Ülfet Belalı Şey
“Ülfet belâlı şey” demiş şair. Belâlı şey, zira, Rabb’ini unutturuyor insana. Gaflete sürüklüyor, nimetleri sıradanlaştırıyor ve o nimetlerin şükrünün eda edilmesine mâni oluyor.
Kâinattaki ve içindeki her şey birer mucize. Her şey lisan-ı haliyle Allah’ı haykırıyor. Bütün mevcudat Allah’ı hamd ile tesbih ediyor. Çiçekler, ağaçlar, hayvanlar denizler, balıklar, dağlar, gökyüzü, zerreden şemse her şey ama her şey kendilerini yaratan Hâlıklarının kudretine ilmine, sanatına, güzelliğine delalet ediyor ve Sâni-i Hakimlerini tefekkür etmeye insanı sevk ve davet ediyor.
Kur’an’ın hikmetiyle değil de sathî nazarla kainata bakan insan iki başlı, üç ayaklı bir hilkat garibesi gördüğünde hayret eder de kendi yaratılışına sıradan bir hadiseymiş gibi bakar. Zaman zaman alışılmışın dışında yaratılan karpuzun, bal peteğinin, yumurtanın üzerindeki Arapça “Allah” yazısına şaşırır fakat bunların yaratılışının mükemmelliğinde zaten Allah’ın imzasının olduğunu fark edemez.
Yüzeysel bir bakışla yalnızca zahire baktığı için adeta bakar bir kör haline gelmiş insanın gözlerini, Allah bu farklı yaratılışları göstererek açtırır. Bazı meyve ağaçları bütün sebepler yerine getirildiği halde bir sene çok iyi mahsul verirken ertesi sene meyve vermeyebiliyor. Bazen de aynı bahçeye yan yana aynı ağaç dikildiği halde biri meyve veriyor, diğeri vermiyor.
Bazen kış içinde bahar, yaz içinde kış mevsimi görülebiliyor. Sünnetullah kanunları dışında gelişen bu hadiseler Allah’ın ülfet perdesini insanın gözünden kaldırıp nazarları sebeplerden sebepleri yaratan Müsebbib-ül Esbaba yani kendine çevirmek içindir.
O nimetleri fark edip şükre, duaya sevk etmek içindir. Alışılmışın dışında yaratılan bazı çirkin gibi görünen şeyler güzelliklerin güzelliğinin, insanın nankörlük ettiği nimetlerin kıymetinin bilinmesi içindir.
Ülfet öyle bir belâ ki, aldığımız nefesi içtiğimiz suyu, sağlığımızı, gören gözümüzü, işiten kulağımızı, hayatımızı ve hayatımızın her alanında verilen tüm nimetlere alıştırıp Allah’ı unutturur. Bahar ve yaz mevsiminde yeryüzü sofrasını ve özelinde de evlerimizin sofralarını çeşit çeşit nimetlerle donatan o Rahim-i Kerim’e şükrettirmez.
Sanki vermeye mecburmuş gibi bir tavır takınılmasına sebep olur. Kur’an bu ülfeti kırmak için insanı daima tefekkür etmeye sevk eder. Göklerin ve yerin yaratılışı; güneş, ay, gece, gündüz, bitki, hayvan ve bütün varlıkların yaratılışını tefekkür etmemizi ister.
Tefekkür ameliyatıyla ülfet perdesini kaldırır. Tıpkı yeni doğan bir bebeğin kainata şaşkın gözlerle bakması gibi tefekkürünü diri tutan bir insan her şeye hayretle bakar. Her şeyden Cenab-ı Hakk’ın esmasına pencereler açar.
Allah’ı mevcudat üzerinden tanıyıp O’na muhabbetini artırır. O muhabbet de kulu ibadete sevk eder. Ve Kur’an’ın ilk emri olan “Yaratan Rabb’inin adıyla oku” hitabına mazhar olan insan için en ehemmiyetli şey de kendini okumasıdır.
Kendinde ve kainatta okumasını düzgün yapıp daimi tefekkür eden insan,her şeyin üzerindeki “Made in Allah” yazısını görüp ülfetten kurtulur.