Şakadır, şaka!
Birkaç gündür kulağıma aynı şey çalınıyor. “Yaprak Dökümü yeniden çekiliyormuş.” Güya Ay Yapım, eski oyuncularla görüşüyormuş. Şaka gibi ama konuşuluyor. Korkuyorum, “acaba doğru mu?” diye, düşünmeden edemiyorum… Ama doğruysa kötü fikir. Hem de çok kötü! Yaprak Dökümü zaten yapılmış bir iş. Hem de hakkıyla yapılmış. Sezonlarca sürdü, iz bıraktı. Hâlâ tekrarları izleniyor. Tekrarları bile ciddi reyting alıyor. Yani ortada unutulmuş bir şey yok. Bunu yeniden çekmek, sadece risk almak değil. Bile isteye, olmayacağını bile bile risk almak. Aynı kadro gelse ne olacak, seneler çok şey aldı o kadrodan. Yeni kadro gelse, gözler eskiyi arar, aynı tat alınmaz. O evde o masa bir kere kuruldu. Bir daha kurmaya gerek var mı? Bazı diziler dokunulmazdır. Yaprak Dökümü de onlardan biri. Bırakın olduğu gibi kalsın. Anı olarak yaşasın. İlla “yeniden” yapılacak bir şey arıyorsanız, başka kapıya.

Dönem sevenlere…
Okurlarım bilir, dönem dizilerini severim. Geçen gün Netfilix’te izleyecek bir şey bulamayınca Digitürk beIN Connect’e baktım, “A Gentleman in Moscow” dizisi dikkatimi çekti. Bir bölüm derken, sekiz bölümü bir gecede izledim. Dizi, 1920’lerde Moskova’da geçiyor. Başrolde Ewan McGregor var. Bir kontu canlandırıyor. Devrimden sonra “eski düzenin adamı” diye cezalandırılıyor. İdam edilmiyor ama hayatı boyunca bir otele kapatılıyor. Dışarı çıkması yasak. Hayatının geri kalanını lüks bir otelde hapis geçiriyor. Tüm dizi otelde geçiyor ama sıkmıyor. Çünkü o küçük mekânda çok büyük şeyler anlatılıyor. Kontluktan garsonluğa düşen bir adamı izliyoruz. Sadece kont değil, dönem de değişiyor. Lenin dönemiyle başlıyor, zaman geçtikçe Stalin rejiminin baskısı otelin içine kadar giriyor.

Her şey otelin dışında yaşanıyor ama kapılardan duvarlarda otelin içine sızıyor. Politik atmosferi dibine kadar anlatıyor ama asla sıkmıyor. Ben diziyi Digiturk beIN Connect’te izledim. Ama D-Smart GO ve Paramount+’ta da var. İzlemek isteyen kolayca ulaşabilir. Ewan McGregor çok sade ve güçlü oynamış. Hiç abartı yok, karakteri yaşatıyor. Dizi de onun gibi. Sessiz ama çok etkileyici.
Festival zamanı…
Film festivallerini takip eden biri olarak bu sene de İstanbul Film Festivali’ni kaçırmadım. 11 Nisan’da başladı, 22 Nisan’a kadar devam ediyor. Bu yıl 44.’sü düzenleniyor. Toplam 139 uzun metraj, 15 kısa film gösteriliyor. Seçki geniş. Yerli-yabancı karışık. Bu yıl yarışma da değişti. Türk ve yabancı filmler tek bir kategoride yarışıyor. Altın Lale ödülü için 15 film var. Jüride de farklı ülkelerden isimler var. Benim ilgimi çekenlerden biri restore edilmiş klasik filmlerin olduğu bölüm. Tarantino, Wim Wenders, David Lynch gibi yönetmenlerin eski filmleri beyazperdede gösteriliyor. Sinema tarihini sevenler için güzel bir fırsat. Festivalin onur ödülü bu yıl Zuhal Olcay’a veriliyor. Emek Ödülü ise Gülin Üstün’e gitmiş. Gösterimler yine İstanbul’un çeşitli semtlerinde… Beyoğlu, Kadıköy, Nişantaşı gibi merkezlerde. Yani sinema çıkışı çay içip film konuşmalık ortam da hazır. Biletler İKSV’nin sitesinde. Merak eden girip bakabilir. Programda herkesin ilgisini çekecek bir film mutlaka vardır.