün o sıkıntılı atmosferimden sıyrıldım. Evet Allah’ın selamını vermenin iyileştirici etkisi var. Deneyin göreceksiniz. 

Eksi 

Sosyal medya kör dövüşü 

Sosyal medya saçma sapan bir yere dönüştü. Dedikodular; süslenmiş, allanmış, pullanmış görseller birileri tarafından hazırlanıp dolaşıma sokuluyor. Bir sürü aklı evveller de bu zır cahilliğin peşinden gidiyor. Yapmayın, etmeyin, paylaşmayın diyorum. Bana fondaş, yandaş bir sürü etiket takılıyor. Gerçekten canım ülkemde gazeteci olmak deli işi. Paylaşınca dedikodu yayılıyor diyorsun. Bu gerçek, ne dedikodusu? diyor. Kaynağını soruyorsun doğru dürüst bir isim bir adres bile gösteremiyor. Ama ona göre haber çok sağlam. Çünkü nefsini okşuyor. Hazreti peygamberin dediği gibi size bir haber geldiğinde yaymadan önce arkasını önünü iyice araştırın diyorum. Biliyorum boşuna konuşuyorum. Aksi halde bir topluluğa kötülük etmiş olursunuz diyorum. Ama yok anlatamıyoruz. Bir dipsiz kuyunun içinde herkes kör dövüşünde.


Periskop 

Normal doğum sahalarda 

Normal doğuma özendirmek normal olanıdır. Ama iletişim açısından baktığınızda eğer bu bir PR çalışmasıysa başlangıcı sahalarda yapmamak lazımdı. Geçen günlerde Sivasspor – Fenerbahçe maçı öncesinde sporcular sahaya sağlık bakanlığının bir iletişim çalışmasını içeren uzun bir afiş ile çıktılar. Üzerinde “Normal olan normal doğumdur” yazıyordu. Evet erkeklerin, baba adaylarının eşlerini normal doğuma yönlendirmeleri için bir hedef kitle olarak görülebilir. Görülmesi de normaldir. Ancak bu bir PR çalışmasıysa ilk buradan sahalardan başlanmamalıydı. Maalesef ortam gergin ve bazı anlamaktan yoksun sadece provokasyon peşinde olanlar bunu da Feminizm, cinsiyetçi argümanlara sokup benim bedenim demeye başladılar bile. Oysa başta özel kurumların anne adaylarını üstü örtülü bir şekilde normal doğumdan çok sezaryene yönlendiriyorlar. Nedenini bu noktada anlamak çok da zor değil. Oysa doğal doğum kadın ve anne sağlığı açısından müthiş bir şey. Bunu yaşayanlar biliyor, anlatıyorlar. Sağlık bakanlığı da bu konuda toplumu yönlendirmesi bakımında en doğru merci olduğu da aşikâr. Bütün bu olayda sosyal medyada yine yaygara koparmanın amacı hükümetin bir şeyi önermesi midir? Artık iş cehaleti de aştı.


Editör 

Gazeteci fikir vermez 

Gazetecilerden yorum istemek hele hele sosyal medya platformlarında bir şey hakkında görüş söylemeye zorlamak çok yanlıştır. Gazeteci yorumcu değildir. Gazeteci nesnel bir şekilde görüş bildirir. Bunu yaparken de ilgili tüm tarafların görüşlerini masaya yatırır. O tarafların sesi olur sadece. Kendi yorumu da verebilir elbette ama o taraflardan bağımsız görüş veremez vermemeli. Köşe yazarı yorum yapabilir. Ama köşe yazarı gazeteci değildir her zaman. Biz her konuda her şey de bilgiçlik yapmaya o kadar alıştık ki her gazeteciyi önümüze alıp hadi konuşsana, niye susuyorsun diye adeta gırtlağına yapışıyoruz. Bundan bir kere vazgeçmeliyiz. Gazeteci bir veya daha fazla konuda branşlaşmış olmalıdır. Gazeteci her konuda haber yapabilir ama tercih edilen uzmanlık geliştirdiği konuda çalışmasıdır. Ben futbol haberi yapamam. Yapmak istemem o konuya vakıf değilim mesela. Bir de insanlar neden sosyal medyada hep gazetecilerden bir şey isteyeceklerine bir zahmet ellerinin altındaki cep telefonundan boş boş sosyal medyada gezineceklerine makalelere ulaşıp okumuyorlar? Kütüphanelerin bilgi ve belgeler herkese açık. Okuyun, araştırın tabi gazeteciye de sorun. Sormayın demiyorum. Ama gazeteci fikir veren, fikir edindiren değildir. Gazeteci haber verendir.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...